Bosnalı ama kendince Boşnak olmayan Meşa Selimoviç 1970'li yıllarda olmalı 'Dervişin Ölümü/death and dervish' romanını kaleme almıştır. Kitabı okumadım ama hayallerimi hep süsledi, zenginleştirdi. Bu nedenle kitabına olmasa bile başlığına şükran borçluyum. Derviş ve Ölüm yerine dervişin ölümü adını yeğlerdim. Bence daha uygun bir başlık olurdu. Zira şeffaf bir dünyanın adamı olan derviş katı ve yoğunlaşmış bir dünyanın kurbanı olmuştur. Zemini öldüğünden kendisi de hükmen ölmüştür. Derviş bir yaşam tarzını benimser ve temsil eder, bu yaşam tarzı bir yaşam alanının uzantısıdır. Yaşam alanı kalmayan veya daralan dervişin yaşam tarzı da ölecektir. Derviş yaşam alanı öldürülmüş olsa da şanslı insandır. Bu yönüyle müritten daha şanslıdır. Gönlünün gölgesinde, havzasından başka bir mekana muhtaç değildir. Sufiler seyr-i sülükte gönülde kat edilen yollardan çöllerden bahsederler. Dolayısıyla gönülde ikame edilen bir alan vardır. O alana kimse giremez, muttali olamaz. O alan Allah'a hastır, adanmıştır. Derviş müritten farklı olarak tek başına yaşayabilir. Düzene (tarikat) ve ihvana muhtaç değildir. O dünyaya boş vermiş adamdır. Kurulu yapılara veya düzene ihtiyacı yoktur. Onun tekkesi gönlüdür. İlk dönemlerden itibaren şeyh veya pirin yani tarikat ocağının postnişinin kibrit-i ahmer gibi azaldığı söylenmiştir. El hak doğrudur. Cüneyd gibi biri yeryüzüne bir defa gelir. Sürekli şeyhler konusunda uyarı üzerine uyarı yapılmıştır. Aldananlara Uyarı/ Tenbih el Muğterrin kitabında Abdulvahhab Şarani ' günümüzde bir Mısırlı sufiyi havada uçarken dahi görsen, aldanma!' demiştir. Aldanan adam profesyonelleştikçe aldatan adama dönüşür. Aldatmaya başlar.
1800 ve özellikle 1850 yılları ve sonrasında hem Osmanlı topraklarında hem de Cezayir gibi garp ocaklarında tarikatlar ve tarikat erbabı solmaya başlamıştır. Adeta tarikat ve tekkeler solmuş ve 'eseren bade ayn' dedikleri gibi suyun derinlere çekilmesi(gavr) gibi derinlere çekilmiştir. Pınarları kurumuştur. Afaktan çekile çekile enfüs dairesine yani İnsan gönlüne hapsolmuş, sığınmıştır.
Günümüzde şeyhlik kurumu hala işlevini sürdürüyor mu?
Yaşadığımız dünya karmakarışık, duygular da öyle. Ölçüye ve mizana gelmiyorlar. Kırsal merkezli yerleşik düzenden şehir merkezli göçebe düzenine geçtik. Akşam ve sabahımız belli değil. Hız çağına anaforuna tutulmuş bir dünyada karar bulamıyoruz. Dolayısıyla bu dünyada düzeni ifade eden mürit veya mürşitlik ilişkisini sürdürmek ve kalıbını muhafaza etmek kolay değil. Hayat düzeni genellikle bağları ve özellikle manevi bağları gevşetiyor, aşındırıyor, koparıyor. Bununla birlikte Mevlana'nın sazlık benzetmesindeki gibi insan gönlünün istikametine doğru akıyor. Su mecrasını bulmaya çalışıyor. Sürekli olarak içinde yeşerttiği cennetini özlüyor ve gözlüyor. Bu gelgit içinde hayatını sürdürüyor. Selahaddin Eyyübi ve Fatih'in yapmak istediği gibi kolayını bulsa kasvetle meşbu devlet çarkından, asker ocağından kendini tekkeye atacak; gönlünün dinlendiği mekana kaçacak! Fırsatını bulamıyor ama bir gözü hala kendisini tekkeye götürecek yolda.
Tarikatlar zamanla zeminini kaybettiğinden dağıldılar ve varlıklarını büyük çapta kaybettiler. Ayakta kalanlar ise aslını ve usulünü kaybetti. Ama onun öz hali olan tasavvuf gönüllerde yaşamaya devam ediyor. Tasavvufun vatanı tekkeler değil gönüllerdir. Gönül tekkeleri sevgi ile aşk ile nefes alıyor. Tasavvuf kimi tekkeler gibi iddia düzeyinde değil ihtiyaç düzeyindedir. Denilenler doğru, tarikatlar maddiyat asırlarında geriye çekildi, izmihlale uğradı. Kalp veya gönül ise tekke derdinde değil sohbet ve canan derdinde. Burada yapısal olan ile varlıksal olan arasında bir ayrışma gözleniyor. Yapısal anlamda tasavvufun kurumsal uzantı ve unsurları olan tarikatlar veya tekkeler gerilemeye başladılar. İşte burada varlığı temsil eden dervişlik öne çıktı. Dervişlik tekkeye bağlı olmayan serazat sufilik demektir. Derviş serazat bir ifadedir. Zahitliktir. Gönlü dünyayla kaptırmamaktır. Dünyaya metelik vermeyen adamdır. Ahiret serdengeçtisi. Hiyerarşik bir düzene muhtaç değildir. O bir üveysidir. Yani bağlantısızdır. Mekana bağlı olmayan sufidir. Hamalı son büyük şeyhlerden Halid el Bağdadi'nin halifelerinden Muhammed el Hamid artık klasik anlamda şeyhlik makamının kalmadığını onun yerine teberrük şeyhliğinin aldığını, geçtiğini söylemiştir. Yani tasavvuf artık zemine göre kabuk değiştiriyor ve dönüşüm geçiriyor. Zemini kalmayan bir şeyi farklı bir ortamda yaşatmak gerekiyor. Bunun için de mekandan hatta zamandan azat bağımsız bir dervişliğin hayat bulması gerekiyor. Dervişlik gönül yolu olduğundan zamanın üzerine çıkar. Yeni şartlara göre yeni şeyler söylemek ve yapmak gerekiyor.
Mevlana bunu şöyle ifade etmiş:
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım"
Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.
Tasavvufun özü sevgiyi daim ve hakim kılmaktır. Uçucu dünyanın tek kalıcı unsuru sevgidir. Daima gönüllere yol bulur.
Günümüzde tasavvufun saklı misyonu nedir? Günümüz insanı için neyi ifade eder, nasıl hitap eder, sorularının cevapları aranmıştır. Said Havva,' Ruhi Terbiyemiz' adlı eserinde ve Erol Güngör, ' İslam tasavvufunun meseleleri' adlı eserinde meseleye yeni açılımlar getirmiş, ufuk açıcı taramalar yapmıştır.
Tarikatların çözülmesiyle birlikte yerlerini ondan bozma cemaatler aldı. Cemaatleri iki şekilde ele almak gerekir. Saf şekliyle mensuplarının etkileşim içinde bulunduğu manevi cemaatler, ikinci olarak da organize cemaatlerdir. Organize cemaatler zaman zaman hazirenin, çitin dışına çıkmış ve komita halini almıştır. Bunlar içten ve dıştan önlem alınmazsa kolayca devlet altı zorba yapılara dönüşebilirler. Bu da onları bir nevi cemaat-tarikat mafyası yapar. En ulvi yol en süfli yol haline gelir. Devleti ele geçirmeleri halinde İran'da Şah İsmail veya Suudi Arabistan'da Vehhabilerin yolunu izlerler. Onların karakterini kazanırlar. Cemaatler zamanla tarikatların yerine geçti ve bazen de bütün kalıplara hulul ettiler ve cıva gibi her alana yol buldular. Kimi cemaatler gönlü diriltmeye değil İslam binasını yenileme sevdasına düştüler. Bu cemaatlerden bir kısmı farkına varmadan komita kalıbına girdi. Cemaatler dünyevileştiler, manevi gücü ihmal ederek, maddi gücü temsil etmeye başladılar. Haliyle yozlaştılar.
Velhasıl, bir süreden beri tarikatların yerini alan cemaatler de miatlarını doldurdular. Her zaman bir şans daha vardır ve başa dönüş yolu açıktır. Yolların sonu başa çıkar. Romalıların her yol Roma'ya çıkar dedikleri gibi İslam dairesinde de yolların sonu yine başa çıkar. Bu ne demektir? Eskiyen ve demode hale gelen yapının ve yöntemin yerine asli yöntemin ikamesi. Kendini tashih ederek ve yenilenerek yoluna devam etmek.
Anadolu Selçuklularının yıkılmasının ardından cemaatlerin fiilen devlet aygıtının yerine geçtiğini görmüştük. Bu geçici devreden sonra asli meşgalelerine ve yapılarına geri döndüler.
Mustafa Özcan