Ramazan, zamanla kültürünü doğurmuş ve zamanla bir kültürel zemin ve atmosfer kazanmıştır. Şimdi ise bu kültüre karşı bir yozlaşma ve yabancılaşma seziliyor. Bazıları sık sık eski Ramazan ortamları anılınca 'yeni ramazanların neyi var, neyi eksik?' diyorlar. Yeni kazanılmış iyilikler bir istisna kayıplar ise bir kural olarak karşımıza çıkıyor. Ramazan'ın gelişi geçmişte şehirlerin üzerine siner ve bir hale oluştururdu. Manevi atmosferi berraklaştırırdı. Şeytanlar zincire vurulur ve ağız tadı geri gelirdi. Bir karşılama töreni olurdu. Özlenmiş bir misafir iştiyakla beklenirdi. Hüzünle savılır ve uğurlanırdı. Vedasında kasideler ve mersiyeler düzülürdü.
Çünkü o asude ortam 11 ay boyunca bir daha yakalanamazdı. Nitekim, Hazreti Peygamber, Ramazan'a iştiyakını sözleriyle ve fiilleriyle göstermiştir. Peygamberimiz Ramazan'a özlemini bir sözünde şöyle dile getirmiştir: "Allah'ım! Bize Receb ve Şaban'ı mübârek kıl ve bizi Ramazan'a eriştir, kavuştur". Bizim mekan ve zamanla kopmaz bağlarımız ve dostluğunuz ve hukukumuz var. Peygamberimiz hicret ederken geriye dönüp şöyle seslenmiştir:
"Kavmim araya girmeseydi, bizi ayırmasaydı, beni senden kimse ayıramazdı, seni terk etmez ve hiç bırakmazdım ey Mekke!"
Kur'an ifadesiyle ekinsiz ve çorak bir yer ve iklim olmasına rağmen Hazreti Peygamber, Hazreti İbrahim ve İsmail diyarının muhabbetiyle büyümüştür. Bilal Habeşi gibi sahabeler Medine'ye geldiklerinde ve burasını yeni yurt edindiklerinde gözleri arkada yani Mekke'de kalmıştır. Müslüman zamana ve mekana karşı da vefakardır.
Ramazan özlemle beklendiği ve muhabbetle karşılandığı gibi hüzünle de savılır. Artık Ramazan'ın bir kez daha uğraması için bir yıl gözlenir. Nazlı bir misafirdir. Ağır gelir tez gider.
Kerbela'ya şehitlerinden dolayı mersiyeler düzülmüş ve her anıldığında gözler buğulanmıştır. Ramazan da, son on gününde bambaşka bir atmosfere bürünür. İtikaf ehli dünya ile bağlarını keserler ve bütün hücreleriyle ahiret yurduna yönelirler. Dünyadan bağımsız bağlantısız günler yaşarlar. İşte Müslümanların ruhbanlık günleri bu kadardır. Rindane ve zahidane birkaç gün idrak ederler. Ramazan'ın son günleri veda manileri ve kasideleriyle geçer. Adeta ramazanı kaybetmenin hüznü çöker. Tatlı bir melenkoli ile aziz dosta ve misafire veda edilir. Her şehirde ayrı ayrı veda kasideleri okunur. Şairler dertli kasidelerini ramazana vedaya ayırırlar. Bazen bu veda kasideleri minarelerden okunur ve bütün şehir halkıyla paylaşılır Yeni Bosna Aksa Camii eski imam ve hatiplerinden Mustafa Özkan Hoca da 1442 hicri yılına ait Ramazan'ın son günlerinde Sivas tarzı bir veda kasidesi seslendirmiş ve terennüm etmiş bize de sosyal medya üzerinden gönderme lütfunda bulunmuş. Erzurumluların da kendilerine göre veda tarzları vardır. Almanya'dan bir dostumuz da bana minarelerden Arapça okunan Ramazan'a veda kasidesi göndermiş ve bu şehrin neresi olduğunu soruyor. Tahminen Irak'ta Kürtlerin yaşadığı dağlık bir bölge olabileceğini söyledim. Bilakis Yemen de olabilir. Eskiden havadir alemü'l İslami denilen İslam şehirlerinde ve köylerinde bu kültür hakim ve yaygın kültür idi. Şimdi ücra erlerde ya kaldı ya da kalmadı.
Vaktiyle Ramazan ile coşar Ramazan'ın gidişiyle hasrete düşer ve hüzne gark olurduk. Ben de çocukluğumda bu kasidelerin pek etkisinde idim. Ramazan'ın son günlerini bu kasideleri okuyarak geçirirdim. Bu şekilde kaybettiğim aziz dosta veda ederdim. O bizi saran sarmalayan hale ve atmosfer kayboldu. Bu zevki tatmayanlar ve bilmeyenler geçmişte yaşandığını da reddediyorlar. İnsan bilmediğinin düşmanı imiş. Sufilerin deyimiyle tatmayan bilmez. Eski sufiler ve dervişler 'dünya ehli içinde bulunduğumuz sefa halini bilseler bunu almak ve ele geçirmek için bizimle savaşırlardı' demişlerdir. Eski ramazanlar bu safa halini yansıtıyordu. Yeniden eski Ramazan havasını bürünmek, solumak ve yeniden safa halini kazanmak ortak dileğimizdir. Bunu bilmeyenler Ramazan havasına yabancılaşıyorlar. Dini duruluğun en zirve noktası şüphesiz Ramazan aydır. Ramazan kültürü iftar açmak, mukabele meclislerine dahil olmak, sahur beklemek ve imsak bağlamak, davulcu sesini duymak, güllaç yemek çocukları ve fakir fukara ve garip gurebayı şenlendirmek, sevindirmek infak etmek anlamına gelirdi. Zamanla mücessem dostluğun köprüsü olan ramazanı özleyeceğiz. Peygamberimiz gibi geri dönmesini, bizle yeniden buluşmasını dört gözle bekleyeceğiz. Allah'ın fazlı keremi boldur ve ihsanına yoktur adet!
Bu vesile ile hassaten okurlarımın bayramlarını kutlar ve bizi mesafesiz ve yürekten bayramlarda buluşturmasını niyaz ederim.