Tarih içinde Türkler ümmetin duasını almışlardır. Türklere ihanet eden kesim, zümre veya aile veya hanedanlıklar ise beddua almışlardır. Bu yüzden de iki yakaları bir araya gelmemiştir. Efsanevi Kudüs Müftüsü el Hac Muhammed Emin el Hüseyni de Türklerin bozulmada öncülük ettikleri gibi düzelmede de öncülük edeceklerini müjdelemiştir. Gün gelecek yeniden toparlanmanın mimarları, öncüleri olacaklarını söylemiştir. Mısır, Memlüklü Türkleriyle Tatarların/Moğolların kapışma ve karşılaşmasına sahne olduğu sırada söylenen ve dilden dile aktarılan Türklerle ilgili ilginç bir söz vardır: Türkler ki zehirleri de panzehirleri de kendilerindendir. Bünyeleri hem zehir hem de panzehir üretir. 1258 yılında Bağdat'ı yakıp yıkan Moğollar iki yıl sonra 1260 tarihinde Filistin'de, Mısır önlerinde, kapılarında başka bir Türk unsurunun karşılarına çıkmalarıyla şevketlerini yitirmişlerdir. Hezimeti tadarlar. Osmanlı sonrasında da bir ayrışma olmuştur. Bunun fasılları günümüze dek gonca gibi açılmıştır. Bu ayrışmada Türkmen unsuru ya da Türk-iyman unsuru yeniden öne çıkacak ve tarihi sahneleri yenileyecektir.
Sukut ettikten sonra bile kaderlerini ve geleceklerini beklenen Türk'e bağlayanlar çıkmıştır. Bunlardan birisi de savruk İslamcı Musa Carullah Bigiyef'tir. Musa Carullah Bigiyef oradan buraya savrulsa da onda fikri sabit hale gelen hususlardan birisi İslam'ın bahadırı olarak Türkiye'nin merkeziyeti fikridir. O İslam aleminin merkez üssünün Türkiye olduğuna inanıyordu. Bu imanı hiç sarsılmadı. Ölene kadar da bu inancını muhafaza etti. Bu hususta cumhuriyet sonrası Türk liderleriyle yazıştı ve onları nafile biçimde bu misyona ikna etmeye çalıştı. Türkiye'nin 20'inci yüzyılın yetimlerinin, gariplerinin (gureba) ağabeysi olmasını diliyor ve istiyordu. Cumhuriyet liderlerinin o tarakta hiç bezi olmadı.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy Mısır'dan Anadolu'ya dönerken Yozgatlı Mehmet İhsan Efendi'nin de (Ekmeleddin İhsanoğlu'nun pederi) bulunduğu bir ortamda şunları söyler: Son umudumuz Türkiye… Akif, Arap diyarlarından umudunu kesmiştir. Nitekim bugün yaşananlar o gün için önsezi (el hissi kable'l vuku) mahiyetindedir. Böylece çar naçar ve belki de istemeyerek Anadolu'ya avdet eder. Yine aynı yıllarda Kahire'de olan ve orada vefat eden Musa Carullah Bigiyev Moskova'da iken dönemin Cumhur Reisi İsmet İnönü'ye mektup yazar; İslam âleminde tek ümit kırıntısının Türkiye'de olduğunu söyler. Hadiseler de kendisini yalancı çıkarmaz. Demektir ki, Akif ile Bigiyef Türkiye'nin merkeziyeti noktasında hemfikirdir. Nitekim onların öngörüleri bugün soyuttan somuta doğru ilerliyor.
Burada iki isme bir üçüncü ismi de eklemek ve ilave etmek yerinde olacaktır. Bu üçüncü isim de yalnız bırakılmış, terk edilmiş 20 ve 21'inci yüzyılın yetim ve mazlum davası olan Filistin davasının bayraktarı el Hac Emin el Hüseyni'nin tanıklığı ve sözleridir. O da Bigiyef gibi Türkiye'nin merkeziyetine vurgu yapmıştır. Müftü el Hac Emin el Hüseyni Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin evinde misafir olduğu bir ortamda Türkler hakkında samimi fikriyatını ortaya koyar. Hatta Hitler ile görüşmelerinde de Türk olmadığı halde Türklerin savunuculuğunu yapar ve haklarında manevi pederleri gibi konuşur.
Şeyhülislam Mustafa Sabri'ye hitaben şöyle der:
-Efendi Hazretleri! Bütün olup bitenlere rağmen, İslam dünyasının gözü ve kulağı hala Türkiye'dedir… Bütün Müslümanlar dikkatle Türkiye'yi izliyorlar. Türkiye'nin İslam dünyasından ve diğer Müslümanlardan kopmasıyla bütün İslam dünyası çok şeyler kaybetti. Hala da kaybetmeye devam ediyor. Maalesef Türklerin başına gelenler dünyada hiçbir milletin başına gelmemiştir. Fakat şu bir gerçek ki, bu olanlar kendiliğinden, tesadüfen, rastgele meydana gelmiş olaylar değildir. Bu olup bitenlerde çok özel maksatlar, kasıtlar vardır.
"İslam dünyasının, özellikle Arapların başına gelenler, Osmanlı Devleti'nin bedduasıdır. Biz Müslümanlar, özellikle Araplar, masum ve mazlum Osmanlı Devleti'nin bedduasına uğradık, çarpıldık. Tıpkı babasının bedduasını alan evlat iflah olamayacağı gibi biz de olamadık. Başımıza gelen bütün felaketler bu yüzdendir…"
"Türkiye ise dua almış bir belde. Türk milleti dua almış bir millettir. Ben de ecdadım gibi bu millete sürekli dua ediyorum. Türkiye ve Türk milleti, her zaman, her işte lider ve önder olmuştur. İnanıyorum ki, bozulma ve dejenerasyon konusunda İslam dünyasına öncülük ettiği ve örnek olduğu gibi, inşallah günün birinde düzelme, toparlanma konusunda da o örnek olacak, öncü ve model olacaktır. Bunu yüce Allah'tan bütün kalbimle umuyor ve niyaz ediyorum… ( Hocamla Yıllarım, Mustafa Atalar, İnkilab Yayınları, s: 504) "
Osmanlı'nın ve Türklerin tarihte bilinenden daha çok hizmetleri vardır. Sözgelimi Ali Yakup Çenkciler, ' Osmanlılar olmasaydı hala İşkodra'da vahşi bir Katolik olarak hayatımı sürdürüyor olacaktım' demektedir. Raşid Gannuşi de 'Osmanlılar olmasaydı; Kuzey Afrika İspanya ve Portekiz'in pençesine düşecek biz de yeni Endülüs'ün kayıp kuşakları haline gelecektir' demektedir. Demek ki Balkanlar Osmanlı sayesinde bir nebze Müslüman olduysa Kuzey Afrika gibi bölgeler de Müslüman olarak kalabilmiş ve tanassur etmekten kurtulmuştur.
Osmanlı sonrasında Batılılar Anadolu üzerinden eğreti bir model ürettiler ve dayattılar. Müslüman toplulukları aldatmak için Samiri'nin buzağısı gibi asli modelin yerine sahtesini ikame ettiler. Şimdi ise yeniden zehirden panzehre geçiş faslındayız.
El Hac Emin el Hüseyni haksız mıydı? Kesinlikle hayır. Bugün Körfez ülkeleri ile İsrail Emin el Hüseyni'ye aynı yaydan ok fırlatıyorlar. Sözgelimi, Ekim 2015 tarihinde Netanyahu tarihi verileri çarpıtarak, tahrif ederek Hitler'in Holokost taraftarı olmadığını bu fikri ona Kudüs Müftüsü el Hac Emin el Hüseyni'nin aşıladığını ileri sürmektedir. Sebebi Yahudilerin kaçarak Filistin'e gelmelerine mani ve engel olmak! Filistin'e geleceklerine yansınlar demiştir!
Suud basını ve özellikle Kraliyet Divanı'na yakın gazetelerden el Ukaz gazetesi Emin el Hüseyni'nin Hasan el Benna'yı Mısır'da iktidara getirme konusunda Hitler ile anlaştığını ileri sürmüştür. Elbette bunlar hayal mahsulüdür. Gerçek ise Hasan el Benna'nın 1936 yılında Kral Abdulaziz ile buluşması ve cumhuriyetçi ve milliyetçi akımlara karşı ittifak hususunda anlaşmalarıdır. Hitler ile ittifak kuşkulu olsa da Kral Abdulaziz ile ittifak bir gerçektir. Şimdi ise plağı tersine çeviren Suudi Arabistan rejimi Nasır sonrası İhvan karşısında Nasırcılığa soyunmuştur. Şimdi çok yönlü olarak İsrail ile birlikte köhne Arap rejimlerinin ideolojik yaklaşımını benimsemiştir. Nasıl Sisi Nasirizm zemininden İsrail'in en koyu, yakın ortağı olmuşsa Suudi Arabistan da post-Nasirizm döneminde Nasırcılığı benimseyerek İsrail'e dost İhvan'a düşman kesilmiştir. Bütün hikaye bundan ibarettir. Filistin Müftüsü de bu kaygın fikri zeminin kurbanları arasında yerini almıştır. El Hac Emin elHüseyni Osmanlı sonrasında iki defa mağdur olmuştur. Birincisinde yaşarken Araplar kendisini ve davasını yüzüstü bırakmıştır. İkincisi öldükten sonra tarihi mirasını kirletmişler onu Netanyahu gibi Hitler'in rehberi saymışlardır. Hitler'den Arap davası, Filistin davası için yardım istediği doğru olsa da yakıştırmalar bühtandan ibarettir.
"Türk milleti dua almış bir millettir. Ben de ecdadım gibi bu millete sürekli dua ediyorum"
Mustafa Özcan'ın kaleminden… ✍🏻
El Hac Emin el Hüseyni'nin gözüyle Türkler! https://t.co/IQsixE8urq— Fikriyat (@fikriyatcom) November 17, 2020