Arama

Mustafa Özcan
Ocak 12, 2021
Türkiye ile İhvan münasebetleri

'Sputnik Türkiye' bana Türkiye ile İhvan arasındaki münasebetleri ve BAE'li bakan Enver Kargaş'ın bu yöndeki Türkiye'den talebini sordu. Bu soruya verdiğim cevabını açarak okuyucularımın dikkatine sunuyorum:

Hasan el Benna'nın damadı Said Ramazan 1954 yılında Mısır'da yaşanan İhvan aleyhtarı gelişmeler üzerine Suriye'den Türkiye'ye geçer. Sonra da Batılı ülkelere gider ve Cenevre'ye yerleşir. İslami faaliyetleri buradan sürdürür ama hızı da kesilmiştir. Öncesinde velut bir kalemdir ve İsviçre'ye yerleştikten sonra kabuğuna çekilir. Türkiye ziyareti ilk temas olmasa bile ilişkilerde bir çentik açar ve milat sayılabilir.

Türkiye'de Prof. Dr. Necmettin Erbakan, İhvan ile temas hattında olan siyasi liderlerden birisi olmuştur. Bununla birlikte Erbakan, pratik anlamda iktidar odaklı bir siyasi yapının, partinin başındadır. Daha ziyade pragmatiktir ve bu nedenle de 'önce ahlak ve maneviyat' olan parolasını bir başka dönemde ağır sanayi hamlesine çevirmiştir. Sâbitelerden ziyade Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap verme, karşılama iddiasındadır. Öncelikleri belirleyen, dönemler ve halkın teveccühüdür. Müslüman Kardeşler de hilafeti ihya projesine sahip olduğundan elbette iktidar hatta küresel iktidar peşindedir. Ama bu genelde değerler adınadır. Partiden ziyade bir cemiyet hükmündedir. Sülükiyat diye bileceğimiz bir terbiye modeline haizdir. Mensuplarını terbiye ve tezkiye eder. Milli Görüş ile İhvan arasında özel ilişkiler bulunuyordu lakin bu ilişkiler organik sayılamaz. Zira Milli Görüş İhvan'ın emir alan bir parçası değil sadece yer yer işbirliğine gittiği bir ortağıdır. Pakistan'da Cemaat-i İslami'nin Müslüman Kardeşlerle ilişkisine benzer bir ilişki türüne sahiptir. Arap Baharından itibaren Milli Görüş çizgisi ile İhvan arasında olaylara bakış noktasında bir kırılma yaşanmıştır. Zira iktidar dönemlerinden (54'üncü hükümet) itibaren İran Milli Görüş'ün ikinci veya hatırı sayılır bir ortağı haline gelmiştir. Bu da İhvan ile ilişkilerini gölgelemiş ve müteâkip dönemlerde bir çatallaşmaya neden olmuştur.

1970'li yıllarda Suriye ve Mısır İhvanından ve literatüründen etkilenen Milli Görüş ve bazı diğer İslami hareketler, İran Devriminden (1979) sonra bir eksen kırılması yaşamıştır. Bu kırılma da Sünni hareketlerİ muayyen oranlarda İran'la yakınlaşmaya itmiştir. Lübnan'da Said Şaban ve Tevhid Hareketi gibi Türkiye'de de vaktiyle Milli Görüş çizgisiyle buluşmuş, 'Kadiri meşrep' bir çizgiden gelen Haydar Baş gibiler İran muhabbeti veya teşeyyü (Şiileşme temayülü) ile ulusalcı çizgiyi kendi bünyelerinde buluşturmuşlar, kaynaştırmışlardır.

Milli Görüş çizgisi ise bu süreçte İran'a yaklaşmış ve Arap Baharı sonrasında İhvan kitlelerine uzaklaşmış ve yabancılaşmıştır. Bunun birçok sebebi vardır. Daha ziyade, İran etkisi, sempatisi ile ulusalcı bakışın harmanlanması diyebiliriz. Lakin Haydar Baş'ın aldığı mesafe ile Milli Görüş çizgisinin kat ettiği mesafe aynı değildir. Milli Görüş ve Haydar Baş gibi İran çizgisine yakın ve yatkın hareketler Arap Baharının kalkış noktasını bağımsız değil bağımlı olarak görüyor ve arkasında yabancı eli arıyorlar ve Batı'nın ve ABD'nin parmağı olduğunu varsayıyorlardı. Arap Baharını BOP projesinin bir sonraki ayağı, aşaması ve devamı ve Açık Toplum ve George Soros'un tezahürü olarak görüyor ve estirdiği rüzgara bağlıyorlardı. Dolayısıyla süreçte Milli Görüş çizgisi ile genelde İhvan çizgisi arasında bir yabancılaşma oldu. Bu yabancılaşmanın nedeni temelde İran'ın estirdiği rüzgarların araya girmesidir. Bugün, İhvan ile yola çıkan Hamas'ın yolda karşılaştığı İran rüzgarlarıyla birlikte dönüşmesi de benzeri bir süreçtir. Hamas da Milli Görüş de İran etkisiyle temellerine yani asli İhvan çizgisine yabancılaştılar. Gazze üçlüsü Sinvar, Zihar ve Heniye Milli Görüş temsilcileri gibi sadece İran'ı değil aynı zamanda Beşşar Esat'ı da sahiplenmeye başladılar. Nitekim Mahmut Zihar 23 Aralık 2020 tarihinde Beşşar Esat'ı bağrına basmıştır. Dolayısıyla İran ile ilişkiler zamanla diğer alanlara bakış açısını değiştirmiş oldu.

İhvan liderleri geçmişte de Şia ile ilişkileri düzene sokmak için çaba harcamışlardır. Bunun neticesinde kimi Şii partileri İhvan'dan etkilenmişlerdir. Kimileri siyasal Şia'nın doğuşunu Sünni ve bilhassa İhvan odaklı siyasal Sünniliğe bağlamışlardır. Irak'taki Dava Partisi ve hatta Humeyni'nin Velayet-i fakih doktrini gibi arayışların temelinde kısmen de olsa Müslüman Kardeşler fikriyatı vardır. Burada elbette Ali Şeriati'nin payını, birikimlerini de göz ardı etmemek gerekir. Bu durumu Hegel'in sözüyle izah etmek gerekirse o anahtar bir cümle ile şöyle söylemiştir: "Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı." Dolayısıyla Arap Baharından önce birbirlerini anladıkları varsayılan hareketler ardından kanlı bıçaklı hale gelmiştir.

Arap Baharından sonra kılıç artığı durumuna düşen Müslüman Kardeşler hareketi mensupları etrafa çil yavrusu gibi dağıldılar. Bir şekilde iradi veya gayri iradi bir biçimde Türkiye'ye de geldiler. Türkiye'de güvenli bir sığınak buldular. Mısır'da seçilmiş İhvan iktidarını devirenler bu durumdan memnun kalmadılar. Türkiye'de muhalif sol gibi Körfez'deki ülkeler de Türkiye'nin Suriye'de İhvan yanlısı bir gündem takip ettiğini ileri sürdüler. Bu daha da genelleştirilerek Türkiye'nin Arap dünyasında İhvan odaklı bir politika izlediği noktasına kadar vardı. Sanki Türkiye'nin dümeninde İhvan veya fikriyatı oturuyor! Esasında bu tezin dayanağı yok. Elbette Türkiye'de muayyen kesimlerde bir dereceye kadar bir İhvan sempatisi var. Bununla birlikte bu siyasi bir ajandaya dönüşmemiştir. Lakin Arap diyarında Türkiye ile ortaklık arayanların geneli İhvan dahil İslami kesimlerden gelenlerdir. Bununla birlikte Türkiye kimilerinin tasvir ettiği gibi ne İhvan'ın kontrolünde bir ülke ne de patronu! Fikir teatisi ise herkesle her zaman mümkündür.

İhvanın Türkiye'ye gelmesinden sorumlu kesimler aynı zamanda Türkiye'nin İhvan'a kucak açtığından şikayet eden kesimlerdir. Suudi Arabistan ile BAE gibi rejimler İhvan'a karşı acımasız bir kampanya yürütüyorlar. İhvan aleyhinde sadece Türkiye'yi değil aynı zamanda ABD gibi ülkeleri de sıkıştırmaya, etkilemeye çalışıyorlar. İsrail lehinde ve onu tanıma yönünde Pakistan gibi ülkelere baskı kurarken İhvan aleyhinde de Türkiye gibi ülkeleri telkin altında tutuyorlar! Husumette sınır tanımıyorlar. Genel olarak söylenebilecek husus şudur: Bugün İhvan tarihinin en zayıf noktasında bulunuyor. Elbette tarih içinde bir takım yanlışları olmuştur. Ama kesintisiz 92 yılın ( 1928 yılından beri) en büyük mazlum kitlesidir. Tek tük mensupları arasında salih olmayan unsurlara rastlanabilir, yine yönteminde kısmi hatalar görülebilir. Lakin düşmanlarının da itirafıyla kendisinden sonra gelen İslami hareketlerin birçoğunu etkilemiştir. 20'inci yüzyıla damgasını vurmuştur.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu bir televizyon konuşmasında İhvan'ı PKK'ya benzetmiş ve onların Mısır'ın PKK'si olduğunu söylemiştir. Bu gayet haksız bir suçlama ve yakıştırmadır. Bugün Gazze'de İhvan'ın devamı olan Hamas ile CHP bölgesel yaklaşımlarda aynı zemini paylaşmaktadırlar. Şöyle söylemek mümkündür: İsmail Heniye, Temel Karamollaoğlu ve Kılıçdaroğlu fazla zorlamadan aynı kümeye düşebilirler! Demek ki gelişigüzel İhvan suçlaması veya İhvancılık suçlaması yersizdir. Siz de bazen istemeden aynı kümeye hatta Hamas kümesine düşebilirsiniz. Hamas eksen kayması sonucu Suriye rejimi ile birlikte İran'a sıcak bakmaya başlamıştır. Dolayısıyla ortak paydalara sahipler. Hamas, CHP ile Suriye ile İran meselesine aynı zaviyeden bakar olmuştur. Bu durumda en azından fikri ortaklıktan bahsedebilir ve Kemal Kılıçdaroğlu'nu Hamascı ilan edebiliriz! Kılıçdaroğlu bu ortak paydalara rağmen bu kümede olmayı kabul eder mi, o da ayrı mesele...

BAE'li bakan Enver Kargaş da SKY Arabic Kanalına Türkiye ile BAE arasındaki ilişkilerin gelişmesinin önünde tek pürüz olarak Müslüman Kardeşlerle ilişkiler kaldığını söylemiştir. Oysa ki, insani noktada onlar bizim misafirlerimizdir. Saldırgan bir pozisyonları olduğunu da zannetmiyorum. Mazlumları korumak bir insanlık görevidir. Düşmez kalkmaz bir Allah'tır, bu münasebetle Kargaş gibilerinin de bir gün aynı himayeye ihtiyaçları olabilir. Musa Aleyhisselam'ın duasına başvursunlar ve Allah'tan yürek genişliği istesinler. Kargaş gibilerinin ilacı budur.

Cemaleddin Afgani mahlasıyla twitter hesabı kullanan kişi Müslüman Kardeşlerin akıbetini şöyle tasavvur ediyor: Yusuf kuyunun dibinden kurtulduğu ve kraliyet sarayına kurulduğu ve keza hapisten çıktığı ve yeryüzünün hazinelerine kayyum olduğu gibi; Allah da İhvan'ı çilesinden kurtaracak, daha bilenmiş daha şuurlu bir biçimde onları insanlara hayır ve iyilik rehberi yapacak ve sancaktar kılacaktır. Yeryüzünün kurumuş iklimini onlar sayesinde yeşertecek ve Mısır halkını sahili selamete ulaştıracaktır.

Yusuf gibi mülke ve meleküte emanetçi olmak için bedel lazımsa bu bedeli fazlasıyla ödediler. (https://twitter.com/HZpkhBw6ZBosKAz)

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN