Arama

Mustafa Özcan
Eylül 17, 2020
Osman Akkuşak’ın ardından

Artık 'rahmetli' takısıyla anacağımız Osman Akkuşak Bey ile 1988 yılında tanışmış olmalıyım. İstanbul'a ikinci gelişimden sonra. İstanbul'a birinci gelişim, Sakarya'dan oldu. Bir ara Minamak Asansörleri'nde tercümanlık yaptım ve bu vesile ile Sakarya'dan İstanbul'a gelmiş bulundum. İlk gelişimden itibaren Kadıköy ile Göztepe arasını mekan tuttum. Bugüne nazaran İstanbul o günlerde bakir sayılırdı. Bundan dolayı tenhalarda romantizm yaşamak mümkündü. Kadıköy ile Ümraniye sık gittiğim yerler arasındaydı. Tenhalıktan dolayı özellikle Kadıköy'de canım sıkılırdı. Bugün ise iğne atsan yere düşmüyor. Adeta Kahire'den bir kare. İstanbul'a ikinci gelişim Ankara'dan sonra oldu. Tam da 1988 yılıydı. Birbiri ardına rahmetli olan zevattan Nevzat Yalçıntaş, Şevket Eygi'nin ve dolayısıyla çalıştığım gazetenin mekanına sık uğrardı. Danışmanlık yapıyordu. İlk defa Osman Akkuşak'ı böyle bir ortamda tanıdım. Kendi gelmeden avazı ve sesi önden geliyordu. Adeta ön ve yol açıyordu. Yalçıntaş merhumdan kaçmak ister gibiydi. Yok deyin ya da beni saklayın der gibi bir hali vardı. Osman amca ise bu tür mahfillerin gediklisi idi. Ondan sonra gide gele Osman amcaya alıştık ve ahbap olduk, birbirimizden kopamaz hale geldik. Şevket Eygi bekar yaşadığından dolayı izin falan kullanmazdı. Biz de mecburen mecburiyetten ona uyardık. Şöyle dediğimizi vaki idi: Ya Şevket Eygi evli olaydı ya da biz bekar kalsaydık! İki tarz bir arada gitmiyor. Şevket Eygi işe belediye otobüsleriyle gider gelirdi. Biz de izin kullanamadığımızdan eve ödün kömür tedarikinde zorlanırdık. Neyse ki Osman Akkuşak o günlerin hatırası olarak kaldı. Osman amca avareliği severdi pek düzene gelmezdi. Bende de böyle bir damar vardı. Dolayısıyla avareler olarak birbirimizi anlar ve tamamlardık. İş yerinin hemen dışında dükkanlar veya lokantalar vardı. Osman amca su tiryakisi idi. Mutlaka akşam iş çıkışından sonra mutat olarak lokanta veya dükkana uğrar bir şişe suyu gövdeye indirirdi. Osman amca düzenli olarak çalışmıyordu ama takılacak bir yer bulmuşken düzenli olarak geliyordu. Anlatmak istediğim avare olmakla birlikte yaşamı da severdi. Tutku derecesinde hayata bağlıydı. Yoksa 89 yaşını görmesi ve kendi şartları içindeki birinin o yaşa kadar hayata direnmesi asla kabil değildi. Hayata dört elle sarılıyor ve tutunuyordu. Adam bize geldiğinde kolesterol derdinden dolayı yumurtanın sarısını bile ayırırdı.

Bazen bu vetiredeki hayattan usanırdı ve evlenmeyi hayal ederdi. Ama evlenmek yerine yuvalandı ve son yıllarını bir huzur evinde geçirdi. Osman Akkuşak renkli bir kişilikti. Şakalaşmayı ve gülmeyi severdi. Devlete yönelik en küçük bir eleştiriye ise tahammülü yoktu. Ciddi tarafı burasıydı. Biz de onun bu üslubundan dolayı kışkırtıldığımızı hissederdik. İstemeden de olsa muhalefet diline başvururduk. Besbelli vatanla birlikte fırtınalı günler atlatmıştı ya da kendisinden daha yaşlı kuşaklardan buna dair çok şey duymuştu.

Yeni Şafak günlerinde Osman amca sık sık gazeteye gelirdi. Sonra düzenli düzensiz yazmaya başladı. Bizim odada bir çeviri masası vardı ve genellikle Necmi Güzeltuna Batı dillerinden çeviriler yapardı. Rahmetli Necmi Güzeltuna da Osman Akkuşak gibi öğretmen emeklisiydi. Bir ara Pirelli'de İtalyanlara tercümanlık da yapmıştı. İkisi akran olduklarından birbirinin yanına gelirlerdi. Dış haberler servisi de kalender bir servisti. Sohbet severler buraya damlarlardı.

Bir iki yıl arayla her ikisi de Fatih Camii'nin haziresinden kaldırıldı. Aynı musalla taşını paylaştılar. Son yolculuklarına bir ikindi öncesi veya sonrası çıktılar. Yeni Şafak'ta iken bazen Osman amcayı bizim eve buyur ederdik ve bizim Fahri dedesi gibi kendisine yakınlık gösterirdi. Yeni Şafak'tan ayrıldıktan sonra her ikisiyle de münasebetim fiziki şartlar gereği azaldı. Lakin gıyaplarında ilgim devam ediyordu. Geçmişte Net TV'de konukların randevularıyla ilgilenen Esra Barık'tan sık sık Osman amcayı sorardım o da Osman amcayı anmanın bir ifadesi olarak gülerek gelip gelmediğini anlatırdı. Anadolu yakasında kaldığından ve yaşlılıktan ötüre bu tarafa eskisi kadar gelemiyordu. Ama hatıraları elden ele dilden dile dolaşıyordu.

Osman amcanın iki alamet-i farikası vardı. Birincisi kendisiyle bütünleşen ve başından yaz kış hiç eksik etmediği cumhuriyet şapkası, ikincisi de eskiye veya kimilerine göre eskimeze kaçan dili idi. 'Buna inzimamen' ifadesini bir 12 Eylül'de sol partinin başına geçen ama hiçbir varlık gösteremeden Türk siyasi hayatına veda eden Necdet Calp bir de Osman Akkuşak amcadan duyardınız. Genellikle yalnız olduğundan kitap karıştırmayı severdi. Ama sohbeti daha çok severdi.

Osmanlı için 'son insanlık adası' tabiri kullanılır. Belki de 1990'lı yıllar bizce kuşak olarak, son dostluk adalarının yaşandığı yıllardı.

Osman amcanın iltifatları da bol keseden idi. İltifatta Şirazlı Hafız ile yarışabilirdi.

"Eger ân Turkî-i Şîrâzî be-dest âred dil-i mârâ

Be-hâl-e hindûyeş bahşem Semerkand û Buhârârâ"

(O Şirazlı Türk (güzel) bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul eylerse

Onun siyah benine Semerkand'ı da bağışlarız, Buhara'yı da)

Büyük Emir Temür, Hafız'ın kenti Şiraz'ı fethedince şairi huzuruna getirtir ve azarlar:

— Semerkand ve Buhara gibi gözbebeğimiz iki şehrimizi bir güzelin kara benine nasıl feda edersin behey adam?

Hafız üzerindeki yırtık pırtık giysileri işaret eder ve şöyle cevap verir.

— Zaten vere vere bu hale düştüm padişahım!

Velhasıl Osman amca da iltifatta Hafız gibi gani gönüllü idi.

Osman amca ölümünde de dostlarını buluşturdu

Osman Amcanın cenazesinden sonra dostları çay ocaklarına kümelenip oturmuşlar ve geride kalan sağlamları saymaya başlamışlardı. Artık dostlar ve yarenler birbirlerini ancak cenaze sonrasında kahve köşelerinde görebiliyorlar. Devlet adamı ve yazar Mümtaz Sosyal'ın ifadesiyle birer ikişer vuruşarak bu hayattan çekiliyoruz. Uful devri mi, hazan devri mi ricat devri mi, ne derseniz deyin!

Osman amcanın cenaze namazının ardından semtimizden dostumuz ve Yazarlar Birliği mensup ve yöneticilerinden Muzaffer Doğan beyle karşılaştık. O da bizi Yurdanur Abinin bulunduğu bir ortama götürdü. Orada Halil Duruk, Reşad Şen gibi eski dostlarla karşılaştım. Siluetimiz dahi değiştiğinden, eskidiğinden ilk bakışta bazılarını tanımakta zorluk çektim. Sakallarımıza saçlarımıza kır düşmüştü. Artık ömrün kışını haber veriyorlardı.

Cenazeler dostluğun mezar taşları gibi. Harabeler şehirlerin mezar taşı ise cenazeler de dostlukların mezar taşı. Önden gidenlere selam ve rahmet olsun…

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN