Arama

Mustafa Özcan
Aralık 24, 2020
‘Ulu’l emr dini’

Ulu'l emr yönetici sınıfı demektir. Bu sınıfın içinde adil sıfatlı yöneticiler olduğu gibi zalim kılıklı yöneticiler de vardır. Kur'an-ı Kerim'de 'Allah'a, Resulüne ve sizden emir ve yetki sahiplerine itaat edin' diye bir ayet-i celile vardır. Ayetin orijinalinde hem Allah hem de Resul için ayrı ayrı 'itaat edin' fiili kullanılırken yöneticiler için sadece atıf bulunmaktadır. Burada, Peygamber Allah'a tabi olduğu halde Allah'a ve Resulüne itaat edin ortak kipi kullanmak yerine her ikisi ayrı ayrı, müstakil surette kullanılmıştır. Bu vurgu ve tekit içindir. Yönetici sınıfına itaat ise atıfla Allah ve Resulüne bağlanmıştır. Müstakil değildir. Ötesinde 'minkum/sizden' ifadesiyle de yine itaati şartlı hale getirilmiştir. 'Ancak sizden olmaları kaydıyla itaat edin' demektir. Demektir ki yönetici sınıf temsil kabiliyetine haiz ve sahip olmalıdır. Yani itaat eden kitleyi temsil edecektir. Sadece Allah ve Resulüne itaat yetmemekte ve ayrıca ümmeti de temsil etmektedir. Buradaki temsil ümmetin bir şekilde seçiminde etkili olması ve yaptıklarından hoşnut ve razı kalmasıdır. Yani zoraki olarak, dayatma tarzıyla yönetim bu ibarede işaret diliyle reddedilmektedir. Bu suretle yöneticiler ile yönetilenler arasında bir kaynaşma ve karşılıklı rıza sağlanır. Bütün emir ve nehiylerde Allah dışındaki unsurlar talidir ve mukayyettir. Allah dışında kimseye mutlak itaat yoktur. Hepsi sınırlı sorumlu ve mukayyet tarzda yani şartlıdır. Alimler arasında iyi kötü olduğu gibi yöneticiler arasında da iyi ve kötü vardır. Allah adil olmayan zalim bir yönetici sınıfına niye itaati mükellef kılsın ki? Zulümleri nedeniyle yöneticileri değiştirmekte sorun ve fitne olursa ve kan dökme ihtimali belirirse bu durumda adalet terazisi yerine ümmetin maslahat terazisi öne geçirilir. Kerhen bir kabullenme başlar. Bu zorunluluk hali zalim yönetimine meşruiyeti temin etmez. Sadece de facto bir durum hasıl olur. Şartlar kolaylaştığında ümmetin bu tarz yönetimleri başından atar ve değiştirmesi üzerine vazifedir. Aksi takdirde mütegallibe zihniyeti ve anlayışı hakim olur ve alışkanlık yapar ve söküp atmak kabil olmaz. Melik-i adlık yani ısırıcı saltanat döneminde İslam dünyasının baştan sona bu hali yaşamıştır. Arap Baharı bu kısır döngüyü kırmak istemiş ama muvaffak olamamış; yerleşik karşıt güçler buna mani olmuştur.

Bugün ulu'l emr başka vadide Allah ve Resulünün buyrukları daha başka vadidedir. Ulu'l emrin farklı emirleri ve yasakları vardır ve bu emir ve yasaklar genellikle maruf zemininde insani iyi ile, ayrıca has dairede şer'i iyi ile çatışmaktadır. Buna rağmen alimlerden zerre miktar mer'i düzenden sapmamaları istenmektedir. Böylece değerler manzumesi altüst, tersyüz olmaktadır. En son Ezher kurumunun Müslüman Kardeşlere intisabı yasaklaması gibi. Vaktiyle Ezher Şeyhi olan Muhammed Hıdır Hüseyin de Nasır döneminde böyle bir durumla karşılaşmış ve baskıya maruz kalmış ve minberde İhvan aleyhinde konuşması istenmiştir. Bunun üzerine Kuveytli Nasır Düveyle'nin söylediği gibi onların bildiği meziyetlerini sayıp dökmüş ve şöyle demiştir: İnandığımın aksini söylemektense kuru ekmekle ve soğanla yetinirim. Bir lokma bir hırkayı tercih etmiştir. Makamından feragat etmeyi yanlış tanıklığa tercih etmiştir. Lakin günümüzde bunu söyleyebilecek kıratta alim azdır. Bu nedenle yalancı ve yalanla iş gören ve karanlıktan gelen düzen olan, düzenbaz Deccal'ın çevresinde bolca alim olacağı rivayet edilmiştir.

Elbette herkes Muhammed Hıdır Hüseyin gibi makam mevki düşkünü değil de hakperest olsa Firavunlar tutunamaz ve Bel'am tarzı 'evet efendimci' adam bulamazlar ve kötülükler niyet dairesinde kalır uygulamaya geçmezdi. Bugün yandaş alim bulamasalar bile üretiyorlar. Sözgelimi BAE, Vesim Yusuf'u parlatarak dini sözcülerinden birisi haline getirmiştir. Adamın dağarcığı bomboş ve geçmişte ekranlarda rüya tabirciliği yapıyordu. Rejime yararlı bir unsur olacağı keşfedilince elinden tutmuşlar ve öne geçirmişlerdir. O da efendilerine yaranmak için şaklabanlıklar yapmaya başlamıştır. ' Onların dinlerine uyuncaya kadar Yahudi ve Hristiyanlar senden razı olmazlar' ayetinin Hazreti Peygambere has olduğunu ve diğer Müslümanları bağlamadığını söylemiştir! Yani İsrail'i baş tacı edin demek istemiştir. Gerçekten de bu çerçevede Yusuf Kardavi ile mücadele eden bu ülke Müslümanlar karşısında aşrı tutumuyla tannan İsrailli Haham İsak Yosef'i ağırlamıştır. Kardavi'nin bu ülkeye girişi yasaktır ama hahamlar için sorun yoktur! Yusufların haline bakın! Yusuflardan birisi Vesim Yusuf ülkenin en yüksek minberini işgal ediyor. Yusuf Kardavi ise ülkeye giremiyor, Isak Yosef ise baş tacı ediliyor! Yusuf'tan Yusuf'a muamele değişiyor!

Peki 'ulu'l emr dini' ifadesi biraz ağır kaçmıyor mu? Bir yönüyle öyle görünebilirse de haramı helal helalı haram kılan din adamları ve papazlar için Hristiyanların onları rab ve tanrı edindiklerini söylemektedir. Adiy Hatem et Tai, Mescid-i Nebeviye girerken ilgili ayet okunmaktadır ve eski bir Hristiyan olarak taaccüp eder. Nasıl olur biz onlara tapmıyorduk der. Peygamberin evinde konuk edildiği sırada bunu bizzat Hazreti Peygambere açar ve sorar. Peygamberimiz onların yasama ve teşride müstakil ve keyfi davrandıklarını ve Allah'ın yerine kendilerini koyarak haramı helal, helalı haram kıldıklarını ifade etmiştir. Gerekçesini buna bağlamıştır. Din adamları Allah'ın dışında tanrı olarak tasvir ediliyorsa elbette ki bugün Allah'ın diniyle oynayan yönetici zümresi de paralel bir din üretmiş oluyor. Hükmü cebri döneminde ya da ideolojilerin dinin yerini aldığı dönemde bu yapılar paralel din üreteceklerdir. Bugün Suudi Arabistan gibi ülkeler açıkça Allah'ın dinine tasallut ettikleri halde kendilerini ulu'lemr makamında ve ötesinde la yüs'el /sorgulanmaz, dokunulmaz görmektedirler. Ulu'l emr maymuncuğu ile her ahkamı geçersiz ve hükümsüz kılmakta ve keyiflerince yeni kurallar ihdas etmektedirler. Ulu'l emr çatısı, maskesi altında her türlü rezilliği, zulmü irtikap edebilmektedirler. Tarih boyunca İslam dairesinde en büyük sapmalardan birisi ulu'l emre mutlak itaatin bir şekilde teşvik edilmesi veya itiyat haline getirilmesidir. Son devir Vehhabi uleması iki şeyi öne çıkarmaktadır. Birisi, sınırlarını zorladıkları bidat kavramı ikincisi de ulu'l emre itaat meselesidir. Avama dönük kitaplarında da bu mesele temcit pilavı gibi ısıtılmaktadır.

Ulu'l emr ancak ümmeti temsil ettiği ve adaleti uyguladığı ve Allah ve Resulünün emirlerine bağlı kaldığı müddetçe itaati hak etmektedir. Bu aynı zamanda Allah ve Resulüne itaattir. Aksi taktirde, nassın üzerine çıkılmış ve ziyade anlamlar yüklenmiş olur. Bunu hukuk alanındaki bir ifade ile daha berrak anlatabiliriz: Hukukun gücü değil, gücün hukuku. Bu benzetmenin ışığında burada da dinin otoritesi değil otoritenin dini teşekkül etmiştir. Bu anlamda eskiler: En nasu ala dini mülükihim demişlerdir. İnsanlar (düzeltmedikçe), yöneticilerinin dini üzeredirler.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN