Aşura yani onuncu gün üzerinden Hazreti Musa ile Hazreti Hüseyin arasında bir münasebet tesis etmek ve köprü kurmak mümkün. Kerbela faciası Muharremin onuncu günü gerçekleşti; Hazreti Musa da bugün Firavuna galebe çaldı ve Mısır'dan çıkış (huruç) olayı gerçekleşti. Bu itibarla, Hazreti Musa ile Hazreti Hüseyin arasında derin bir münasebet var. Kur'an-ı Kerim'de Firavunun vaktiyle Mısır toplumunu bölük pörçük (şiyean) ettiği, kamplara ayırdığı ifade edilmektedir. Kasas Suresi ayet 4'te Firavun ve Beni İsrail'in durumu şöyle dile getiriliyor: Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara (Şialara) ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Hazreti Musa Firavunun parçalara ayırdığı toplumun bölüklerden birinin lideridir. Kısaca mustazafların veya ezilmişlerin ve alttakilerin lideridir. Mustazaflar şia'sının, fırkasının önderidir. Hazreti Musa Mısır'da iki kişinin kavga ettiğini ve kavgaya tutuştuğunu görüyor. İçlerinden birisi onun yandaşlarından (şiatihi) birisiydi ve rakibini, ötekini yani yerliyi, Kıptiyi bir vuruşta, bir yumrukta yere seriyor. Kur'an ifadesiyle masum birini (nefsen zekiyyen) öldürüyor. Musa Aleyhisselam'ın uğradığı fitnelerden birisi de budur. Bebeklikten beri karşılaştığı aksilikler yakasını bırakmıyor ve nedenle de asabi ve öfkelidir. Celal sıfatını kazanmış, kuşanmıştır ve bu nedenle de hem yardımcı olarak Harun ile taltif edilir hem de Hızır'a yoldaş olur. Lakin bu beraberlikler Hazreti Musa'nın karakterinde pek değişiklik meydana getirmez. İlgili ayet ve ayetlerde Firavunun Mısır halkını şiyean (fırkalara) parçalara böldüğü ve bir kısmını mustazaf hale getirdiği yani güçten düşürdüğü ifade ediliyor. Firavunun mustazaf hale getirdiği bölüğün başında da Musa Aleyhisselam vardı ve Şiasından birisiyle kavga eden Mısırlı Kıptiyi görünce kendinden olana yani Şiisine arka çıktı. Burada 'Şii' kasttan biri anlamında sosyolojik düzeyde kullanılıyor, yandaş anlamındadır. Sosyal katmanlar ve kastlar ifade edilmektedir. Bu ayetlerde anlatılan husus sosyolojik boyuttadır yoksa dini bir boyutta değildir. Elbette Firavun ile Musa Aleyhisselam arasında ihtilafın dini bir boyutu olsa da sosyal bir boyutu daha vardır. İmanla ilgili dini kitlelerle ilgili sosyolojik boyutu vardır. Firavun her şeyden önce Beni İsrail'e ayrımcılık uyguluyor ve zulüm ediyordu. Meselenin temelinde zulüm ve ayrım var. Zulmün araçlarından birisi de yabancıları yani Mısırlı-yerli olmayanları sınıflara ayırmaktı.
Beni İsrail'in Mısır'dan hurucuyla birlikte sosyolojik anlamda teşeyyü yani gruplaşma, kitlesel dalgalanma sona ermiştir. Gerçek ve dini anlamda Musa ve kavmi Şii olsaydı bu statü veya vasıf devam ederdi. Firavun ile birlikte sınıflara dayalı ayrımcılık da sona ermiştir.
İslam'da Şiilik ise Hazreti Hüseyin'in Irak'a; Kufe'ye davet edilmesi, gitmesi ve Kerbela'da sıkıştırılması ve şehadetiyle birlikte taazzuv ediyor, organik hale geliyor ötesinde dini bir vasıf kazanıyor. Siyasi itiraz ve başkaldırı dini bir mecraya dökülüyor, dönüşüyor. Kerbela ile huruç olayı aynı güne yani Aşura gününü denk geliyor, bu iki hareketin sonucu ise aynı olmuyor. Huruç ile birlikte Hazreti Musa Şiasını yani yandaşlarını zafere ulaştırıyor. Kavmini sahil-i selamete çıkarıyor. Buna mukabil Hazreti Hüseyin'in taraftarları yani tabir caizse kurucu Şiiler onu yüzüstü bırakıyorlar ve çok az bir kalabalıkla birlikte Kerbela'ya vasıl oluyor ve burada Kabil ile Habil boyutlu acı bir olay yaşanıyor. Dolayısıyla Aşura gününde zıt kutuplu olaylar meydana geliyor. Şiiler de Kerbela üzerinden hukuklarının gasp edildiğini ve Ehl-i Beyte karşı ayrımcılık güdüldüğüne inanıyor. Elbette Emeviler Hazreti Hasan ile sulh senesinde yaptıkları akde, ahde vefa etmiyor ve anlaşmaya bağlı kalmıyorlar. Önceki tezler kapalı ve tartışılır olmakla birlikte Hazreti Hasan ile yapılan uzlaşmanın maddeleri uygulanmadığı açıktır. Bunlardan birisi de geçici yani Muaviye döneminden sonra saltanata değil asli sisteme yani şuraya rücu edilmesi ve geri dönülmesidir. Burada Hazreti Hasan şurayı savunurken Hazreti Hüseyin şuranın hukukunu savunmuştur. Karşı taraf ise de facto bir biçimde saltanatı savunmuştur. Halbuki, gelenekte Şiiler, Ehl-i Beyt saltanatını savunuyor Sünniler de, şurayı savunuyor görünüyorlar. Bu da gösteriyor ki nazariyatta Emevilerin tezi Sünnilerin tezi değildir. Hazreti Hasan'ın tezi de Şiilerin tezi değildir. Emeviler saltanatı fiiliyatta Şiiler ise teoride savunuyor. Hazreti Hasan hakkından feragat ederken karşı taraf umumun hakkını kendisine transfer ediyor. Yani şura gaspında bulunuyor. Burada bir gasp var ama saltanat gaspı değil şura gaspıdır. Emeviler Ehl-i Beytin saltanat hakkını değil umum Müslümanların şura hakkını yani siyaseti belirleme hakkını gasp ediyor. Bu da tarih içinde nübüvvet yöntemi üzerine olan hilafet merkezli siyasi rejimin mecrasını değiştiriyor. Bununla birlikte Şiiler genel hatlarıyla tezlerini Gadir-i Hum yani vasiyete ve bu vasiyetle ilgili naslara dayandırıyorlar. Kerbela meselesi de işi kızıştırıyor. Böylece ümmetin iki yakası açılıyor. Sünniler Hazreti Ali ile ilgili atıfların umumi olduğunu ve dini bir hanedanlık emrine amir olmadığını ifade ediyorlar.
Burada Hazreti Harun ile Hazreti Ali arasında bağlantılar kuruluyor. Hazreti Harun'un soyu ile Ehl-i Beyt arasında simetriler bulunmakla birlikte farklılıklar da vardır. Harun Aleyhisselam Musa Aleyhisselam'dan üç yıl kadar önce vefat ediyor. Hazreti Ali ise Hazreti Peygamberden yaklaşık çeyrek yüz yıl sonra (25 yıl kadar) şehit ediliyor. Kohenler yani Beni İsrail'de din adamları Harun Aleyhisselam'ın soyundan geliyorlar.
Ehl-i Beyt'le ilgili tezlerin bir an doğru olduğunu kabul edelim; bunun Şiilere bir yararı var mıdır? Gelmiş geçmiş, tarihi kavgalardan ibaret kalmıştır. Tarihin süzgecinde bu meselede de adaletten yana olsak da kavgasını gütmeyiz. Aksine, tarihi süreçte zinhar Şiilerle Ehl-i Beyti birbirlerinden ayırmamız gerekiyor. Şiilik asabiyetten ibarettir. Ruhtan değil kemikten ibarettir. Ehl-i Beyt ehli hak Şiiler ise ehli asabiyettir. Yani haklı haksız kendilerini hep üstte sanırlar, algılarlar. Şartlar gereği çok az kısmı Hazreti Hüseyin'e sadakat gösterirken büyük kısmı zamanla paralı asker haline gelmiş ve kim daha çok verirse onun safında çarpışmaya başlamıştır. Bu yüzden onlardan menkul şu söz pek meşhur olmuştur: Gönlümüz Hüseyin ile, kılıçlarımız Yezid ile birliktedir. İdealden hareket etseler de fiiliyatta ve tarihte paralı kılıç haline gelmişlerdir. Yani cüzdan vicdanı geçmiştir. Hüseyin'in intikamından bahseden ve öç alma derdinde olan Şiiler hep yanlış kesimlerden öç almışlar yani zulme bulaşmışlardır. Tarihin bu vetiresinde bu durum bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Kerbela'yı tersine çevirmişlerdir. Son 20 yıl içinde en azından 3 milyon Müslüman Arap kitlesini katletmişlerdir. Buna mukabil pek nadir İsrailli, Amerikalı veya Batılı öldürmüşlerdir. Dolayısıyla Kerbela algısı hakikatinden ayrılarak tarih içinde kartopu gibi büyüyerek büyük zulüm çanağı haline gelmiştir. Bu itibarla Hazreti Hüseyin Şii değildir. Hazreti İbrahim nasıl hanif ise ve Hristiyan ve Yahudi değilse Hazreti Hüseyin de Şii değildir ve Şiilikten ve kendisi adına yapılan zulümlerden de beridir. İslam ismi ona kafidir. Hazreti İbrahim Yahudi ve Hristiyan olmadığı gibi son İsrail-BAE anlaşmasına 'İbrahimi anlaşma' adını yakıştıran Trump gibilerden de beridir. Bugünkü Hristiyan veya Yahudiler iddia düzeyinde İbrahimi olsalar da bu gerçek değildir. Hazreti Hüseyin Yezid'e karşı çıkışında son derece haklıdır lakin çizgisi Şii kitleler tarafından saptırılmıştır. Öbür yakada çağdaş Vehhabi zihniyetini temsil edenler (Camiye gibi), devleti kutsayanlar zamanla Hazreti Hüseyin'in çıkışına isyan damgası vurdukları gibi Yezid'e de devlet diye selam durmuşlardır. İşte iki zıt kutbu temsil eden Şiilik ile Vehhabiliğin modern hikayesi ve portresi. Hazreti Hüseyin çığırı Yezid'e karşı çıktığı gibi günümüzdeki Yezid sıfatlılara da karşı çıkacaktır. Hazreti Hüseyin devrimci bir kişiliğe sahip olsa da asla bir nefret figürü değildir.
Her yıl Şii kitleler Kerbela törenlerinde tatbir adeti denilen Hristiyanlıktan devşirme adetlerle bu tarihi günü tiyatroya çeviriyorlar. Ciddiyetini gölgeliyorlar. Ürdünlü yazar Yaser Zaatre Şiilerin hak-batıl tasnifinde Suriye'de tercihlerinin hakkın uzağına düştüğünü ve batılın ve Beşşar'ın yanında saf tuttuklarını hatırlatıyor. Hüseyin sloganı atmakla birlikte Yezid'in safına düşmüşlerdir. Seyyideti Zeyneb'in kabrini koruma adına Suriye halkının sinesini dağlamışlardır. Bir mezarı koruma adına binlerce canı yakmışlardır. Tarihin en büyük dramı, adalet adına zulüm çarkını işletmek, zulmün yanında durmak olsa gerek. Bu Kerbela'yı bile aşmış bir dramdır.