Bağdat’ta Ebu Hanife’nin manevi mirasına suikast
Şiiler tarihle birlikte yaşamasını beceremiyorlar. Recat/Ricat anlayışıyla birlikte tarihten de intikam alma dürtüsü taşıyorlar. Şiiler tarihte yaşıyorlar. Sözgelimi, Sünni merkezlerinde bile, iş yerlerine ve aşhanelerine Fedek ismini vermekten kaçınmıyor, imtina etmiyorlar. Bu kendilerince bir meydan okuma. Esasında normal bir Sünni bunun ne anlama geldiğini bilmez ve ilgilenmez. Tarihteki ayrıntılara hakim değildir. Hazreti Ebubekir "Peygamberler maddi miras bırakmaz, onların geride bıraktıkları ilimdir." gibisinden rivayetlere dayanarak Fedek arazisini Hazreti Fatma'dan veya Ehl-i Beyt'ten aldığı ifade edilmektedir. Ferdek statüsü daha sonra birkaç kez değiştirilmiştir. Şiilere göre Hazreti Ebubekir bu anlamda Hazreti Ali'nin hakkı olan hilafeti gasp ettiği yetmiyormuş gibi bir de eşi Hazreti Fatma'nın hakkı olan Fedek arazisine el koymuştur. Burasını müsadere ederek miri malı olarak hazineye irat kaydetmiştir. Bununla birlikte ayet ve nasla sabit olduğu gibi Ehl-i Beyt'e humustan pay ayrılmıştır. Mesele Şiilerin dramatize ettikleri gibi değildir. Şiiler tarihi, intikam duygularına alet ediyorlar. Bunun için her ne zaman güçlenirlerse tarihe geri dönüyorlar. Tarih adına yeni kan döküyorlar.
Şimdi Irak'ta Ebu Hanife ile ilgili aktüel bir tartışma konusu var. Kimi Şiiler onun Caferi mi yoksa Zeydi mi olduğunu tartışırken kimileri de onun üstadı Cafer-i Sadık'ı öldürdüğünü ileri sürüyor. Ebu Hanife'nin Cafer-i Sadık'la bir bağlantısı var. Hem Sünniler hem de Şiiler bunu doğrularlar. Lakin bu bağlılığın mahiyeti tartışmalıdır. Ebu Hanife Cafer-i Sadık'la bir karşılaşmasında onun fıkıh usulünden ayrıldığı görülür. Edille-i şer'iyye hususunda akıl yerine kıyası esas almıştır. Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife adlı eserinde bu meseleyi ve bu mesele etrafındaki tartışmayı ele alır. Bu tartışma tarihi bir gerçek ise o taktirde Ebu Hanife, Cafer-ı Sadık'ın talebesi değildir ve ender anlardan birisinde bir araya gelmişler ve kıyas meselesini tartışmışlardır. Cafer-i Sadık o dönemlerde mer'i düzene silahlı karşı çıkmaya da muhaliftir. Bu itibarla, İmam Zeyd'in çıkışını onaylamaz. Ebu Hanife'nin ise İmam-ı Zeyd'i gizliden gizliye desteklediği rivayet edilir. Kısaca emri bi'l maruf ve nehyi ani'l münker meselesiyle bağlantılı olarak veya anlayış ve yorumuna bağlı olarak Ebu Hanife ile Cafer-i Sadık arasında anlayış farkının doğduğu, ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bunun da siyasi alana ve tutuma ve tavır alışa yansıdığını görebiliyoruz.
Cafer-i Sadık ile Ebu Hanife arasında bir başka bağlantı noktası ise sûfi kaynaklarca ortaya atılmaktadır. Buna göre Ebu Hanife ondan iki yıl suretiyle tarikat dersi almıştır ve bunun önemini dile getirmek için de sûfi çevrelerce 'levla es senetani leheleke en Nu'man' denmiştir. İki yıl olmasaydı Ebu Hanife helakta idi sözü aktarılmıştır. İki yıllık bir talebelik devri tarihi verilere uygun düşmüyor. Bir de iki yıl olmasaydı Ebu Hanife helak olurdu yargı cümlesi de mübalağalı görünüyor. Ebu Hanife tarikat dersi almasaydı Ebu Hanife helak olurdu, demektir. Bu durumda İmam Malik, İbni Hanbel, İmam Şafii helak mı olmuş oluyor? Elbette bu gibi imamların da ders anlamında değil de genel sohbet anlamında manevi şahsiyetlerle, Allah dostlarıyla bağlantıları vardır. Zaten kendileri de Allah dostudurlar. Maalesef bazı kadim Şii kitapları Ebu Hanife'nin Cafer-i Sadık'ı zehirleyerek öldürdüğü iddiasındadır. Bu iddia temelsiz olduğu halde bugün Irak'ta olduğu gibi zaman zaman güncelleniyor ve yankılanıyor. Bu suretle yeniden eski kavgalar da diriltiliyor ve alevlendiriliyor. Caferilikle Hanefi mezhebi arasında ne siyasi ne de fıkıh felsefesi açısından bir benzerliğin olmadığını görebiliyoruz. Bu itibarla Ebu Hanife'nin Cafer-i Sadık'ın talebesi olduğu iddiası düzmecedir. Hüsniye kitabında olduğu gibi aksi iddialar varittir. Şiiler 'Sekinci İmam Ali' Rıza'nın Harun'u Reşid'in oğullarından Memun tarafından zehirlendiği ileri sürülmüştür. Önce veliaht ilan edilen İmam Ali Rıza sonradan bu teze göre zehirlenmiştir. Ne zehirlendiğini ne de aksini iddia edebilecek durumdayız. Bununla birlikte Ebu Hanife'nin Cafer-i Sadık'ı zehirlediği iddiası delilden yoksun ve ötesinde çirkin ve uydurma bir iddiadır. Bunun için Ebu Hanife'nin mutaassıp, hain ve nasibi olması gerekir. Halbuki İmam-ı Zeyd'i desteklemesi hilafını göstermektedir. Zeydiye mezhebi fıkhı görüşlerinde Hanefi mezhebinden etkilenmiştir. Ebu Hanife'yi ehlibeyt düşman olarak göstermek hilafı hakikattir. Kaldı ki İmam Şafii de ehli beyt müzahiri olma suçlamasıyla Yemen'den Bağdat'a celp edilmiştir. İmam Şafii ' eğer ehlibeyti sevmek rafizilik ise sakaleyn (ins ve cin) tanıklık etsin ki ben rafiziyim' demiştir (https://dergipark.org.tr/tr/ download/article-file/46993 ). Abbasi Halifesi Ebu Cafer el Mansur'un Bağdat'taki büstünün, timsalinin yıkılması teşebbüsünden sonra ehli beyte zulmettiği gerekçesiyle Ebu Hanife'nin camisine ve mezarına yönelik saldırı girişimi de Bağdat'ta yeni bir gerginlik nedeni olmuştur. Bunun arkasında bölgeyi Şiileştirmek düşüncesi ile hareket eden İran vardır ( https://orient-news.net/ar/news_show/190671/0 ).
Ebu Hanife Ehli Sünnetin kalesidir ve bu nedenle bu sembolü önlerinden kaldırmak istiyorlar. Nitekim bu tesadüfe hamledilemez zira Şiiler Bağdat'ı ele geçirdikleri her seferinde ilk yaptıklar iş Bağdat'ın iki Sünni sembolü A'zamiye ile Geylani külliyesine saldırmak olmuştur. Ebu Hanife'nin kabrinin oniki imamdan birisi ve Şii fıkhının kurucusu Cafer-i Sadık'ın civarında olamayacağını ileri sürüyorlar. Bu yönde sosyal medya üzerinde yığınak yaptıktan sonra harekete, faaliyete geçmişlerdir. Bunun üzerine saldırgan Şii kitleleri önlemek için A'zamiye semtine polis ve asker yığılmıştır.
Şiiler Bağdat'ı nihai olarak Şiileştirebilmek için iki sembolü hedef almışlardır. Bunlardan birisi Bağdat'ı kuran Ebu Cafer el Mansur ikincisi de Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife'dir. Numan bin Sabit'tir. Ebu Hanife'nin İranlı olması da Şiiler nezdinde hafifletici bir neden veya şefaat aracı olmamıştır. Ebu Hanife de Ebu Cafer el Mansur zamanında vefat etmiştir. Hatta Ebu Cafer Mansur, Cafer-i Sadık'tan ziyade Ebu Hanife'ye eziyet etmiş ve onu hapse atmış ve 110 kırbaç darbesi vurdurmuştur. Şiiler için bunların önemi yok zira onlar histerik duygularının peşine takılmış gidiyorlar. Onlar için gerçeğin zerre kadar ehemmiyeti bulunmuyor. Sadece tarihi kinlerini tatmine odaklanmışlardır. Kimi Şii kaynaklar Cafer-ı i Sadık'ı Ebu Hanife'nin zehirlediğini söylerken kimileri de Ebu Cafer el Mansur'un öldürdüğünü savunmakta ve onun intikamını almaya çalışmaktadırlar.
Bu biraz yeni çeri hikayesini benziyor. Yeniçeri ağası, bir Yahudiye takmış: "Siz Hazreti İsa'yı da çarmıha germiştiniz!" Yahudi ellerini açmış: "İnsaf ağam, iki bin yıl önce olmuş!" Öteki cevap vermiş: "Olsun, ben yeni duydum!"
Daha önce de Şiiler ünlü Bağdatlı hatip ve tarihçi Ebu'l Ferec İbnü'l Cevzi'nin mezarını oto garajına çevirmişlerdi.
Ebu Hanife'nin çok yönlü ve çapraz muhalifleri vardır. Ehli dirayet diye ehli eser veya ehli hadis ona muhalefet etmiş ve ehli rey olarak onu takbih etmiş, karalamıştır. Kimileri de özellikle de bazı Eş'ariler iman artmaz ve eksilmez dediği için onu Mürcie mezhebine, ekolüne nispet ediyorlar. Mürcie anlayışına göre iman sırf dille ikrardan ibarettir. İmanla birlikte kötü ameller zarar vermez. Ebu Hanife ise iman artmaz, eksilmez diyor. Zorlama ile bu iki görüş arasında bağlantı kurarak Ebu Hanife ve arkadaşlarını Mürcie mezhebinin kollarından sayıyorlar. Bu görüşleriyle esasen Ebu Harife tekfirciliğin önüne geçmiş oluyor. İmanın manevi mertebesi olan yakin elbette artar ve eksilir. Lakin onun temeli olan tasdik Ebu Hanife'ye göre ne artar ne de eksilir.
Şiiler onu ehlibeyt düşmanı olarak ilan ederek haysiyet cellatlığı yapıyorlar. İran'ı hançer zoruyla Şiileştirdikleri gibi Irak'ı da Sünni sembolleri yıkarak Şiileştirmek istiyorlar.
Huylu huyundan vazgeçmez.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.