Kutuplaşma, kilitlenmedir
D. Mehmet Doğan Bey Akif'e dost olması gereken çevrelerde zaman zaman bir Akif hassasiyeti oluştuğunu hatta husumeti belirdiğini yazmış. Bazıları onu Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh ekolünde veya meşrebinde görüyor. Sistematik olarak böyle değerlendirmek yanlıştır. Bir sempatisi olmuştur. Çocuklarında ve damadında mürüvvetini görememesi gibi yanlışlıkla bazı fikri akımlara da mal edilmiştir. Kısmen böyle olsa bile gerekçesi seçeneksizliktir. Esasında 19 ve 20'inci yüzyıl hem siyaset hem de fikir bazında dönüşüm asırlarıdır. Kimi köşede bucakta Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi, Yusuf Bin İsmail en Nebhani veya rahmetli Şevket Eygi'nin bahsettiği Ahmet Zihni Dahlan gibi orada burada kendi köşesine çekilmiş gelenekçiler kalsa bile saha ceditcilerin eline geçmiştir. Kazan'dan Ezher'e kadar gelenekçilerle modernistler arasında ikinciler lehine bir çekişme vardır. Birisi yenilik adına türrehat/saçmalıklar üretiyor ve kadimciler de başlarını kuma gömüyorlardı. Yer yer Hüseyin Cisr gibi sağa sola kaymadan sofistike ve kıvrak bir şekilde orta yolda yürüyenler de olmuştur. Çokları iç husumetten ziyade ümmetin çöküşü karşısında dert ve gam ve tasa sahibidirler. Hadiste ifade edildiği gibi fitneler halim yani sarsılmaz adamı bile şaşkınlıkta bırakır. (yetruku'l halime hayranen) İkinci Abdulhamid Han da hasbe'l kader ısırıcı saltanat devresinin son sultanlarından birisidir. Fransız Devriminin tortularıyla birlikte siyasi sistem aşınmıştır. Namık Kemal'den beri aydınlar cumhuriyet meftunudur. Münevver Ayaşlı'nın '19. Asır Teşrin-i Sani Ve Ötesi Kıbrıs Ve Fetvası' adlı eserinde ele aldığı gibi ulema ve aydınlar Fransız Devriminin estirdiği rüzgarlarla birlikte cumhuriyetçi olmuşlardır. Bunu sadece Fransız Devrimine bağlamak da yersiz olur. Osmanlı'nın mütemadiyen gerilemesi de aydınları önce çıkmaza sonra arayışa iter. Ayrıca Fransız Devrimiyle keşfettikleri cumhuriyet modelinin ilahi izlerini raşit hilafet modelinde de rastlar ve görürler. Fransız Devrimi önlerinde bir pencere açar. Yenilikçi ulema ve aydınlar bu nedenle –doğru veya yanlış- İkinci Abdulhamid ve sistemine muhalefet etmeye ve tavır almaya başlarlar. O da devleti ayakta tutmak isterken jurnalcilik veya hafiye sistemine bel bağlar. Böylece aydınlar ile İkinci Abdulhamid Han'ın arasına tarz ve model girdiği gibi güven de sarsılır.
İşte Mehmet Akif Ersoy ve benzerleri bu ortamda yetişmiş ve İkinci Abdülhamid'e ve düzenine karşı cephe almışlardır. Bediüzzaman Münazarat adlı eserinde de benzeri yaklaşım sergiler. Sultan Abdulhamid atılım yerine tutuculuğu yeğlemiştir. Şüphesiz bu daha kolay bir seçenekti. Mazereti de vardır. Bediüzzaman'ın içtihat bahsinde söyledikleri az-çok siyasi sistem için de geçerlidir. Kış ortasında kapıyı ve pencereyi sıkı sıkı kapatırlar ki içeriye soğuk girmesin. Lakin gençler de ideallerini aramakta ve köhnemiş sistemden dert yanmaktadırlar. İkinci Abdulhamid ise kendisini çevreleyen şartlardan ya da Ali Şeriati'nin tabiriyle kendi zindanından kurtulamaz. Hem kendi karakteri hem de muhat olduğu şartlar buna müsaade etmez. Nefsi ve afaki şartlar talihsizliği ve çaresizliğidir. Günümüzden geriye ve maziye doğru bakarken bazı insanlar konumları mutlaklaştırmaktadırlar. Halbuki, sonuçta İkinci Abdulhamid köhneyen bir yapının başındadır ve gençler gerileyen ve çökmekte olan yapıdan memnun değillerdir. Hem kendi adlarına hem de ümmet adına gelecek kaygısı çekmektedirler. Bu onları yeni açılımlar aramaya iter. Yeknesaklığı veya kadimcilik kilitlenmesini kırmak için Muhammed Abduh fikri açılım noktasında İbni Haldun'u ve Şatibi gibilerini yeniden keşfeder. Onları ilgi alanının başına koyar. Böylece son yüzyılların patinajını ve tekrarını aşmak ister. Tereddiye karşı bir bariyer oluşturmak niyetindedir. Keza bugün ekran üzerinden Sultan Hamid ile tarihin direnç noktalarının yeniden keşfedilmesi gibi Namık Kemal de Selahaddin Eyyübi ve Celaleddin Harzemşah gibilerinin biyografileri üzerinden tarihin kahramanlarını güncellemek ister. Yavuz Bahadıroğlu'nun günümüzde yapmak istediğini Namık Kemal de anlan isimler üzerinden geçmişte yapmayı tasarlar. Ömrü vefa etmez başka. Ama niyeti gelecek nesillere devredilmiştir. Sonuçta Namık Kemal'in pratik anlamda saltanatla bir derdi yoktur olsa Fatih veya Selahaddin Eyyübi ile ilgilenmezdi. Gerileme ile bir derdi vardı. Bunun müşahhas halini İkinci Abdulhamid'in 'siyasi istibdadında' görmektedir. İkinci Abdulhamid ise tarihin en sıkışık anlarından birinde yaşamaktadır. Karışan realizm ile idealizm hatları arasında tıkanıp kalmıştır. Namık Kemal ve arkadaşları saraya tünemiş akıbetini bekleyen birisini değil de devrin şartlarına göre at sırtında bir serdengeçti beklerler. Bu nedenle daha sonra iktidara gelen İttihatçılar ve Kemalistler haklılıkları nedeniyle değil de devinimleri ve hareketlilikleri nedeniyle payidar olurlar. Bu da sünnetullahın işleyişine uygundur.
İhtiyat yerine inisiyatif almışlardır. Elbette hamlelerinin birçoğu da boşa gitmiştir. Belki Akif gibiler İttihatçılardan beklenen çevikliği Sultan Hamid veya sultanlardan bekliyorlardı. Ama sistem köhnemiş ve yaşlanmıştı. Bu nedenle de bir yazımda dile getirdiğim gibi Körfez'de de yaşlılar kuşağı karşısında Muhammed bin Selman veya Muhammed Bin Zayed gibi yeni Arap İttihatçıları yükselmiş ve dümene geçmişlerdir. Bunlar da gelen gideni aratacak cinstendir. Bu nedenle de kutuplaşma bizi kilitlenmeye götürür. Öyle ise her devrin doğrusunu ve eğrisini analiz edeceğiz ve bakacağız. Sonuç itibarıyla tarihin aktörü değil takipçisiyiz. İbret alırsak yararını görürüz. Tarafı olur ve husumete basamak yaparsak zararını da görebiliriz. Toptancı yaklaşımlar bizi kutuplaşmaya ve sonuçta kilitlenmeye götürür. Hizipçi değil hakperest olacağız. Kur'an hizipçiliği yani kendi doğrusundan şaşmamayı zemmetmektedir. Bu yol kapalı bir yoldur asla çıkışı yoktur. Akıl ayırma gücüdür. Toptancılık akli tembelliktir. Bu nedenle de Akif de Sultan Hamid de bizim değerimizdir. Ama onları değerlendirirken masumiyet halesi giydirmeyeceğiz. İnsanlar perestiş etmek (tapınırcasına sevmek) bizi tıkar. Geçmişten geleceğe kurulu köprümüzü yıkar ve ibret almaktan alıkoyar. Bu nedenle de Akif Abduhcu imiş yok Cemaleddin Afganici imiş diyerek aleyhte blok tutum almak bizi bir yere götürmez. Araya birbirimizi anlamamaktan dolayı nefret iklimi girerse gençlere ve gelecek nesillere hitap eden Akif'ten mahrum kalmış oluruz.
Mesela, ehli ifrat olarak Yalçın Işımer Paşa Mehmet Akif Ersoy'u ve Çanakkale Destanı şiirini kastederek "... Onun düşünce evreni Bedir Savaşı'nın ötesine gidememiş. Kur'an'ı Türkçeye çevirmedi. Atatürk'ün ricasını yerine getirmedi diye onu aziz kılanlar şimdilerde Mehmet Akif Üniversitesi kurma çabasındalar. O üniversiteden çıkan kafalar bilinmelidir ki, Al Azhar kafalı adamlar olacaklar, Arabın adamı olmak adamlık değildir, ulusun adamı olmak yakışır adam olacak adama. Biz bu adamlara adam sen de demeyeceğiz, bu adamları belleyeceğiz. Son zamanlarda Atatürk'e ve Türk Silahlı Kuvvetlerimize dil uzatanları bir şekilde belleyeceğiz" demiştir.
Işımer Paşa gibiler Mustafa Kemal'e ram olmadığı için, bazı gelenekçi kesimler de Sultan Hamid'e bende olmadığı için Akif'i çekiştirirler. Bunlar ifrat ve tefrit akımlarını temsil ederler. Akif'in fikri hasmı Tevfik Fikret'in Haluk namında bir oğlu vardır ama Akif'in bizzat kendisi haluktur yani ahlak abidesidir.
Akif ile Sultan Hamid'i karşı karşıya getirerek çarpıştırmaya gerek yok.
İstibdat katman ve skala halindedir. Hafifi vardır galizi vardır. Sultan Abdulhamid geleneksel istibdadı sonrakiler de modern istibdadı temsil ediyorlardı. Isırıcı saltanat devri ile birlikte millet üç devri istibdadı görmüş geçirmiştir. Geleneksel ısırıcı istibdattan sonra İttihatçılarla birlikte bir geçiş dönemi yaşanmış ardından cebri (totaliter) istibdat dönemi patlak vermiştir. Talihsiz Akif ile nesli ise berrak ve parlak bir ati beklerken başka tarz bir istibdada yakalanmışlardır. Yağmurdan kaçarken adeta doluya tutulmuşlardır. Bahtlarına daha koyu ve karanlık bir istibdat düşmüştür. Galiz istibdadın pençesine düşmüşlerdir. Bu nedenle de Mısır'a revan olmuştur. Çalkantılı bir dönemin huzur bulamayan ve istikrar tadamayan bir neferidir. Asude ve cenneti asa yeni bir bahar ve dönemi beklerken devri cebrinin içine yuvarlanmışlardı. Sosyolojik ve siyasi süreç ideallerine cevap vermemiştir. Lakin onlar ideal dönemleri hem sadırlarında hem de satırlarında yaşatmışlardır. Safahat bunun kuvveden fiile çıktığı satırların mecmuudur.
Belki dindar kitleler Işimer'in dediği gibi Akif üniversitesi kurmayı tasarlıyor olabilir. Lakin kimileri de onun fikri hasmı tarihi kadimin yazarı Tevfik Fikret namına üniversite kurmak istiyor. Onun üzerinden ideallerini yaşatmak istiyorlar. Kimseden aleyhte ses çıkmıyor. Demek ki birileri Tevfik Fikret için değil ama Akif için pusuda bekliyor. Bununla birlikte fikirleri hoşuna gitmese de Akif 'Cenap Şehabettin ve Tevfik Fikret olmasaydı sanat ve edebiyatta ben olmazdım, yeşermezdim' diyerek bir kadirşinaslık örneği sergilemiştir. İslami camiadan da kendisi için bu kadar olsun kadirşinaslık örneği beklenir.
Kilitlenmeden kutuplaşma ile değil analiz ederek çıkabiliriz. Söz ola kestire başı söz ola durdura savaşı!
Sonuçta, Sultan Hamid örnek alınabilecek dönemin veya raşit halifelerin kademi üzerine veya sistemi üzerine bir halife değildir. Ülkeyi kendi döneminde bir arada tuttuğu bir gerçektir.
Tarihi değerlendirmelerde yöntemimiz şu olmalıdır. Sevdiğin veya tuttuğun tarafın daima hak veya doğru üzerinde olması gerekmez. Anlamaya çalışmak gerçeklere köprü kurar. Ezberler ise algıyı ve yanılgıyı besler.
Toptancılık tutarlılığa aykırıdır.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Allah için aldatanlara Allah için aldanırız! (03.02.2021)
- Zikreden ufuklar (02.02.2021)
- Rıbat/külliye (01.02.2021)
- Fukaha ile kurra (31.01.2021)
- Vakıayı çekilir kılmak (28.01.2021)
- Tufan öncesi sessizlik (26.01.2021)
- Kavramların zaman boyunca yolculuğu ve kurra kavramı (23.01.2021)
- Dirilten romanlar! (22.01.2021)