Irak hükümeti veya müteakip hükümetleri ABD ile İran arasında gidip geliyor; rotasını bulmaya ve tayin etmeye çalışıyor. Yaklaşık 17 yıldır durum bu merkezde. Yalpalayarak devam ediyor. Zaman zaman rota tayin etme gerilimi had safhaya çıkıyor. İran'a mesafe koymak isteyen hükümetler içeride İran'ın vekillerinin sıkıştırması ile karşılaşıyor. Irak hükümeti kendisine gelmeden bu ikilemi aşması, rotasını tayin etmesi imkansız olacaktır. Dolayısıyla çifte bağımsızlığı kazanmak zorundadır. Hem ABD'den hem de İran'dan yakasını kurtarmalı, bağımsızlığını kazanarak kendi göbeğini kendi kesmelidir. Yoksa Irak'ta kanama durmayacaktır. İran demek hem Lübnan hem de Irak'ta kanamanın devam etmesi demektir. İran Şii Pers kırması bir devlettir. Kendinden olmayan Şiilere de göz açtırmaz. Onları parya olarak görür. Sadece nüfuzu için besleme veya lejyoner gruplar tesis ve tedarik eder. Hizbullah ve Haşd-i Şabi örneklerinde olduğu gibi. Şiiler arasında bir kast sistemi uygular. Yani Şiilere de hayrı yoktur, göz açtırmaz. Onların asabiyetlerini istismar eder. Rejimin karakterinin negatif olması nedeniyle Irak Şiilerine bir faydası olmadığı gibi temelde kendi Şiilerine de bir faydası yoktur. Onun kaynaklarını da çarçur eder. Rejime gönül verenlerin dışındakiler bunun farkına varmışlardır. Bu nedenle de rejimin tökezlemesini ve devrilmesini gözlemektedirler.
İran iyi bir kukla oynatıcısıdır. Şiilikle kitleleri aldatmaktadır. Bununla birlikte artık Şiiler de İran'a kazan kaldırıyorlar. Hala 'direniş ekseni' edebiyatı yapsalar da kimsenin aldırdığı yok. Aksine özellikle de Şiilerin ekseriyeti teşkil ettiği Irak'ın güney bölgeleri kıpır kıpır. Mezhep üzerinden sekterizm çekişmesi üreten İran şimdi Sünnilerin aradan çekilmesiyle Şii kitlelerle karşı karşıya gelmiştir. İran demek milis güçleri ve halkın ezilmesi ve onun ötesinde ölüm listeleri ve suikastlar demektir.
Bir zamanlar Lübnan'da Suriye'nin de aktif rolüyle birlikte ölüm listeleri teşkil edilmişti. Ölüm mangaları ölüm listelerindeki isimleri teker teker avlıyordu. Zaman zaman bu başbakan ve cumhurbaşkanları seviyesine kadar ulaşmıştır. Kimse masun kalamamıştır. Bu ülkede insanlar kim vurduya gitti ve gidiyor. Cumhurbaşkanlarından René Moawad başbakanlardan Refik Hariri bu listeden sadece birkaç isimdir. Adeta İran Devrimiyle birlikte milisler ve suikast timleriyle birlikte İsmaili daileri ya da Hasan Sabbah'ın fedaileri hortladılar, yeniden dirildiler. Hayat sahnesine çıktılar. Irak'ta İran'a yönelik gösteriler arttıkça baskı ve suikastlar zinciri de genişliyor. Bu suikast zincirinin son halkalarından ve kurbanlarından birisi terör örgütleri uzmanı ve analizcilerinden Hişam el Haşimi olmuştur. Bunun Mustafa Kazimi hükümetine yönelik bir uyarı ve mesaj olduğu da bir gerçektir. Denildiği gibi filler tepişiyor, arada çimenler eziliyor. Çiçeği burnundaki Iraklı insan hakları aktivistlerinden tabibe Riham Yakup da yine keskin nişancıların hedefi oldu. Bir zamanlar Sırpların Bosna-Hersek'te işlediği cürümler, suikastlar Irak'ta Şiilerce işlenmektedir. Son sıralarda milisleri kışkırtanlardan birisi eski başbakanlardan Nuri Maliki olmuştur. Bunların hükümetten indirilmeleri de yetmiyor. Cezalandırılmadıkları müddetçe ya da nefes almaya devam ettikleri sürece başkalarına zarar vermeye devam edeceklerdir. Şerir tabiatları bunu gerektirmektedir. Basra'nın İran eksenine karşı direniş ikonlarından birisi olan Riham Yakup aracında üç arkadaşıyla birlikte giderken çapraz ateşe alınmış ve bir arkadaşıyla birlikte öldürülmüştür. Ondan önce de Tahsin Üsame adlı erkek aktivist de suikastla tasfiye edilmiştir. Bu suikastların gösterileri yeniden tetiklemesi üzerine kolluk kuvvetleri yine ölüm kusmaya devam etmişler ve bunun üzerine Başbakan Mustafa Kazimi Basra'daki polis ve milli güvenlik şeflerini görevlerinden almıştır.
Peki! Bunun arkasında ne var? Bunun arkasında İran'ın yürüttüğü kontrol dışı paralel devlet yapısı ve mekanizması var. Bu mekanizma Kasım Süleymani tarafından deruhte ediliyordu. Onun öldürülmesiyle birlikte boşluk yeni atamalarla dolduruldu. Devlet veya hükümet paralel mekanizmaya hakim olamıyor
Bunun altında da İran'ın nüfuz elde ettiği ülkelerde kurduğu ilişki biçimi ve katmanlı ilişkiler yatmaktadır. İran'ın Lübnan, Irak ve Suriye gibi ülkelerde kurduğu ilişki biçimini en iyi özetleyen Irak Dışişleri Bakanı Fuat Hüseyin olmuştur. Fuat Hüseyin'e göre Başbakan Mustafa Kazimi İranlılara şu mesajı göndermiştir: "Devletten devlete ilişki biçimini yeğliyor ve benimsiyoruz. Devletin kişilerle veya zümrelerle ya da gruplarla(milis güçleri, partiler vesaire) ilişki kurduğu bir düzeni istemiyoruz…" Ama batini İran böyle çalışıyor. Ülkelerin altını oyuyor. Zamanın dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de ABD'nin bu tarz politikasından yakınmıştır. 1971 yılında şöyle söyleyecektir. ABD altımızı oymuş da haberimiz yokmuş! Bundan dolayı İran'ın sızdığı ülkelerden hayır gelmez ve oralarda huzur aramayın! Şah İsmail de Sufi Beyazıt döneminde Anadolu'nun altını üstüne getirmişti ve açtığı rahneleri ve yaraları hala kapatabilmiş değiliz. İran rejimi hem kendisi hem de coğrafya için Arapların deyimiyle summun züaf yani halis/katıksız zehirdir. Felakete sürüklemektedir. Son çare dağlanmasıdır. Bunu bizim adımıza elbette ABD yapacak değildir ABD İran'ı kullanarak kargaşadan yararlanmanın peşindedir. Bu görev bölge halkına ve duyarlı temsilcilerine düşer. Bu belanın büyümesinde idraksizliğin ve duyarsızlığın payı büyüktür.
Mustafa Kazimi İran ile ABD arasında ulak ya da postacı olmadıklarını söylese de İran tarafından bakıldığında mesele böyle görünmektedir. Iraklılar ve emsalleri reşit olduklarını ispat etmedikçe de bu kısır döngü kırılamayacaktır.