Tasavvufun tarihçesi ya da menşei ve etkilendiği kaynaklar üzerinde ileri geri çok söz edilmiştir. Mesele bu suretle dallanıp budaklanmıştır. İslam içi mi dışı mı olduğu tartışmaları ayyuka çıkmış; etrafında çekişmeler yaşanmıştır. Büyük ölçüde tasavvuf İslam kaynaklıdır ve dehil yani ithal değildir. Lakin daha sonra ithal unsurlar da karışmıştır. Keza mezhep mi meşrep mi olduğuna dair tartışmalar da sürmüştür. Tasavvufa gelişme devrelerinde arız olan bazı sokma bidatlar nedeniyle kaynağı üzerinde çok tartışmalar yapılmıştır. Tasavvuf ile ilgili en güzel tanımlar (efradına cami ağyarına mani) Kelabazi'nin Et Taarruf Limezhebi Ehli'l Tasavvuf/Tasavvuf Mesleğini Tanıma adlı risalesinde işlenmiştir. Bununla birlikte tasavvuf bir haldir onun ötesinde makamdır ve anlatılmaz yaşanır. Kal değil hal ilmidir. Tasavvuf İslam'ın üç rüknünden birisidir. İmam, İslam ve ihsan (tezkiye). Bu Kuzey Afrika'da somutlaştırılarak şöyle tarif ve ifade edilmiştir, İmam Eş'ari, İmam Malik ve Cüneyd –i Bağdadi en Nihavendi'nin yolları. Bu doğru bir tanımdır. Zamanla tasavvufun özü ile bilahare kazandığı mecra ve anlam arasında kaymalar yaşanmış ve mesafe açılmıştır. Bunun en güzel izahını bulduğum eserlerden birisi Libya Müftüsü Es Sadik Bin Abdurrahman el Giryani'nin El Guluvvu fi'd Din (Dinde Aşırılık) adlı eseridir. Eser büyük oranda tasavvuf bahislerine ayrılmıştır. Kur'an ve hadiste sıkça geçen veli kelimesi sadr-ı evvelde yani İslam'ın ilk evrelerinde Allah'ın şer-i şerifini bilen, uyan ve buna arif kişi anlamında kullanılmaktadır. İlim ile ameli birleştiren ve cem eden yol ve kişi demektir. Bu tayfa için tasavvuf ifadesi ortaya çıkmadan evvel 'kurra' kavramını kullanılıyordu. Zaman yolculuğu içinde tasavvuf hakkında kullanılan kavramlar değiştiğinden hüküm de değişmiştir. Halbuki kavramların değişmesi hükmün değişmesini gerektirmez. Usulcüler ' el hükmü ale'ş şey'i fer'un min tasavvurihi' demişlerdir. Hüküm teşhise, tanımlamaya tabidir. Kurra yerine sufiler tabiri kullanılınca İbni Teymiye bu ilmi ha(a)dis olarak tanımlamış yani sonradan olma demiştir. En azından Kur'an ve Sünnete dayanmada içtihadi bir ilimdir deseydi daha yerinde olurdu.
Kurra tabiri kıraattan yani okumaktan gelmektedir. Bu onların okuyan yazan bir grup olduğunu ortaya koyar. Cehaletten beri olduklarını ifade eder. Lakin kurra tanımı veya kavramı kapsamına fakihler, muhaddisler, zahitler ve abidler de girer. Bu grupları ortak tanımı altında toplar, cem eder. Bu anlamda Şah Veliyyullah Dihlevi tasavvuf ile hadisi, mutasavvıflar ile muhaddisleri buluşturarak, kaynaştırarak -' erceahu ile siretihi'l ula' dedikleri gibi- ilk kalıba ve şekline geri döndürmüştür. İlk Kurra'lar Uveyse'l Karani gibi tabiinin uluları ve büyükleridir. Lakin ilk sufi olarak tarihe, Ebu Haşim es Sufi el Kufi (eş Şii) geçmiştir. Demek ki sufi kavramı kurra kavramına nispetle daha yenidir. Sufilerin buluştukları mekanlar da zaviye, rıbat, dergah ve hangah olarak çeşitli isimler altında anılmaktadırlar. Sufilik de birçok kavrama tekabül etmektedir. Lakin denildiği gibi kavramlar üzerinde çekişme beyhudedir, yersizdir. Önemli olan ne anlaşıldığıdır. İlk devrede muhaddis, fukaha ve zahitler ve abidlerin ortak adı ve böleni olan kurra hepsinin okumuş yazmış hatta bugünkü ifadesiyle entelektüel olduklarını gösterir bu suretle kari/kurra olarak anılmaya hak kazanmışlardır. Hazreti Ömer'in şu sözü onları anlatmaktadır: 'Ben beyaz kıyafetler içindeki karilere bakmayı severim' İbni Rüşd bu sözü açarken şunları söylemiştir: Burada Hazreti Ömer kari ifadesiyle abid, zahit ve riyazet erbabını yani nefsini terbiye edenleri, denetleyenleri kastetmiştir. Bu anlamda şeyhler mürebbidir. Olgunlukları anlamında şeyh, terbiye ettikleri oranda ve terbiye erbabı oldukları nispette de mürebbilerdir. Zira kurra onlar nezdinde zahitler ve abidler demektir. Haricilere de harici vasfı kazanmadan evvel ibadete düşkünlükleri nedeniyle kurra sıfatıyla anılmışlardır. Lakin zamanla haklarında havariç ifadesi kullanılması ağır basmıştır. Zamanla kurra kavramını onları anlatma nispetinde anlam kaymasına uğramış ve ehli tahkik olmayan zümreyi ifade eder hale gelmiştir. Kabalığı anlatır olmuştur.
Allah'ın salih kulları arasında müttaki veliler zahit ve abidler hep olagelmiştir. Dünyaya metelik vermemişler ve kendilerini Allah'a vermişler ve bu suretle ermişlerdir. Bunlar arasında Üveyse'l Karani, Utbe Gulam gibileri başı çeker. Bunlar Allah'ın buyruklarına son derece bağlı ve nehiylerinden de sakınma halindedirler. Şeriat dairesinden kıl payı ayrılmazlar. Aralarında dehr orucu tutanlar ve iftar etmeyenler vardı. Bunlar arasında 'bükkaun' denilen ve gözyaşlarına boğulanlar, göz yaşları dinmeyenler ve göz pınarları hiç kurumayanlar bulunuyordu. Bazıları aylar olurdu da ağzına bir lokma sürmezdi. Bunlar zühd alametleriyle tanınırlardı, şeriatın kurallarını çiğnemekle değil. Bugün ise anlam kayması olmuş sufi demek Allah'ın kurallarını çiğneyenlere verilir olmuştur. ( El Guluvvu Fi'd din: Zevahir min gulüvvi'l tatarruf ve guluvvi'l tasavvuf, s: 70) Zaman ve kıvrımları boyunca kurra kavramının izini takip ettikçe tasavvufun İslam kaynaklı olduğunu ve Asrı saadete dayandığını görebiliyoruz.
Kurra ve sufilerin yolları Cüneyd'de bir araya gelmiş, toplanmış sonrasında yeniden dağılmıştır. O sufilerin ser çeşmesiydi.
Mustafa Özcan