Arap Yarımadasında zuhur eden Vehhabiler aşırılık noktasında tarihi birikimleri nedeniyle suçluluk duygusunu bastırmak veya bu duygudan kurtulmak için Muhammed Bin Abdulvehhab'ın yerine Seyyid Kutup'u ikame ettiler onu aşırılığın yeni sütunu ve günah keçisi haline getirdiler. Bütün dünya son iki veya üç asrın aşırılık akımı olan Vehhabiliğin başındaki ismin Muhammed Bin Abdulvehhab olduğunu biliyor. Bir süreden beri Vehhabiler ise Seyyid Kutup'a odaklandılar ve Muhammed Bin Abdulvahhab'ı unuttular. Yerine onu geçirdiler. Tam da Arapların bir deyimle dile getirdikleri gibi. Remetni bidaiha ve insellet. İlletini bana attı ve sıvıştı, savuştu, kirişi kırdı. Hatta Selefi-İhvan ekolünü bir araya getiren Muhammed Surur Zeynelabidin gibi zevatı en tehlikeli adam ve terörist ilan ettiler. Sebebi şu idi: Zeynelabidin öğretmen olarak kendilerinin dışında Suud toplumuyla iletişim kurabiliyor ve fikirlerini aktarabiliyordu. Kendi ekolleri dışında birisinin Suud toplumuna sızması, ulaşması onları çileden çıkarıyor ve rahatsız ediyordu. Onlar Muhammed Surur Zeynelabidin'i rejim açısından gedik ve açık (seğre) olarak görüyorlardı. Dolayısıyla bütün öfkelerini Zeynelabidin ve benzerleri üzerine boca ettiler. Katar da devlet olarak tam bu beraberliği temsil ediyordu. Yani Vehhabilik ile İhvan arasında ya da iki İhvan arasında köprü kuruyordu ( İhvan'lardan biri Suud İhvan diğeri Mısır İhvanı). Son çeyrek yüzyılda onlar açısından en tehlikeli mecra bu idi. Bu akımın güçlenmesinden endişe duydular. Sefer Havali, Selman Avde de bu kategoriye katılabilir. Bununla birlikte Vehhabilik ile İhvan arasında teorik olarak köprü kuran en kuvvetli isim ve bağ Muhammed Surur Zeynelabidin idi. Sefer Havali ile Selman Avde ise toplumsal etkileşimden ziyade seçkinler arasında düşünce zemininde tehlike saçıyordu. Bu iki isim geçkin yaşlarına rağmen muhalif duruşları nedeniyle cezaevinde tutuluyorlar. Selman Avde'nin oğlu Abdullah'ın haber vermesine göre babası ağır hapishane şartları altında işitme ve görme yetisini yarı yarıya kaybetmiş bulunuyor. Özellikle Sefer Havali gibi isimler Suudi Arabistan'ın Batı yanlısı dış politikasına ve iç uygulamalara ve cıvık (macin) içtimai politikalara karşı çıkıyorlardı. Kaide'nin çıkış noktası da bu ayrışma noktaları olmuştur. Bununla birlikte Sefer Havali ya da Selman Avde'nin bir huruç hareketi olan Kaide veya halefleriyle organik bir ilişkisi yoktur.
Suudi Arabistan hareketçi ve devrimci dalgaya karşı 'ilahi devlet ideolojisini' öne çıkarmış ve bunu benimseyen Camiye ve Medhaliyye akımını üretmiş ve teşvik etmiştir. Tamamen istihbarat ürünü olan bu akım devlete mutlak itaati esas alıyor. Buna 'devlete tapınma akımı' da denilebilir. Seyyid Kutup veya Muhammed Surur Zeynelabidin yerine eski radikal tövbekarlar veya oradan buradan devşirdikleri hocaları ikame ediyorlar. Abdullah Bin Beyye, Muhammed Said Ramazan el Buti ve Ali Cuma gibi zevat Selefi veya Vehhabi olmasalar da, başka bir zeminde sufi olarak temayüz etseler de devlet karşısındaki duruşları (işbirliği) itibarıyla bu kategoriye katılabilir. Suudi Arabistan sönmüş Vehhabilik anlayışında da olsa parayla ve imkanla lehinde yeni isimler devşirmeye devam etmiştir. Bunlar arasında Ezherli karşılaştırmalı dinler uzmanı Ahmet Hicazi es Sakka gibi isimler de bulunmaktadır. Bu ismin Mesih'in Hazreti Muhammed olduğuna dair bir tezi vardır. Sonra Suudi Arabistan'a öğretim üyesi olarak gitmiş ve burada devşirilmiş ve kendince selefiliği benimsemiştir. Kimileri selefiliği benimsemeden de devletçi dini algıyı temsil eden Camiye anlayışını benimsemektedir. Esasen devlet ile uzlaşmayı daha doğrusu tabi olmayı esas alan Camiye akımı İbni Teymiye'nin de tanımlamasına ve tahlillerine göre de Mürcie anlayışını temsil eder. Kendilerine sorsanız Vehhabiler İbni Teymiye'ye danışsanız, müracaat etseniz onlar katıksız Mürcie anlayışını temsil etmektedir. Algı ile gerçek arasında uçurum var. Bu açıdan Muhammed Kutup'un öğrencisi Sefer Havali, Suudi Arabistan'da Vehhabilik kisvesi altında faaliyet gösteren sönmüş akımı Mürcie olarak yaftalamakta ve tanımlamaktadır. Suudi Arabistan'ın devşirdiği yeni isimler pasifizme kulaç açmakta ve çağırmaktadır. Devleti perestiş anlamında kimi Ezher hocalarıyla Suudi Arabistan alimler heyeti aynı duruşu sergilemektedir. Her iki tarafın da mutabık kaldıkları husus, Seyyid Kutup üzerinden hareketçi İslam anlayışını bastırmak ve söndürmektir. Radikal dönekler veya sönmüşler başkalarını da kendileri gibi söndürmeyi amaç edinmişlerdir. Sözgelimi Sisi'nin dini danışmanı Üsame el Ezheri'nin uzmanlık alanı Seyyid Kutup'a karşı tez üretmektir. Diğer danışmanı Faruk Baz ise İslam'da tesettür anlayışını yok saymaktadır. Tam da Fransa'nın aradığı İslam tipi veya aradığı dini modeli sunmaktadırlar. Artık İsrail'i kimi Araplar Fransa'yı da kini hocalar savunuyor! Nitekim, Seyyid Kutup Fizilali'l Kur'ar adlı tefsir çalışmasında cahili düzen ve ona tabi olanlarla inançlı toplumun ayrışmayı savunmaktadır. Seyyid Kutup inançlı toplulukların ötekinden bilinçli bir şekilde ayrışmasını ve izolasyonunu ( uzletü'ş şuuriyye) savunmuştur. Gülen de ışık evleri projesini Seyyid Kutup'un bu yaklaşımından devşirmiştir. Seyyid Kutup mabetlerin de ayrışmasını savunmuştur. Burada Gülen her ne kadar Seyyid Kutup'u taklit etse de uygulaması farklı olmuştur. Üstad Necip Fazl'ın dediği duruma benzemiştir. Beni bir tek kişi anladı, o da yanlış anladı! Onunkisi pragmatik bir yaklaşımdır. Seyyid Kutup gibi ilkeli bir duruşu benimsemekten uzaktır. Kaldı ki, Muhammed Gazali gibi kimi alimler de bu anlayışı hatalı bulmuşlardır. Yine Muhammed Gazali gibi zevat haricilerin 'Allah'tan başka hakem yoktur' anlayışının Mevdudi ve Seyyid Kutup'ta hakimiyet fikrine dönüştüğünü ifade etmişlerdir. Bununla birlikte Seyyid Kutup bahane edilerek tefrit çizgisine malzeme yapılmak istenmiştir. Bunu yapan erbab-ı denaet bu yaklaşımla siyasi ve dini pasifizme yol bulmak istemişlerdir. Şura fiilen kaldırılarak yerine tek yanlı olarak körü körüne itaat fikri ikame edilmiştir. Macron'un temel tezi de veya hedefine aldığı husus, 'ayrışmacı İslam' anlayıştır. Bununla neyi kastetmekte ve kökleri neye dayanmaktadır? Böyle bir anti tez ortaya atan Macron acaba bu tezini oluşturmada Mısırlılardan da fikri destek almış mıdır? Neden Macron, Sisi'yi Elysee Sarayında (Palais de l'Élysée ) ağırlamıştır? Bu sadece jeopolitik olarak Türkiye karşıtlığına mı dayanmakta yoksa daha derin nedenleri de var mıdır? Bu ağırlamada İslam'a karşı fikri beraberlik ve ortaklığın da payı var mıdır? Şu bir gerçek ki Vehhabiler kendi geçmişlerini Seyyid Kutup üzerinden aklamaya çalışmaktadırlar. Bunun dışında kimi tefrit hareketleri de Seyyid Kutup'u gerekçe ve basamak yaparak karşı tezlerini meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Muhammed Ahmet Said el Ezheri gibi bazı Ezherli hocalar ' Fehmu'l eimmeti'l A'lam Liahadisin Dalla fi Fehmiha Süfeha'il Ahlam/ Sefihlerin Anlamada Sapkınlığa Düştükleri Hadisler Konusunda Parlak İmamların Anlayışı' gibi tumturaklı başlıklarla risaleler kaleme alarak İslam'ı gevşetmeye ve tefrit dini haline getirmeye çalışmaktadırlar. Burada en büyük cihadın zalim sultan karşısında hakkı söylemek olduğu mealindeki hadisler bile tefrit makamında ve tamamen yöneticilerin keyfine göre ele alınmakta ve yorumlanmaktadır. Ezher de kendi devletçi anlayışını yani Camiye akımını üretmektedir. Macron da bana da yok mu diye bu anlayıştan medet ummaktadır. Kendisine göre pay çıkarmaya ve Fransız cumhuriyet ilkelerine göre bir din veya tanımı üretmeye kalkışmaktadır. Kemal Allah'a mahsustur ve Seyyid Kutup'un da bazı yanlışları olabilir ama ötekilerin mecrası külliyen yanlıştır.
Radikal olsun ya da olmasın dini muhasebe veya kendini gözden geçirme yediden yetmişe herkesin görevidir ve herkese lazım olan bir husustur. Geçmişte ifrat ile tefrit akımları arasında bir takım mukayese ve muhakemeler yapılmıştır. Bunun en güzel ve tipik örneklerinden birisi Katip Çelebi'nin Mizanu'l Hak Fi İhtiyari'l Ehak adlı risalesidir. Burada ifrat ehli Kadizadeler ile tefrit ehli Sivasiler arasında kıyaslamalar yapmakta ve dengeyi bulmaya çalışmaktadır. Günümüzde radikal akımlar kendilerini muhasebe etmekte ve gözden geçirmekte, geçmişlerini elemektedirler. Silahlı huruç gibi bazı görüşlerini tadil etmektedirler. Bu gayet güzel ve yerinde bir çıkarımdır. Hatadan dönmedir. Lakin genellikle ifrat ehli zamanla tefrit ehli haline gelebilmektedir. Bunlar muhasebeden sonra kenara çekilmek yerine 'devletçi din' anlayışının hizmetine girmektedirler. Sözgelimi, Cemaat-ı İslamiyenin tefrit kanadı haline gelen Nacih İbrahim ve Kerem Muhammed Zühdi, Muhammed Mürsi'yi taşlarken mütegallibe zemininden Sisi'ye arka çıkmakta veya en azından onda kayda değer bir kusur bulamamaktadır. Silahlı ve şiddete dayalı muhalefete karşı çıkmaktadır. Bu doğru bir yaklaşım olmakla birlikte, karşı tablosunda devletin aşırılıklarını da maslahat adına sineye çekmek başka bir şeydir. Bu açıkça tefrit makamıdır ve bunu savunarak devletin zulmünü aklamış, alkışlamış oluyorlar. Böylece bir zulümden ötekine düşüyorlar. Sürekli Muhammed Mürsi'yi eleştiren Kerem Muhammed Zühdi kendi arkadaşları tarafından öldürülen Enver Sedat'ı şehit ilan etmiştir! Nasır'a göre Sedat'I daha ehven görebilirsiniz ama şehitliğine tanıklık etmek haddi aşmaktır. Şehidi belirlemek size mi kaldı? Dolayısıyla bir uçtan diğerine yuvarlanmıştır. Bu orta noktayı veya itidal noktasını yakalamak değildir. Savrulmaktır. İtidal noktası kaybedilmesinden dolayı Cemaat- ı İslamiye ikiye bölünmüş Abud, Tarık Zümer ve hapishanede aynen Mürsi gibi öldürülen İsam Derbale gibiler eski karelerine geri dönerek İhvan'ı desteklerken Kerem Zühdi ve Nacih İbrahim Sisi'nin safına yani devletçi anlayışın yanına geçmiştir. Cemaat- İslamiyenin tefrit kanadı Ömer Telmisani'nin kışkırtıcılıkla Sedat'ın ölümüne neden olduğunu savunmaktadır. Hasan Hudeybi ile Ömer Telmisani İhvan'ın en ılımlı kanadını temsil etmektedir. Bilinen şu ki Ömer Telmisani İhvan içinde en ılımlı kanadı ve kimilerine göre de tefrit ehlini temsil etmektedir. Ma lekum keyfe tahkumun? Size ne oldu, nasıl hüküm veriyorsunuz? Allah kimsenin kalbini ve başını döndürmesin!
Kerem Muhammed Zühdi, ' sonunu önceden kestirseydim yaptığımı yapmazdım, Kader beni geri çevirseydi yaptığımı yapmazdım' ( lev istekbaltü min emri ma istedbertü) demektedir. Böylece geçmişini silip atıyor, reddediyor. Bunu makul bulmakla birlikte yollarına devam eden arkadaşlarını rejim adına Harici sayması da yeni dönemdeki falsolarından birisidir. Zira rejim İhvan gibi akımları Harici olarak tasnif etmektedir. Kendisi de buna katılmaktadır. Zalimin nokta-i nazarından öyle görülebilirse de Zühdi'ye ne oluyor?
Son zamanlarda bu zeminde ısmarlama kitaplar yazılmaktadır.'Taslitü'l Adva Ala Ma Vakaa Fi'l Cihadi Mine'l Ahta/ Cihat Meyanında Yapılan Yanlışlara Işıt Tutmak' gibi kitaplar böyledir. Kitabı müracaat yapan yani fikirlerini gözden geçiren bir heyet yazmıştır. Suudi Arabistanlılar da basmıştır. Üsame İbrahim Hafız, Asım Abdulmacid Muhammed kitabı kaleme almış ve Kerem Muhammed Zühdi gibi isimler de takriz yazmışlar ve kitabı gözden geçirmiştir. Bu kitap Muhammed Said Ramazan el Buti'nin İhvan anlayışına çeyrek asır önce reddiye olarak kaleme aldığı El Cihad kitabına benzemektedir. Ve ondan istifade ile yazılmıştır. Dikkat edilirse Buti'nin Ella Mezhebiyye/Mezhepsizlik kitabı Nasirüddin Elbani'yi hedef almıştır. El Cihad kitabıyla da İhvan'ı hedef almıştır. Bunlar genellikle tefrit makamında kaleme alınmış eserlerdir. İtidal noktasında değiller. Müracaat adı altında fikirlerini gözden geçirenler, kendilerini muhasebe edenler denildiği gibi teracüata (tefrit ve tavize) düşmüşlerdir. Yani bir uçtan diğerine ifrattan tefrite savrulmuş ve yuvarlanmışlardır. Devleti ve yaptıklarını meşrulaştırma hatta takdis etme mekanizması ve aracı haline gelmişlerdir. Silahlı muhalefeti takbih etmeyi aşmışlar mücerret dini nasihati veya sözlü eleştirileri bile yasaklayarak zeminlerine yabancılaşmışlardır.
Zamanla değişerek ve dönüşerek, gayri İslamcı düzenlerin İslamcı sözcüleri haline gelmişlerdir. Allah ayaklarımızı hakta sabit kılsın. Bunun için de bize sabır versin.
Mustafa Özcan