Irak'ta Şii milisler devlet heybeti ile kanun otoritesini aşındırıyor ve ihlal ediyorlar. Bu nedenle biraz da Türkiye'nin şikayetleri ve askeri müdahaleleri sonucu Mustafa Kazımı hükümeti Sincar (Şenkal) boylarından PKK ile Haşd-i Şabi şakilerini kovma, tahliye etme, çıkarma kararı aldı. Bu kararı izah ederken de devlet heybetinin yeniden tamiri ve restorasyonu olarak tanımladı. Bununla birlikte Haşd-i Şabi rövanşını Bağdat'ta aldı ve Hoşyer Zebari'nin Haşd-i Şabi eşkıyasının Yeşil Hat boyundan temizlenmesi talebini Kürdistan Demokratik Partisinin Yeşil Hattaki karargahını yıkarak cevap verdi. Kanun tanımazlığını bir kez daha Kazimi hükümetinin yüzüne haykırmış oldu. Arkaları sağlam ve 'Irak'ta kimse İran varken mıntıka veya alan temizliği yapamaz', ' bize ilişemez' mesajını veriyorlar. Haşd-i Şabi bu mesajıyla birlikte 'İran ve ortakları, Kazimi hükümetinden daha büyüktür' mesajını iletiyorlar. Bu bir meydan okuma. Buna mukabil karargahları yakılan Irak Kürdistan Demokratik Parti temsilcileri sorumluluğu devlet heybetini temsil etmesi beklenen hükümete yıkıyor, yüklüyorlar. Muhatap olarak Haşd-i Şabi'yi değil hükümeti alıyorlar. Bunu yapanları da 'münfelit' unsurlar yani kontrol dışı kimseler olarak nitelendiriyorlar. Elbette yakma yıkma eylemini gerçekleştiren Haşd-i Şabi temsilcileri ise kendi unsurlarının bu eyleme katılmadıklarını ve eylemin göstericiler arasında yer alan muhibban seviyesindeki unsurların yahut sempatizanların taşkınlığı veya işi olduğunu söylüyorlar. Yani talimatlı değil kendiliğinden hareket etmişler, dolayısıyla üzerlerine sorumluluk almıyorlar. Maalesef yalancılıkta önde gelen kesimlerin başında siyasiler geliyor. İnanç gruplarının başında ise genellikle Şii unsurlar ve halk olarak da Acemler ve Ermeniler ve benzerleri geliyor.
Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el Mühendis'in Bağdat Havaalanı civarında Amerikalılarca öldürülmesinden sonra ortaya çıkan Haşd-i Şabi yanlısı yeni örgütler veya fason isimler gün ve saat ve adres vererek Kürdistan Demokrat Parti karargahını yakacaklarını duyurmuşlardı. Dedikleri vakitte ve saatte tehditlerini işleme de koydular. Bunlar arasında Rub'ullah ve Ahbabullah gibi garip isimler de yer alıyor. Bir hafta önce Erbil Havaalanına yönelik olarak İran yanlısı milisler tarafından füze atılmasının ardından Hoşyer Zebari bu Şii milislerini IŞİD'e benzetmişti. Onların da önce Bağdat ardından Erbil'e saldırdıklarını hatırlatmıştı. Buna kızan nevzuhur Şii örgütler önce tehdit etmişler 17 Ekim tarihinde de eyleme ve harekete geçmişlerdi. İran yanlısı örgütlerin Erbil'e saldırmalarının nedeni bölgesel yönetimi ABD'ye yakın olarak değerlendirmeleridir. Aynı şekilde Şii milisler Mustafa Kazimi hükümetini de birinci dereceden Amerikan yanlısı olarak tanımlıyorlar. Bir zamanlar ABD'nin birinci dereceden müttefikleri kendileri idi. Demek ki sıkıntı sıralamada. İkinci lige düşmek istemiyorlar.
Devletin heybetini yeniden sağlamak ve geri getirmek için zaman zaman ordu birlikleriyle Haşd-i Şabi çeteleri karşı karşıya geliyorlar. Bazen de ordu birlikleri halkı Haşd-i Şabi unsurlarının elinden alamıyor. Nitekim Selahaddin vilayetinde Beled kasabasında Haşd-i Şabi unsurları yaklaşık 12 kişiyi infaz ediyorlar. Bunlardan 8'inin cesedine ulaşılırken diğer 4'ünün cesedine ulaşılamamıştı. Yine aynı vilayet içerisinde yer alan Ferhatiye kasabası da benzeri bir hal sezen Sünni halk kasabayı boşaltmıştı. Bu halde çadırlarda yaşayan hala binler veya yüz binler var. Bunun nedeni Irak hükümetlerinin gevşekliği, kötü yönetimi ve halkın üzerindeki milis baskısıdır. Ferhatiye kasabasına ordu birlikleri sevk edilse de hala Irak'ta asayişsizlik hali devam etmektedir. Irak'ta iki başlı bir devlet görünümü var. Görünen devlet görünmeyen devlete söz geçiremiyor. Görünmeyen devlet olan Haşd-i Şabi arkasını İran'a yaslanmış, dayamış bulunuyor. Bu tablo aynen kimi HDP yanlılarının Meclis'te arkamızı Kandil'e dayadık sözlerini hatırlatıyor. Haşd-i Şabi mensupları Sincar bölgesinde PKK ile ortak halindeler. Dolayısıyla bölgenin boşaltılması konusunda PKK adına merkezi hükümete Haşd-i Şabi direniyor. Baskı kuruyor ve hükümetin talimatlarını dinlemiyor. PKK-Haşdi ortaklığına karşı Mesut Barzani ile Mustafa Kazimi hükümeti de birbirlerine daha yakın duruyorlar. Birinci grup yani Haşd-i Şabi İran'a yakın dururken ve ondan talimat alırken ikinci grup ise ABD ile daha iyi anlaşıyor. Haşd-i Şabi-PKK ittifakına karşı ikinci grubun göreceli olarak Türkiye'ye de daha yakın durdukları da söylenebilir.
Tarih şahittir ki, Bağdat oldum olası Şii iktidarların gölgesinde biteviye, sürekli kargaşa yaşamıştır. Zira çekişmeli bir ülkedir. Bugün de tarihin izlerini taşıyor ve yine Şiilerin hakimiyeti altında huzur yüzü görmemektedir. Bu da gösteriyor ki Şii gruplar Irak'a yönetmeye ehil değiller. İran'ın değil Arap dünyasının kültürel havzası, uzantısı olan Irak'ın kaderi Arap ve Sünni ülkelerle birliktedir. Aksi takdirde ülkenin kaderi bugünkü gibi kargaşaya yuvarlanmaktır. ABD Irak'ın yeraltı zenginliklerine sahip olabilmek için ülkeyi İran ile ortak bir şekilde paylaşmış ya da Suudi Arabistan eski Dışişleri Bakanı Suud el Faysal'ın ifadesiyle, 2003 sonrasında Amerikalılar sistematik bir şekilde Irak'ı altın bir tepsi içinde İran'a sunmuşlardı. Halk şimdi bunun ateşiyle dağlanıyor.
Yakası açılmadık yeni isimler ve örgütler
Haşd-i Şabi ile bağlantılı örgütlerden birisi olan Rub'ullah isimli örgüt bu saldırıları üstlendi. Bununla birlikte bu isim gerçekten de çok garip. İslamiyat konularıyla 50 yıldan beri ilgileniyorum ne böyle bir isim duydum ne de okudum. Benzerine de rastlamadım. Bu bağlamda ismi zikredilen örgütlerden birisi de Ahbabullah örgütüdür. Yani Allah'ın dostları. Yahudiler de Allah ile münasebetlerini dile getirmek için kendilerine ebnaullah ve ehibbauhu ( Allah'ın çocukları ve sevgilileri) gibi sıfatlar yakıştırıyorlardı. Hristiyanlar İsa'nın şahsında tek bir tanrı oğlundan bahsederken Yahudiler kitle olarak Allah'ın oğulları olduklarını söylemişlerdir! Ne de olsa Allah'ın seçilmiş halkı! Bu gibi isim ve sıfatların Şiiliğe İslam dairesinin dışından geldiği ve yabancı isimler ve isimlendirmeler olduğu açık bir vakıa. Bu hususta Şii mercilerden Seyyid Hasan El Musavi şunları yazıyor:" Şii inançları konusunda derinleştiğimde şunu fark ettim. Bu inançlar manzumesi halita ve kokteyl olarak birçok yabancı inancın karışımını barındırıyor. Bunlar arasında Mecusilik, Yahudilik ve Hinduizm ve ötekiler de var. Peki! Bu yabancı inançlar Şiiliğe nasıl sızdı ve nüfuz etti? Bu sorunun cevabı şudur: " İnsanların çoğunluğu Kur'an-ı Kerim'i terk ederek dini mercilerin ( din adamlarının, dini havzaların) peşine takıldılar ve onlar da saptılar ve saptırdılar. Kur'an-ı Kerim'in yerini alan bu merciler, din adamları ülke dışından sızdılar ve bize bu hastalıklı mirası bıraktılar, zinhar bu mirasın kökten halledilmesi gerekir. (https://twitter.com/ Hasanal Amusawl/ status/1317275734109507584). Bu isimlendirmeler de Yahudilik mantalitesini akla getiriyor. İslam kaynaklı olamaz. Bu kokteyl biçimindeki dini inançlar eklektik bir tarzı akla getiriyor. Kısaca Şiilik bir paradigma değil bir halita yani karışımdır.
Felaketler sağanak gibi geliyor Ürdün'den sonra veya onunla beraber Irak da başarısız ülkeler kümesine yuvarlanmak, düşmek üzere. Asayişten sonra ekonomi de çöküyor en azından güven vermiyor. Amerikan seçimleri de Irak'ın üzerine çığ gibi düşebilir.
Mustafa Özcan