Arap Baharının miladı için farklı tarihler gösterilse de bu tarihler arasında öne çıkan tarihlerden birisi 23 Kasım 2010 tarihidir. 23 Kasım 20120 tarihiyle birlikte Arap Baharı on bir yaşına girmiş oluyor. Arap Baharı ile birlikte uluslararası ilişkiler altüst olmuş durumda. Bölge siyasi olarak hatta fiziki olarak tarumar oldu. Bu süreçte yüzeye Muhammed Bin Selman ile Muhammed Bin Zayed gibi felaketlerle anılan isimler çıktı ve ortam keskinleşti. Bu süreçte devletlerin pozisyonu sürekli olarak değişti. Değişmeyen pozisyondaki ülkelerin ise altyapıları değişti. Arap Baharı öncü ve artçılarıyla da anılıyor. Sözgelimi 2019 yılı Arap Baharının artçılarından birine denk geldi. Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan Arap Baharının artçılarına maruz kaldı. Bu çerçevede Sudan ile Cezayir'de rejimler değişti. Bununla birlikte yeni rejimler de tam oturmadı. Kırılgan bir vaziyette. İran ise 2015 yılından itibaren tek başına Esat rejimini ayakta tutamayacağını anladı. Rusya ile ortak oldu. 2019 yılında ise kendi ülkesinin dışında da arka bahçesi olan Lübnan ile Irak'ta büyük bir nefret dalgasıyla karşılaştı. İran İslam'ın zuhurundan beri ikinci kez tarihi bir kırılma anına şahit oluyor.
Birincisi, Hazreti Ömer döneminde Kadisiye savaşıyla birlikte oldu. Şu anda İran'ın pozisyonu bölgede taarruzdan savunmaya geçmiştir. Bir süre sonra ise tamamen sahneden çekileceği veya silineceği varsayılabilir. İslam dünyası İran'ın gerçek suretini ikinci kez görmüştür. Kadiseye'den sonra Irak Savaşıyla devrim ateşi düşen İran, Arap Baharı sonrasında tabir caizse şapa oturdu veya havlu attı. Devrim ateşi sönme aşamasına geldi. Kimileri bazı Peygamber hadislerini buna yormaktadır. Sözgelimi, bir hadiste 'İran'ın bir buçuk vuruşluk bir ömrü var' denilmektedir ( Faris nathatun ev nathatani). Bazı rivayetlerde ise ilaveler vardır ve ondan sonra İran yoktur denilmiştir. Keza Kisra'nın helakından ve zevalinden sonra Kisra rejimi kalmayacaktır gibi hadisler İslam'ın zuhurundaki kapışmalara yorulduğu gibi bakiyesi de günümüze yorulmaktadır. Sözgelimi, Suriyeli alimlerden Üsame Rifai de çeşitli konuşmalarında bu kanaatini izhar etmektedir. Kısaca İran Arap Baharından sonra yeni bir imparatorluk düşüyle yola çıksa da Arap Baharı kendisini yormuştur. Sadece kendisini değil ahlaken ve tutarsızlık olarak ABD'yi de yorduğu gibi aynı zamanda Rusya'yı da yormuştur. Bu ülkelerin de siyasi ve askeri enerjileri sınırlı hale gelmiştir.
Müfessir Muhammed Ali Sabuni'nin oğlu Ahmet Sabuni'nin ifade ettiği gibi Arap Bahar veya devrimleri turnusol kağıdı gibi olmuş gerçek renkleri ve tutumlar ortaya sermiş ve çıkarmıştır. Sözgelimi, başlarda renk vermeyen Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler kendileri açsından tehlike geçtikçe veya olaylar Suriye rejimi lehine geliştikçe aksi yönde davranmaya ve Suriye rejimine yaklaşmaya başlamışlardır. Ya da gerçek yüzlerini ortaya sermeye başlamışlardır. Suudi Arabistan da açıktan Suriye devrimini destekliyor gözükse de gizlice Esat ile temaslar kurmuş ve pazarlıklar yapmıştır. Bender Bin Sultan gibi gizli diplomasinin mimarları Esat ve adamlarıyla görüşerek İran karşısında tutumunu değiştirmesi halinde yeniden ilk kareye ve eski ilişkilere döneceklerini vaat etmişlerdir. Zira ideolojik olarak Suudi Arabistan Arap Baharına son derece karşıdır. Desteklemesi kendini inkar olurdu. Stratejik olarak İran-Suriye beraberliği rahatsız etse de bu yönde arzuları istikametinde Suriye rejiminin yeni bir adım atması halinde tutumlarını değiştirecekleri yönünde mesajlar vermişlerdir. Dolayısıyla Suudi Arabistan gibi ülkelerin Arap Baharı ile veya Arap devrimlerine uzaktan yakından zerre kadar sempatisi yoktur. Arap Baharına kadar Suriye rejimi bölgede bir üçgen siyaseti izliyordu. Mısır, Suudi Arabistan ve İran'a dayanıyordu. Bu üçgen Mürsi döneminde adeta teke inmiştir. Sisi'nin darbe ile iktidara gelmesiyle birlikte Mısır ayağı yeniden kurulmuştur. Suudi Arabistan ayağı ise tam olarak teşekkül etmemiştir.
Tarihte en tekelci ve tek tip bir dini anlayışı temsil eden, Suudi Arabistan ve dayandığı Vehhabilik doktrini olmuştur. En fazla da, iktidara talip, seçimle söz sahibi olmak veya ortak olmak isteyen hareketlere karşı kin kusmuştur. Bu itibarla darbeler süreci olan 2013 yılından beri siyasal İslam adını verdiği Müslüman Kardeşler ve aktüel siyasetle ilgilenen bütün hareketlere kin kusmuş, düşmanlık beslemiş ve onları terörist yaftasıyla ve markasıyla anmıştır. Bu alanda Batılıları bile fersah fersah geçmiştir. Suudi Arabistan'in dini anlayşı çoğulculuk değil tekelciliktir.
Arap Baharı'nın 10 yılını tamamlaması münasebetiyle bu yönde yeni bir vurguda bulunmuş ve Suudi Arabistan Alimler Heyeti bir kez daha Müslüman Kardeşleri terörist ilan etmiştir. Bu yönde Buti ile aynı dalga boyunu temsil eden Moritanya asıllı eski bakanlardan ve alimlerden Abdullah Bin Beyye'nin de üyeleri arasında bulunduğu BAE Şer'i Fetva Kurulu da Suudi Arabistan'ın bu duruşunu benimsemiş, desteklemiş ve Müslüman Kardeşleri yöneticilere veya ulu'l emre karşı çıkan güruh ve fitne yayıcılar olarak damgalamış, takbih etmiştir. Keza Müslüman Kardeşler ve emsali siyasi-dini hareketlerin yöneticilere karşı itaati kırdıklarını yani boyun eğmediklerini gerekçe göstermiştir. Suudi Arabistan ile onu destekleyen Birleşik Arap Emirlikleri Şer'i Fetva Kurulu Müslüman Kardeşlerin İslami bir metoda veya yönteme sahip olmadığını da da ileri sürmüştür. Kırık plak gibi bu iddialarını sürekli tekrarlamaktadırlar. Kan döktüklerini ve fitne çıkardıklarını ileri sürmüşlerdir. Vehhabiler ulu'l emr üzerinden İslam'a olmayan bir asıl ilave etmişlerdir. Şiilerin Nasibi kavramını gelişigüzel kullanmaları, suiistimal etmeleri veya maniple etmeleri gibi Vehhabiler hatta Zekeriya Beyaz da kimi zaman Kemalizm adına ulu'l emr vurgusunda bulunmaktadır. Aynı kavramı sadet dışı kullanmaktadırlar. Hala bu yöndeki emellerinden vazgeçmiş değiller. Hatta Vehhabiler Yezid sultasına ve otoritesine karşı çıktı diye Hazreti Hüseyin'i bile ulu'l emre karşı çıkmakla suçlamışlardır. Vema bade'l hakkı illa'l dalal!
Selman Avde'ye yönelik cezalandırma işleminde olduğu gibi hutbelerinde Müslüman Kardeşleri eleştirmeyen imam ve hatipleri de ceza yağmakta, görevlerinden uzaklaştırmaktadırlar. Güvende olan insanları ürkütmek terör ise asıl terör eylemleri devlet eliyle yapılan bu faaliyetlerde ortaya çıkmaktadır ve Cemal Kaşıkçı gibi masum gazetecilerin öldürülmesindedir.
Vehhabiliğin zuhurundan beri Suudi Arabistan kah İslam adına kah örtülü laiklik adına aynı icraatları tekrarlamaktadır. İnsanları nahak yere tekfir ettiği gibi aynı zamanda tekfire dayanarak da dini değerleri tekeline almak suretiyle onları öldürebilmektedir. Kimsenin danışmanlık veya nasihat anlamında bile onların düzenine ortak olmasına izin verilmemektedir. Vehhabi alimleri illa da yöneticilere nasihat etmek gerekirse bunun kimsenin duymayacağı kapalı ortamlarda olmasını talep etmekte ve İslami usulün bu yönde olduğunu ileri sürmektedir. Yani Hazreti Ömer'e yapıldığı gibi 'önce üstündeki kostümün hesabını ver' diyecek kimselere müsaade etmemektedirler. Seni kılıçlarımızla doğrulturuz sözü yerine sözlü nasihati bile kibirlerine uygun görmemektedirler. Bu itibarla Arap Baharını kendilerine bir meydan okuma olarak görmüşlerdir. Ümmetin haklarına sahip çıkmasını ve birlik beraberlik vurgusunda bulunmasını haddi aşmak olarak değerlendirmişlerdir.
Bu arada Müslüman Kardeşleri fitne unsuru olarak gördükleri gibi Türkiye'yi de İhvan destekçisi olarak saymışlar, siyasi ve ekonomik tavırlarını ona göre güncellemişlerdir. Bu anlamda son olarak BAE Trump'ın yaptığını katmerli hale getirerek, tüy dikerek 13 İslam ülkesinin vatandaşına vize vermeyi durdurmuştur. Bunlar arasında Türkiye de bulunmaktadır. Adamların beğenmedikleri terörist ve İslam düşmanı oluyor. Beğendikleri İsrail bile olsa canciğer kuzu sarması haline geliyor. Bunların din iman anlayışı budur. Keyfilikleri dini kuralların yerini alırken kurallar ise din dışılık olarak görülmektedir. Dini anlayışı bu suretle makus hale getirmişlerdir.