Mısır'da Müslüman Kardeşler ve siyasi kolunun (Adalet ve Özgürlük Partisi) yasaklanmasının ardından cemaatin işgüder başkanı veya rehberi olan Mahmut İzzet bir süre gündeme gelmişti. Firari olarak aranıyordu. 7 yıl sonra Kahire'de bir semtte kıstırılarak, yakalandı. Elbette rejim yanlısı yayın organları bayram etti ve 'değerli av yakalandı' gibi başlıklar kullandılar. Gıyabında iki defa idam cezasına çarptırılmış ve yine bir iki müebbet hüküm almış olan Mahmut İzzet 7 yıldır sırra kadem basmıştı. Gıyabında ve hakkında tartışmalar dinmemişti. Genellikle fikri düzeyde cemaat içi ve dışı bir tartışma var, Mahmut izzet de bu tartışmaların odağında yer alıyordu. Cemaat içinde Hasan Hudeybi, Ömer Telmisani modeli ile Mustafa Meşhur modeli, çizgisi birbiriyle yarışıyor veya çelişiyordu! Ömer Telmisani cemaatin diplomatik yüzünü temsil ediyordu. Adeta Harun ile Musa beraberliğinde Harun'u andırıyordu. İşleri usulüyle ve suhuletle halletme yanlısı idi. Bir de silahlı kanat ( el cihaz es sırri) olarak anılan cemaatin bir başka yüzü daha vardı. Bunlar ise şiddete eğilimli idiler. Bunlara kimileri radikal kanat da diyor. Hasan el Benna döneminde bilhassa Filistin'de mücadeleye göre kurgulanmış olan bu silahlı hareket kontrolden çıkarak Mısır'da sürtüşmeler sonrası silahı içeriye doğrultmuştu. Müslüman Kardeşlerin 1949 yılında yasaklanması üzeri Başbakan Nakraşi suikasta kurban gitmişti. Özel Birim veya silahlı birim bundan sorumlu idi ve Hasan el Benna'nın olurunu da almamışlardı. Fiili bir durum söz konusu idi. Böylece bu gizli birim kontrol dışına çıkmıştı. Cemal Kaşıkçı'nın da gündeme getirdiği gibi üye kabul merasimlerinde Mushaf ve kılıç veya tabanca üzerine yemin edilmesi de İttihatçılardan ve onun ötesinde komitacı hareketlerden arda kalma bir yöntemi andırıyordu. Sembolik olarak bir elde Mushaf diğer elde kılıç tutuyorlardı. Bu durum onların birkaç defa mihne yani çile yaşamalarına vesile olmuştur. O tarihten itibaren İhvan ve cemaat içinde iki damarın olduğu ve bunların yer yer çekişme içinde oldukları rivayet edilir. Bu gizli birimin uzantıları zaman zaman cemaatin sivil kanadını da bastırmaktadır. Bu nedenle de kritik zamanlarda bu ikilem su yüzüne çıkmaktadır. Abdussettar Milici gibileri bu damardan yani ikna değil güç yanlısı (kaba kuvvet) damardan sürekli olarak yakınmışlardır. Doğru ya da yanlış kritik anlarda kimi üyeler cemaat içi otoriterlik nedeniyle rejimin yanına geçmişlerdir. Elbette cemaat içi otorite ile devletin otoritesini bir tutmak mümkün değil.
Mahmut İzzet de Mustafa Meşhur'dan sonra bu damarı temsil etmekteydi. Zaman zaman bu damara Kutupçular da denmektedir. Seyyid Kutup'un teorik çerçevesini bu akım pratiğe çevirmeye yeltenmiştir. Seyyid Kutup daha ziyade içe kapanma ve ayrışma çizgisi yanlısıdır. Cahiliye akımına karşı özel anlamda i'tizal çizgisini temsil eder. Adeta çağdaş hanifler gibi davranır. Veya Mısır'da diaspora günlerinde Musa'ya tabi olan Beni İsrail gibi hareket etme yanlısıdır. Bu çizgi yer yer şiddet yanlısı çizgi ile örtüştürülür veya karıştırılır. Seyyid Kutup şiddet yanlısı mıydı? Bu sorunun cevabını veren rahmetli kardeşi Muhammed Kutup bu töhmeti kabul etmemekte ve abisinin sahasını aklamaktadır. Seyyid Kutup'un derdi davanın ve efradının duru kalmasıdır. Şaibelerden arınmış olmasıdır. Bunun için de ihtilattan sakınır ve sakındırır. Bu davranış modeli tekfir ve hicre adıyla anılan hareketlere dayanak noktası teşkil etmiş midir? Kimileri bunu yanlış anlamış veya yorumlamış olabilir.
PKK'nın oluşmasında nasıl ki Diyarbakır Cezaevinin veya bu cezaevinde uygulanan yöntem ve işkence taktikleri etkili olmuşsa Mısır'daki şiddet ve tekfir hareketleri de cezaevlerinin ve orada uygulanan işkencenin ürünüdür. Kısaca bu akımdan Seyyid Kutup değil despot Nasır ve hapishanelerini yönetenler sorumludur. Seyyid Kutup'u suçlayanlar ne yazık ki uygulamalarından dolayı Nasır ve hapishanelerini sorgulamamışlardır. Dolayısıyla tek yanlı bir yargı yürütmüşlerdir. Nasır'ın yargıçlarıyla bu fikir erbabının hükümleri arasında bir fark yoktur. Teorik sapma pratik yanlışlardan türemiştir. Nitekim İhvan gözüyle olanları değerlendiren Salim Behnesavi tekfir akımının doğuşunda sosyolojik ve siyasi ortamı analiz eder. El Hükm fi Kadiyyeti Tekfiri'l Müslim kitabında bu meseleyi derin bir şekilde inceler. Gençler kötü muamele ile bu bataklığa çekilmişlerdir.
Elbette Seyyid Kutup bilgi ve kanaatleri ışığında sosyolojik olarak toplumu sorgulamıştır. Bu da hakkıdır. Elbette görüşlerinde masum değildir, sorgulamaya açıktır. Bununla birlikte her önüne gelen ezbere bir biçimde temelsiz eleştirilerle bir yere varamaz. Eleştirilen gibi eleştiren de sorumlu olmalıdır.
Tekfir meselesinde de ifrat ve tefrit akımları vardır. Herkes ötekini veya herkesi tekfircilikle suçlayabilir. Sözgelimi, inançla ilgili meselelerde tahkik düzey isteyen ya da nazarı şart koşan (imal-i nazar talebi) Eş'arileri tekfircilikle suçlayanlar çıkmıştır. Hiç akla gelmeyecek bir şey! Gazali aksine İlcamu'l avam min illmi'l kelam gibi kitaplarıyla avamı bu alandan masun tutmuştur. Esasında kelamın ne kadar faydalı bir alan olduğunu da sorgulamıştır. O da Eş'aridir. Demek ki Eş'ariler tahkiki isteseler de avama şart koşmamışlardır. Akaitte nazarı şart koşanlara kızan selefiler fikih alanında da avama içtihadı şart koşmaktadır. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
Kısaca Mahmut İzzet cemaat içinde Kutupçu akımın temsilcisi olarak görülmektedir. Yakalanması sonrasında Mısır hükümetinin beyanları terör örgütü kurduğuna dair parçalar içermektedir. Bu elbette doğru değildir. Teoride şiddete yatkın olmak başka onu uygulamak ve hayata geçirmek daha başkadır. Mısır rejimi muhaliflerini sindirmek için basmakalıp bir biçimde Mahmut İzzet'i terör hücresi kurmakla suçlamaktadır. Aynı iddia ile daha önce Dr. Muhammed Kemal müsademe süsü verilerek infaz edilmiştir. Mısır rejimi dışarıda infaz edemediklerini ağır çekimle hapishanelerde öldürmekte ve en azından süründürmektedir. Devlet şiddeti ve terörü uygulayan bizzat Nasır'dan itibaren ülkeyi yöneten askerlerdir ve Sisi bu alanda tüy dikmiştir. Ben şahsen Ömer Telmisani çizgisini kendime daha yakın ve sıcak bulurum. Bununla birlikte Sedat ona da ötekiler gibi muamele etmekten çekinmemiş ve koskoca adamı ve üstelik eski arkadaşını hapse atmıştır. Azgınlığın sınırı yok hele elinde güç bulunduranlar nezdinde!
Mahmut İzzet, Sisi'den 10 yaş büyük. 1944 yılında dünyaya gelmiş ve İhvan ile 1953 yılında tanışmış ve 1962 yılında saflarına katılmış. 1965 yılında Medrese-i Yusufiye yani hapis ortamıyla tanışmış. 1993 yılında yine hapishane ortamıyla ikinci kez yüz yüze gelmiş ve 2000 yılında hapisten çıkmıştır. 2013 yılında Rabia ve Nahda olaylarından sonra Rehber Muhammed Bedii'nin içeri alınmasıyla birlikte firar etmiş ve cemaati gıyaben işgüder olarak yönetmiştir. 2016 yılında İhvan mensuplarına yönelik bir manifesto yayınlamış onları insani yönü olmayan maddi medeniyete ve temsilcilerine karşı uyarmıştır. Kısaca dünya sistemini ilkelere değil çıkarlara hizmet eden, dayanan bir sistem olarak tanımlamıştır. Ona göre bu düzenin dümeninde İsrail ile ABD bulunmaktadır. Daha önce de Muhammed Gazali bu sistemi ve temsilcilerine Deccal sistemi olarak tanımlayacaktır.
Saddam'ın sağ kolu İzzet Duri 2003 yılından beri 17 yıldır firar halindedir, ölüp ölmediği bilinmemektedir. 7 yıldır firarda olan Mahmut İzzet'in de 2013 yılında vefat ettiğine dair söylentiler çıkmıştı. Yakalanması bu söylentilere ket vurmuş ve fiili bir cevap olmuştur. Kimileri rejimin yakalanmasını değerli av olarak tanımlamasından yola çıkarak cemaatin 2013 yılından beri bağlantılarını ifşa edebileceğini ifade etmektedir. Cemaat bağlantılarını çözebilirler ama bu bağlantılar arasında gerçek anlamda yasadışı faaliyetlerin olduğunu zannetmiyoruz. Yasadışı olan rejimin kendisidir ve haksız yere Hazım Ebu İsmail ya da Ebu'l Futuh gibilerini hapislerde tutuyor, çürütüyor. Rejimin hukukla en küçük bir bağlantısı yok ki yargıladıklarının suçla bir bağlantısı olsun. Hukuk olan yerde suç olur.
Mahmut İzzet'in yakalanması İslami hareketlerin en dip noktada bulundukları bir ana denk gelmiştir. Ya da karanlığın aydınlığa en yakın olduğu noktayı temsil etmektedir.
Kederlenmemek elde değildir. Çok üzücüdür. Mağdurlar kervanına bir yenisi daha katılmıştır. Kardavi'nin ifadesiyle esbap sukut ettiğinde inayet belirir. Zannederim mazlum kitleler de inayet-i ilahiyeyi bekliyor.