Musevilikte on birinci emir olsaydı herhalde şöyle olmalıydı: Mabetlere dokunmayacaksın! İslam'ın şartı beştir ve ca'li veya vaz'i olarak altıncı bir şart konulsaydı acaba ne olurdu? Nitekim altıncı şarttan da bahsedilmiştir. Bu kimilerine göre haddini bilmektir. Kimilerine göre de sahabeyi sevmektir! Buna ehlibeyti sevmek de eklenebilir. Nitekim, Ömer Nasuhi Bilmen kitaplarında şu ibareyi sık sık kullanır: Tuba limen arefe haddehu ve vakafe indehu. Haddini bilen ve orada durana müjdeler olsun veya ne mutlu ona! Peki! Mısır'da dokuz mucize ile taltif edilen ve on emir alan İsrail'in on birinci emri ne olabilir? Haddini bilmek ya da mabetlere dokunmamak ve ilişmemek. Nitekim, Netanyahu direniş karşısında şaşkına döndükten ve nifak yolunu tutan Arap rejimleri üzerinden kazandığı artıları kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldıktan sonra politikalarını tadil etmiştir. Zeminin tutuştuğunu gören Netanyahu ikinci bir emre kadar yerleşimcilerin Hareme-i Şerife girmelerini yasakladı. Bunu daha önce yapsaydı başı ağrımayacak, derde girmeyecekti ve arı kovanına çomak sokmayacaktı. Büyük bir siyasi kumar oynamış eblehlik veya ahmaklık gösterisinde bulunmuş ve kuyruğunu kıstırmıştır. İsrail uzun vadeli bir savaşı kaldıramaz ve krize dayanamaz. Taşama suyla yürüyen bir devlettir. Yatışmaz aynı zamanda kırılgan bir tabiatı ve yapısı var. Mesele Hamas ile baş edip edememek değildir; onun arkasında potansiyel Filistin halkı vardır ve onun gerişinde de bölge ve uluslararası çapta siyasi olmasa bile sosyal olarak İslam dünyası vardır. Filistinlilerin güç dengesindeki açığa rağmen görülmemiş direnişleri İslam dünyasını vicdani sorumluluğunu görmeye itti. Aksa çağrısı ve çığlığı onları da saf tutmaya itiyor. Birleşik kaplar veya domino etkisi diye bir tabir vardır. Nitekim Abdullah Azzam'a göre, SSCB'ye karşı Afgan cihadı Filistinlileri yüreklendirmiş ve intifadaya hazırlamıştır. Şimdi de Filistin halkının Aksa'ya saldırı karşısında top yekün tepki vermesi tersinden diğer İslam ülkelerini ve halklarını gayrete getirmiştir. Diğer ülkelerde de akisler uyandırmıştır. Ürdün ve Lübnan halkları sınıra doğru akın etmiştir.
Oldu-bitti politikasının sonu
Belki de Netanyahu kontrollü ve öngörülebilir bir gerilimle birlikte kefesini ağdırmak ve gemisini yüzdürmek istedi. Yeni seçimlere zemin kazanmak istedi. Bunun için kutsal ayda kutsal mabede saldırmıştır. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Mabede saldırmakla ramazan aynın yani zamanın ve Mescid-i Aksa'nın yani mekanın kutsiyetini ihlal etmiştir. Filistinlileri de kışkırtmıştır. Şaron da kışkırtma politikası izlemiş lakin kalbi bu kadar gerilime dayanamadığından bitkisel hayata girmiş ve klinik vaka olarak öteki dünyayı boylamıştır. Şaron da bu menhus eylemiyle ikinci intifadayı tetiklemiştir. İsrail Filistin halkını sürmeden, tahliye etmeden Aksa'ya dokunamaz; dokunursa yanar. Netanyahu'nun yasak kararı ateşle oynamanın sınırlarını gösteriyor.
Şimdi İsrail de akıllı akılsız herkes Netanyahu'nun politikalarına ateş püskürtüyor. Başta askerler olmak üzere herkes Gazze'ye saldırının beyhude olduğuna parmak basıyor. İsrail Gazze karşısında stratejilerine tüketmiş durumda. Zira onları köşeye sıkıştırmış ve onlar da köşeye sıkışan her canlının göstereceği refleksi göstermiştir. İsrail'in heybetini sarsıyorlar. Davud ile Galyot mücadelesinde olduğu gibi taş ve sapanla devi sarsıyorlar. Maksim Gorki'nin romanında işlendiği gibi bir devin düşüşüne tanık oluyor ve seyrediyoruz. Heybetini kaybeden dev de yalpa yapıyor ve caydırıcı olabilmek ve üstün gelebilmek için katliamlardan medet umuyor. Bu da kamuoyundaki çirkin yüzünü daha da karartıyor. Acaba imajının çirkinleşmesi şu ayetin siyasi bir tecellisi midir: Nihayet ikinci cezalandırma vakti gelince, düşmanlarınız onurunuzu çiğnesinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar istedik (İsra Suresi 7'inci ayet).Bu ayetteki liyesuu vucuheküm ifadesi ilginç. Yüzünüzü karartsınlar anlamına gelmektedir. Yüz sevinçle aydınlanır ve ayıpla ve hüzünle kararır. Buradaki gelişmeler de İsrail'in yüzünü ağartacak değil karartacak cinste ve niteliktedir. Nitekim Lieberman'nı değerlendirmesi de bu yöndedir.
Netanyahu sadece Filistinlilerin silkinişiyle (intifadasıyla) değil Avigdor Liberman gibi eski ortaklarının intifadasıyla da karşı karşıya. Lieberman İsrail'in kötü yönetildiğine kani. Netanyahu'nun İsrail'in iradesini çeldiğini, esir ve rehin aldığını düşünüyor ve çekip gitmesini istiyor. 'Artık İsrail'e yüksün ve çekip gitme vaktin geldi' diyor. Netanyahu'ya yıkıl çek git artık diyor. Maariv gazetesinde yazdığı ilgili bir makalede Raid Salah'a da gönderme yapıyor.
Bir zamanlar ortalıkta kışkırtıcı haham Meir Kahane rüzgarları eserdi. O da Fransız Keşiş Pierre gibi ortalığı yatıştırmakla değil kışkırtmakla ve çalkalamakla meşguldü. Liberman besbelli ki Raid Salah'ı bu kefeye koyuyor. Ama işin rengi öyle değil. Meir Kahane hiçbir zaman Raid Salah gibi kovuşturulmamıştı. Keza onun yardımcılarından Kemal Hatip de son olaylarla birlikte gözaltına alınmıştır. İsrail İkrime Sabri'ye de benzeri muamele uygulamıştır. Burada asıl kışkırtma makamında olanlar İsrailli yöneticiler, yerleşimciler ve bazı hahamlardır. Durduk yerde Müslümanların en kutsal ayında en kutsal mabetlerinden biri olan Mescid-i Aksa'ya saldırıyor ve basıyorlar. Bunun neresi kabul edilebilir?
El cezau min cinsi'l amel yani ceza için türüne göredir ve suç ve ceza türdeştir. İsrail kutsallarına saldırıyorsa Filistinliler de kutsallarını savunacaktır. Avigdor Liberman, bu akılsız siyaset tarzıyla, eylemleriyle Netanyahu'nun üçüncü mabedi kendi elleriyle yıktığını söylüyor. İşlerin sarpa sardığını ve Hamas karşısında bile tutunamayan bir liderin ve ülkenin daha büyük düşmanlar karısında hiç şansı olmadığını yazıyor. O da Netanyahu'ya vurarak yükselmek istiyor.
Şaron'un Mescid-i Aksa'yı basmasıyla İkinci İntifada başlamıştı. Aksa'ya yönelik saldırgan eylemler yeni ve öncekileri aratan bir intifadaya dönüşebilir. 1973 yılından beri İsrail heybetini kaybetti. Musa Sabri adlı gazetecinin yazdığı gibi yenilmez İsrail efsanesi yara aldı ve o zamandan bugüne tuz buz oldu. O zamanda 10 Ramazan savaşı İsrail'in heybetinde bir gedik ve çatlak açmıştı. Şimdi çatlak daha genişledi, büyüdü. Bu puslu havada, çekişme ikliminde işbirlikçi Arap liderlerden Ürdün Kralı Birinci Abdullah, Enver Sedat, Beşir Cemayel öldürüldü. İsrail tarafından da Rabin Mahatma Gandi gibi aşırıların kurbanı oldu. Bunlar ibret alanlar için derstir.
Zulmedenler, nasıl bir savruluşla tepetaklak olacaklarını yakında bileceklerdir (Şuara, 227). On Üçüncü Kabile mensupları için on birinci emir şu olmalıdır: Mabetlere dokunmayacaksın, ilişmeyeceksin! Yoksa çarpılırsın!
Mustafa Özcan