2006 yılında Şam'da güvenli bölge Kefer Susa'da ikamet eden Halit Meşal bir ziyaretçi heyeti kabul eder. Bu heyettekiler hareketle (Hamas) İran arasında gelişen, büyüyen ilişkilerden müştekidir ve rahatsızlığını dile getirir. Bunun üzerine samimi duygularını ifade etmekten çekinmeyen Halit Meşal İran ile aralarındaki temel farklılıklarının altını çizer. Arada ideolojik ve inanç esaslarına dayalı zıtlıkların bulunduğunu ve dolayısıyla sabitelere ve temellere dikkat ettiklerini, ilişkilerinin sadece siyasi zeminde yürüdüğünü söyler. Hatta ziyaretçi heyetle dikkat çekici bir ayrıntıyı paylaşır. İranlı muhatapları Hamas'tan Gazze'de büyük bir hastane kurmalarını ve adını da Humeyni Hastanesi koymalarını ister. Lakin Halit Meşal diplomatik bir dille bu talebi geri çevirir. Bu istekten ve benzeri isteklerden yola çıkarak şunu sormalıyız: Bugün İran, İsrail ile savaşmak veya mücadele etmek için Hamas'a, Gazze'ye mecbur mu? Kesinlikle değil. Zira İsrail'e, isterse doğrudan ulaşabilir. Hamas'ı veya Gazze'yi kullanmasına gerek yok. Hizbullah Lübnan hatta Suriye üzerinden İsrail ile doğrudan sınır boylarına sahip bulunuyor. Kunaytıra üzerinden İran ile Suriye rejimi İsrail ile doğrudan askeri temas kurabilir, hesaplaşabilir. İsrail'in cevabını göze almaktan başka hiçbir mani yok. Doğrudan bu cepheleri kullanmak yerine neden Gazze'yi tercih ediyor? Neden maşa kullanmayı tercih ediyor? Bunun tek bir açıklaması var Hamas'ı Gazze ve onun ötesinde Sünni dünyaya ulaşmak için köprü başı yapmaktır. Hamas üzerinden İslam dünyasına yol bulmak ve bunun üzerinden hala direniş odağı edebiyatını sürdürmek istiyor. İran bunu yapabilir lakin Hamas'a ne oluyor? Hamas neden yardım karşılığında İran nüfuzunun taşıyıcılığını veya nüfuz taşeronluğunu yapıyor? Denklem şu: Yardım karşılığı nüfuz elde etmek! Kendisini düşünmüyorsa bile İslam alemini niye düşünmüyor? Zihinlerin ve gönüllerin bulanmasına hizmet ediyor! Yine İran'la ilişkilerini sabitelere dokunmadan da sürdürebilirse sürdürsün!
Halit Meşal'den sonra Sinvar ile Heniye ile birlikte Mahmut Zihar üçlüsü ölçüyü kaçırmışlar ve özeni bir kenara bırakmış görünüyorlar. Bu nedenle de İslam dünyasındaki nüfuzlarını ve destek tabanlarını kaybediyorlar. Yanlış taraflardan birisi haline geliyorlar. Elbette Mısır ve Körfez ülkeleri sadece Hamas'a karşı değil aynı zamanda Fetih ve Ramallah yönetimine karşı da İsrail'in safında duruyorlar. Mısır ile birlikte Körfez ülkeleri yanlış bir kümeyi temsil ediyorlar. İran da Hizbullah ve Suriye rejimiyle birlikte başka bir yanlış kümeyi temsil ediyor. Yanlış kümeler olacağını ve birbirlerini savuşturacaklarını Kur'an bize 'tedafü' yasasıyla bildiriyor. Demek ki bazen karşı karşıya bulunan kümelerden, cephelerden hiçbiri hakkı temsil etmeyebilir. Hitler ile Stalin gibi. Kümelerden her biri yanlış tarafı temsil ediyor olabilir. Dolayısıyla birisinin yanında durmak insanı mesuliyetten kurtarmaz. Hamas da bu kümelerden birisine ekleniyor. Üzücü olan budur. Daha da garibi kendisi mazlum olduğu halde zalim taraflardan biri yanında görünmesidir.
Hamas da sonunda real politiğe dümen kırarak İslam dünyasındaki derinliğini kaybetti. Sıradanlaştı. Kendisini real politiğe kaptırarak ulusalcı politikalar izlemeye başlamıştır. Sadece Filistin meselesine odaklanayım derken sözel olarak bile çevresindeki hak ile batıl mücadelesine yabancılaştı. Güç yetirmenin gereği başka ilkeli olmanın gereği daha başkadır. Sanki dünyada tek hak dava kendilerinin davasıdır. Hak ile batılı Filistin meselesine indirgemiştir. Bu durumda sahada solcular varken demek ki hakkı onlar temsil ediyordu? Mantık kırılması da yaşıyorlar. Suriye rejimi bir zamanlar Suriye-Lübnan süreçlerini tek bir süreç olarak kabul ediyordu. Bu minvalde Şam ile Kudüs süreçleri de esasında tek bir süreçten ibarettir. Zira hadisler Mescid-i Aksa ve çevresinden bir bütün olarak bahsediyor! Şam sürecine yabancılaşan Kudüs'te de meşruiyetini kaybeder. Nitekim böyle olmaktadır. Elbette gücü nispetinde mücadelesini Filistin'e hasretmesini anlayabiliriz. Aksi takdirde, dünya egemenleri tarafından külli düşman ilan edilecektir.
Buna mukabil 'edafu'l iman/en zayıf iman kalbiyle buğzetmektir' kabilinden fiili olmasa da sözel ve kalbi amel olarak ondan mazlum kardeşlerine duruşuyla sahip çıkmasını beklemek de hakkımız. Aleyhindeki güç dengeleri sözel duruşunu engellemez ve engellememelidir. Yoksa dava anlamını kaybeder ve hak batıl çizgileri birbirine karışır. Nitekim öyle de olmaktadır. Suriye'de olup biten mücadeleye fiili değilse bile sözel olarak doğru tavır koymalıdır. Elbette kimse Kaide veya IŞİD tarzı ondan Donkişot gibi yel değirmenlerine saldırmasını, gücünün üzerinde küresel bir açılıma gitmesini beklemiyor. Filistin meselesini hak batıl mücadelesi eksenine koymalı ama hak mücadelesini Filistin mücadelesinden ibaret saymamalı, sınırlandrmamalıdır. Sadece Filistin'e odaklanarak ümmete yabancılaşıyor ve hatta ümmet düşmanlarıyla iş tutuyor. Bu nedenle de ümmete sakil hale gelmeye başladılar. Ümmeti küstürüyorlar. Ümmeti İran'dan ibaret görüyorlarsa, yanılıyor, aldanıyorlar. Bu durumda ümmetin üzerinden günah gider. Ümmete yabancılaşıyor ama istese de ümmet olmadan bir arpa boyu yol kat edemez ve kendi göbeğini kesemez ve İsrail meselesini tek başına ya da İran'ı yanına alarak halledemez. Bu meselenin hinterlandı ümmettir. Rusya ile İran eksenine yönelerek ancak kendilerini ve davalarına yabancılaşırlar. İslami bir dava olmaktan çıkarlar yerel ulusalcı bir dava durumuna düşerler, bürünürler. Mahmut Abbas'tan tek farkları Abbas Körfez'e bakarken, göz kırparken onların da İran'a bakmaları ve ondan yardım beklemeleri olur. Ya da Ramallah İsrail'in taşeronu olurken Gazze de İran taşeronu haline gelir. Bir nevi lejyoner durumuna düşerler.
1948 topraklarındaki tarihi liderler de Hamas'ın adımlarını şaşkınlıkla izliyorlar. Kemal Hatip ve Raid Salah gibi tarihi önderler Hamas'ın bu eğilimini onaylamıyorlar. Ümmetle ortak düşünüyorlar.
Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin yıldönümünde Gazze'de bu meseleden mütevellit küçük bir kriz baş gösterdi. Hamas Kasım Süleymani'nin meydanlara, caddelere asılan portresini yırtan Mecdi Mağribi adlı davetçiyi tutukladı ve hapse attı. Bu da Gazze'de neler oluyor sorularını gündeme getirdi. Kimilerine göre İran Gazze üzerinden beşinci bölgeye ve ülkeye de ulaşmış oldu. Irak, Suriye. Lübnan ve Yemen'den sonra Hamas ve İslami Cihat sayesinde Gazze'ye de uzandı. Bu şu demek: Gazze'deki Hamas'ın durumu Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Husiler'i andırıyor. Giderek İran'ın vekalet gücü haline dönüşüyor.
Belli ki bugün Hamas'ı yönetenlerin bir vizyon ve sağduyu problemi var. Adalet konusunda seçici bir bakış açısına sahipler. Bilmezler ki, adalet tecezzi etmez yani parçalanmaz. Bu hususta bütünlükçü vizyonu, pusulayı kaybetmişler. Gücünüz kadar davranırsınız ama vizyonununuz kadar düşünür ve idrak edersiniz. Allah sonuçta sizden zafer değil sefer bekliyor. Yoksa, Eriha önlerinde Allah Musa Aleyhisselama zafer nasip ederdi. Hamas'ın ümmete arkasını dönmesi de zaferini hızlandırmaz belki davasını sulandırır. Herkes Hamas'tan iğne deliğinden geçtiğimiz şu zaman diliminde daha sağduyu davranmasını, temel duruşunu muhafaza etmesini bekliyor.