'Nedvi' bir medreseye aidiyeti bildiren bir ifadedir. Nedvetü'l ulema'ya atfen ona mensup ve bu kurumun tezgahından geçmiş kimse demektir. Geçmişte bu tür aidiyetler vardı ve insanlar bu aidiyetlerle anlıyordu. Ezheri gibi. Ezheri de Ezher'e mensup olan demektir. 1960 veya 1970'li yıllarda bizde de 'Ezher mezunu' diye kalıplar ve ifadeler kullanılırdı. İtibarı vardı. Telif ve tercüme eserleriyle tanınan Naim ve Hüseyin Suudi Erdoğan kardeşler, Ezher çıkışlı olup bu unvanı mahlas olarak da kullanmışlardır. Bununla birlikte son yıllarda Ezherli veya Ezheri vurgusu daha az yapılmaktadır. Bunun hem Ezher ile hem de değişen genel algıyla alakası vardır. İster istemez Ezher tarihi inişli çıkışladır parlak dönemleri olduğu gibi sönük dönemleri de vardır. İkinci olarak bizde bazı çevreler Ezher'i 'irtica yuvası' olarak görmüşler ve buna göre tavır almışlardır. Halbuki, Ezher ne bu ne de ötekisidir. Ezher kesinlikle radikalizm yuvası değildir aksine mezunları diğer okullarda yetişenlerden daha mutedildir. Fatimiler dönemindeki Ezher ideoloji yuvasıdır ve bugün karşı çıkanların tam istedikleri türdendi. Fatimilerin propaganda üssü olarak yaşasaydı bugün Ezher'e karşı çıkanlar, dudak bükenler ya oraya gider yada çocuklarını gönderirdi! Bu hususta savunma ile yermenin dışında objektif değerlendirmeler yapmak lazımdır.
Hint Müslümanları İngilizler karşısında 1857 tarihinde aldıkları yenilginin rövanşını ilmiye alanında almak istemişlerdir. Savaşı cephe yerine rahlede sürdürmek isterler. Denildiği gibi diplomasi savaşın masada ve müzakere üzerinden sürdürülmesidir. Hint Müslümanları da şanlı günlerini ilim cephesinde geri kazanacaklarını düşünürler. Bir taraftan sahabe edebiyatı üzerinden avamın ve Müslümanların ölen hislerini uyandırmaya çalışırlar. Hali altılıkları ve Yusuf İlyas Kandehlevi de Hayatü's Sahabe ile aynı şeyi yapmak ve Müslümanların hissiyatını canlandırmak, uyandırmak isterler. Mehmet Akif de bizde Safahat yoluyla bunu denemiştir. Böylece bir neslin özgüvenini ve imanını zinde tutmuştur. Bunun sonucu Hint Müslümanları ilmi okullar ve ekoller kurmuşlardır. Hint Alt kıtasında ekol hale gelen okulların üç adresi vardır. Bunlardan birisi Batı tarzını esas alan Aligarh ekolüdür. Bu ekol modernist bir yapıdadır ve dini değerleri tevil ederek modernizme eklemlenmektedir. Nazariyelere göre İslam esaslarını tevil eder. Eğip büker. Mucizeleri de tevil yoluyla reddederler. Hissi mucizeye pek yer vermek istemezler.
Buna mukabil 1860 yılında aksi istikametteki Diyobend kurulmuştur. Diyobend daha ziyade Ezher'e benzemektedir Lakin Ezher gibi dalgalı bir seyir takip etmez. Zira Ezner zaman zaman Hindistan'daki üç ekolü de bünyesinde barındırmaktadır. Bu açıdan Diyobend Medresesinden umum ve husus bazı yönleriyle ayrılır. Diyobend için Güneydoğu Asya'nın Ezher'i deseler de kazın ayağı pek öyle değildir, daha bağımsız daha muhafazakar bir yapısı vardır. Aligarh bir okol olduğu gibi aynı zamanda modernist bir ekoldür. Diğer yanda da yine ekol olan Diyobend geleneksel değerleri barındırmakta ve savunmaktadır. Bahusus Hanefi ve Maturidi telakkisine daha yakındır ve muhafazakardır. Hanefilerin hurafelerden arınmış ehli tahkik kısmını temsil eder. Asya kıtasına ziya vermektedir. Bununla birlikte Tebliğ Cemaati gibi siyasete mesafelidir. İlmi ve imani çalışmalarıyla iktifa etmektedir.
Üçüncü ekol ise Nedvetü'l Ulema'dır. 1892 yılında kurulmuştur merkezi Lucknow'dadır. Geçmişin bir uzantısı olduğu kadar günümüze ve geleceğe de bakmaktadır. Bütün yollarla bağlantılıdır, yolların kesişme noktasında bulunmaktadır. Bu açıdan Aligarh ile Diyobend ekolünün ayrık taraflarını birleştirmektedir. Nevi şahsına münhasır bir kurumdur. Diyobend gibi maziye bağlı skolastik bir kurum olarak nitelendirilemez. Bu açıdan da Şibli Numani veya Ebu'l Hasen en Nedvi gibi yetiştirdiği Nedviler, alemşumül bir biçimde iştihar etmişlerdir. Şöhretleri dünyanın dört bir bucağına sarmıştır. İçine, geçmişine veya çağına kapalı değil bütün zemin ve asumanlara ve zamanlara açıktır. Dolayısıyla daha fazla hüsnü kabul görmekte ve bölgede İslam'ın merkezlerinden birisi olarak anılmaktadır. İsam Attar'n kayınpederi olan ünlü Şamlı edip ve düşünür Ali Tantavi dünyada üç yerin kendisini büyülediğini ve son ömrünü onlardan birinde geçirmek istediğini söylemiştir. Doğum yeri Şam, ikamet ettiği şehir; şehirlerin anası Mekke ve Ebu'l Hasan en Nedvi'nin ikametgahı olan Nedvetü'üİ Ulema'nın merkez üssü Lucknow. Demek ki sadece ilmi şöhretiyle değil havasıyla suyuyla ve bitki örtüsüyle de çok müstesna bir yer.
İşte Yusuf Karaca bu okulda okumuş ve Ebu'l Hasan en Nedvi'nin talebeleri arasına katılmıştır. O bölgeyle oldum olası temasımız azdır. Tebliğ Cemaati veya tüccarların dışında fazla kimsenin uğramadığı bir mekan. Bununla birlikte 1970'li yıllarda İslam dünyasındaki kıpırdama ve kaynaşma nedeniyle buraları da gündeme gelmiştir. Dolayısıyla zorlukları omuzlayarak, göğüsleyerek içlerinden o bölgelere uzanmayı ve gitmeyi geçirenler olmuştur. Bunlardan birisi de bahse konu rahmetli Yusuf Karaca'dır. Şakir Diclehan'ın yazdığına göre burada üç yıl kalmış ve Ebu'l Hasan en Nedvi'nin talebesi olmuştur. Türkiye'ye döndükten sonra Hint Müslümanlarının zihinlerinin ve gönüllerinin ürünlerini Türkçeye çevirmeye başlamıştır. Geçmişte bu bölgede telif edilmiş ve kimsenin vazgeçemeyeceği türdeki eserlerden bazıları Mehmet Akif Bey'in damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından daha ziyade İngilizce versiyonlarından çevrilmiştir. Hatta Ömer Rıza Doğrul'un kalkıştığı Kur'an meali de Kadiyani tayfasının Lahor kolu Başkanı Mevlana Muhammed Ali'nin İngilizce mealinden mülhemdir.
Ömer Rıza Doğrul'un istikamet sorunu vardır ve bu da seçkilerini ve çevirilerini şüpheli kılmakta ve gölgelemektedir. Urduca'dan ilk çeviriler Ali Genceli tarafından yapılmıştır. İlk çevirilerinde imla ve dil sorunu vardır. Mevlanâ Niyaz'dan Kadın Sahabeler gibi kitaplar çevirmiştir. Eşref Ali Tehanevi'den Hayatü'l Müslimin adlı kitabı aktarmıştır. Mevdudi'nin eserleriyle ilgili çevirileri ise kalıcı olmuş ve tutulmuştur.
Yusuf Karaca süreci devam ettirmiş ve üstadı Ebu'l Hasan en Nedvi'den Müslüman Önderler Tarihini çevirmiştir. Ben de Ebu'l Hasan en Nedvi'den çevirdiği Mevlana adlı eserden istifade ettim. Orada ifrat ve tefrit (veks ile şatat/ eksiltme ile artırma) arasında dengeli bir Mevlana portresi sunmaktadır. Hint asıllı bazı Mevlana uzmanlarından Mevlana ile ilgili de İmam Malik'in sözüne benzer bir değerlendirme aktarıyor. Mevlana'nın sözü de olsa peygamber sözü olmadıkça alınır ve atılır. Sakıncalı görülen bazı benzetmeleri bahane edilerek Mevlana'dan istifade edilmemesi kayıp sayılır. Bu da Mevlana ve diğerlerine karşı gayet kuru bir tavırdır. Yusuf Karaca ile birlikte tek bir kez, çalıştığım eski gazetelerden birisinde teşehhüt miktarı görüşmüştük. Lakin gıyabında çalışmalarını takip ediyorduk. Elbette yaşıt değildik ve bu nedenle yollarımız fazla kesişmedi. Hayrettin Karaman nesliyle yaşıt bir zattı. Hatta imam hatip hocalığı sırasında, daha sonra meşhur olan birçok isim de rahle-i tedrisinden geçmiş. Bunlar arasında H. Karaman'ın küçük oğlu da bulunuyor. Karaman Hoca kendi kuşağının yavaşça hayattan çekildiğini, el etek çektiğini görünce gurbet içinde gurbet duygusuna kapılmış ve bunu bir deyimle paylaşıyor. Yetim-i akran. Akranlardan yetim kaldıklarını söylemek istiyor. Akransız yani dostsuz hayat yaşanmaya değmez. Niyazi Mısri'nin dediği gibi:
"Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Niyazinin dilinden, çağırırım dost dost. Ne yerdeyim ne gökte, ne mürdeyim ne zinde. Her yerde her zamanda, Çağırırım dost dost.
Geçti kervan kaldık dağlar başında. Buna bazıları tevahhuş etmek diyorlar. Yani ürküntü hissetmek. Dünya dostsuz, insansız ve Adem'siz yaşanmaz. Akran demek ortak geçmiş, birlikte yaşanmış hatıra ve kültür demektir. İnsan hayatından bunları çekip alırsanız anlamsız kalır.
Ebu'l Hasan en Nedvi bir neslin de hocasıydı. Hepimizin üzerinde emeği var. 31 Aralık 1999 tarihinde gözlerini dünyaya yummuştur. Bu yazının kaleme alınmasından tam 20 yıl önce. Yusuf Karaca da hocası Nedvi'nin vefat gününe yakın bir gün de 24. 12. 2020 tarihinde Hakk'a vasıl olmuştur.
Mekanları pürnur olsun.
Mustafa Özcan