Günümüzde herkes radikallikten dem vuruyor, yakınıyor ama karşıt ağırlığı pasifizmden şikayet eden yok. Neden egemen güçler itidal ehline yükleniyor da tefrit ehline ve pasifist hareketlere ilişmiyorlar? Doğrudan cevap yerine geniş zeminli bir analiz yapalım,
İslam tarihinde ve günümüzde ifrat ve tefrit akımlar vardır. Bunlar sosyolojik rüzgarlara göre yön değiştirirler. Yani hiçbiri olduğu yerde kalmaz. İsimleri aynı kalsa da sıfatlar daima değişir. Dolayısıyla vakıayı doğru okumak için isme fazla takılı kalmadan sosyolojik hareketleri ve devinimleri iyi takip etmek gerekir. Tarih boyunca pasifist akımlar arasında en belirgini Mürcie akımı olmuştur. Ebu Hanife ve arkadaşları Ebu'l Hasan el-Eş'ari tarafından Mürcie akımından sayılsalar da İmam Zeyd'e ve başkaldırmasına olan desteği onu bu kalıba sokmamızı zorlaştırmaktadır. Olaylar karşısında Hasan el Basri ve Said İbni Cübeyr gibi davranmıştır. Bu meseleyi yeniden ve çapraz okumak gerekir. Şaşırtıcı gelebilir ama çıkışında Haricilik ile anılan veya benzetilen Vehhabi hareketi ise zamanla sosyolojik anlamda dönüşerek Mürcie kalıbına dökülmüştür. Yemen'de Carudiye ekolüne mensup Husilerin On İki İmamcı hale gelmeleri gibi. İlk zuhur çağında Vehhabiler Kaide hatta ondan şiddetlisi IŞİD mevkiindedir lakin 1930'lu yıllardan beri bu akımlarla mücadele halindedir. Zira devlet olmuşlardır ve kaybedecekleri çok şey vardır. Şimdi ilk devresiyle, geçmişiyle mücadele halindedir. Sadece Afgan cihadına muayyen nedenlerle ve Amerikalıların ittirmesiyle arka çıkmış, müzahir olmuştur. Bir de zaman zaman devletin çarkları, kadroları arasında dönüşümler yaşanmaktadır. Kral Faysal ile Fahd dönemi birbirine zıt olarak tanımlanabilecek dönemlerdir. Zamanla marjinal kalsa da Suudi Arabistan'da Amerikan karşıtı emirler de var olmuştur.
Tarihi süreçte ve mezhebi zeminde siyaset ve ameller noktasındaki tutumuyla pasifizmi Mürcie mezhebi temsil eder. Hal ve meşrep anlamında ise kimi sufi tarikatlar pasifizme yatkındır ya da tekabül ederler. Lakin tarikatları da genelleştirmemek, hepsini aynı kümede görmemek lazım. Moğollar döneminde olduğu gibi sömürgecilik döneminde de Rusya, Fransa ve İngiltere'ye karşı çıkan, mücadele eden sufi ekoller olmuştur. Tersi de vardır. İbni Teymiye'nin vaktinde ardından Muhammed Kutup gibiler de günümüzde yakındığı gibi Moğollar karşısında pasifist tarikatlar olduğu oranda 18 ve 19'uncu yüzyılda Batı Afrika ve Mısır'daki baz tarikatlar da sömürgecilerle işbirliğine gitmişlerdir. Günümüzde en fazla İsrail'e yakın duran Birleşik Arap Emirlikleri'dir ve bu ülke aynı zamanda mevcut tarikat yapılarını kollamakta ve onlara sahip çıkmaktadır.
Pasifistlerin karşısında ise radikallar veya ifrat ehli ve tabakası vardır. Lakin pasifistler ile radikaller dönüşümlüdür. En hızlı bir biçimde pasifistlere veya tefrit ehline katılan, dönüşen zümre radikallerdir. Zira radikallikleri ilkeden uzaktır. Duruşları hevaya daha uygundur. Hevalarını tatmin edecek, okşayacak bir rüzgar, bir ortam bulduklarında hemen arkasına takılırlar. Bazı pragmatik hareketler de öyledir. Tabir caizse gidecekleri istikametteki otobüsü beklemeden ilk gelene binerler! Ehli itidal prensip sahibi olduğundan istifini bozmaz ve duruşunu değiştirmez. İslam tarihinin ilk radikalleri ve ifrat ehli Haricilerdir. Bunlar önce Kufe ile Şam arasında üçüncü taraf olmuşlar ama Şam'ın çil çil akçelerini görünce bir kısmı lejyoner makamında o cepheye akmış ve geçmiştir. Her asırda da harici kalıbında yeni akımlar türemiştir. Vehhabilik de bunlardan birisidir. Bu gibi akımların doğmasının temel nedeni dini olmayıp dinin yorumlanmasıyla alakalıdır. Akıl tutulmasıdır. İnsanın kimyasının bozulmasıdır. Sosyolojik hareketlenmeler de anlayışların yapısını bozabilir. Haricilik hareket halini temsil eder ve yerleşik hale geçince durulur. Mezhep suretine bürünür. Ya da düşünceye evrilir ve ekol halini alır. Düşünce teenni ve aheste bir yürüyüş gerektirir. Kısaca bazı radikal ve ifrat hareketler zamanla durulur ve pasifist konuma geçerler. Tam da Vehhabilerin başına geldiği gibi. Radikal olarak doğmuştur ama bugün mevcudu koruma kaygısıyla hareket etmektedir ve son derece muhafazakar hale gelmiştir. Bu nedenle Muhammed Kutup'un talebesi Sefer Havali Vehhabilerin geldiği noktayı Mürciileşmek olarak tasvir etmiştir. Ali Şeriati de benzeri bir analiz yapar ve hareketin ve devrimin zamanla yavaşlayarak devletleşeceğini ve muhafazakarlaşacağını öngörmüştür. Demek ki sosyolojik dalgalar düşüncelerin ve akımların yapısını etkilemekte ve yatağını da değiştirmektedir.
Bu dönüşüm hali sosyolojik bir vakıanın gözlemidir ve yerindedir. Radikalizm dini ve dini değerleri kullansa da dünyevi maksatlar taşıyan bir akımdır. Özlerine ahiret kaygısı hakim değildir. Eski radikaller yenildiklerinde ya da ya da dünyevi maksatlarına nail olduklarında, erdiklerinde kılıklarını ve elbiselerini değiştirirler. Pasifistler sadece eski zeminlerindeki radikallerle değil aynı zamanda ve daha ziyade itidal ehliyle de çekişir. İtidal ehline hem ifrat hem de tefrit enli karşıdır. Dolayısıyla itidal ehli çapraz ve iki ateş arasındadır. Bundan dolayı bazı kimseler bu gerçeği şöyle terennüm etmişlerdir:
Kila tarafeyyi kasdi'l umuri mezmumun
İtidalin iki ucu veya iki tarafı da mezmum ve merduttur. İfrat ve tefrit ehli birbirlerini beslerler. Bu açıdan Batı Afrika'da yer yer Fatimi Devleti gibi Şii devletleri ile Hariciler arasındaki beklenmedik ortaklıklar, ittifaklar kurulmuş ve bu gelişme Sünnileri can evinden vurmuş ve cendere altına almıştır. Bugün doğu cephesinde değişen bir şey yok. Umman Sultanlığı ile İran arasındaki çok kaypak bir ilişki türü vardır. Teorik olarak birbirine düşman olması gereken bu iki akım pragmatık ve pratik nedenlerle birbirine daha yakın durabilmektedir. Hiç beklenmedik bir yerde muhtemel müttefikin kaypaklık yapması hasmın zaferinin önünü açmaktadır.
BAE günümüzde kimi Sufilerin hamisi olduğu gibi Mısır ve Suudi Arabistan gibi karşı devrimci rejimler selefi kökenli pasifist hareketleri himaye etmekte ve bunlara çekim merkezi olmaktadır. Bu akımlar Arap Baharından sonra olduğu gibi ortaçağ tarzı rejimleri geçici de olsa güçlendirmişlerdir. Pasifizmin sloganlarından birisi nemelazımcılıktır lakin bu akımlar devletlerin hizmetine girdiğinde kurulu rejimler adına saldırganlaşabiliyorlar.
Bu rejimlerin ana karakteri şura yerine mutlak otorite ile keyfiliği temsil etmeleridir. Kimi eski radikaller bu yapıların hizmetine girmiştir. Mısır'da Cemaat-ı İslamiyenin kurucularından Nacih İbrahim ile kerem Muhammed Zühdi gibi. İran Devrimini tetiklediği varsayılan Ali Şeriati devrim sonrası yaşasaydı bu ülkede barınamazdı. Zira o hareketi, devrimi ve ideolojiyi benimsiyor Humeyni ile kurulan rejim ise kalıpları ve maslahatı ve pragmatizmi temsil ediyordu. Muhtemelen Nasır ile Seyyid Kutup ilişkisi Ali Şeriati ile Humeyni ilişkisine yansıyacaktı. Nitekim, Montazari ile Humeyni'nin yolları da benzeri nedenlerle ayrılmıştır. Humeyni'den sonra rejimi Nasır rejimi gibi canavarlaşmıştır.
Şah İsmail ve Safeviliğin serencamı da Vehhabiliğin serencamına benzer. Şah İsmail bir hareket başlatmış ve sonrasında İran Şiileşerek donuklaşmış ve mezhebin (Oniki İmamcılık) çeperi içine girmiştir. Genellikle donuklaşan devrimler klasikleşiyor ve mezhep suretini alıyor. Hariciler zamanla durulduğunda kendisini mezhep kisvesinde bulmuştur. İki akım olan Vehhabilik ve Şiilik de büyük çapta serazat olmaktan çıkıp bir mezhebin ve anlayışın kalıbı, çeperi içine girmişler ve hapsolmuşlardır. Bir nevi kendilerini iptal etmişlerdir. Doğru ya da yanlış çıktıkları zemini koruyamamış, başkalaşmışlardır. Bu dönüşümün olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Zira devrim süreçleri keskin süreçlerdir ve kuru ya da yaş önüne geleni süpürür. Arap Baharı ise mutlak otorite ile keyfiliğin izdivacına karşı ı masumane ve kışkırtıcı olmayan bir kalkışma idi. Aksine karşıtları saltanatlarının bekasından endişeye düşerek kışkırtıcılık yapmışlardır. Arap devrimleri özünde hayırhah bir istikameti barındırıyordu. Köhne rejimler pasifist hareketleri arkasına alarak, onlardan meşruiyet devşirerek bu meşaleyi söndürmeye kalkışmışlardır.
Mustafa Özcan