Camiye veya onların geniş ve tarihi açılımı olan Vehhabilerin bugüne kadar sadece Müslümanlarla savaştıkları bir gerçektir. Afgan cihadında Ruslara karşı ferdi ve gönüllü olarak elbette cephelere katıldıkları ve er meydanlarında cirit attıkları doğrudur. Ancak bu ferdi ve gayri resmi düzeyde olmuştur. Resmi düzeyde Al-i Suud gayri Müslim ülkelerle savaşmamıştır. Saddam'a karşı da ABD gibi gayri Müslim güçlerden istimdat dilemiştir. Onlara sığınmıştır. Bu da dini olarak bizzat Suudi Arabistan'da tartışma konusu olmuştur. Gayri Müslimlerle savaşsalar bile bu bir istisnadır. Yani nadirattandır. Bu özellikleriyle Şiiler gibi İslam içinde ayrılıkçı bir damarı barındırmışlardır. Şiilere 'rafızi' yani reddedenler dendiği gibi onlar da karşıtlarını 'nasibi' yani düşman güruh ve cephe olarak anmıştır. Fıkhi anlayışları da öyledir. Lafızperestlik düzeyinden gaye ve maksat düzeyine erişememişlerdir. Hanbeliler içinde tutucu bir damar var. Şimdi bu kusurlardan birisi daha ramazan ayında ve korona illeti ve salgını gölgesinde tarihe karışıyor. Bir musibet bin nasihatten evladır denmiştir. Nasihatten anlamayan Suud uleması korona dilinden anlamıştır. Neden sonra Libya ve Mısır müftülükleri gıbi fıtr sadakasının ödenmesinde üç mezhep yerine Hanefi mezhebinin ya da İmam-ı A'zam'ın görüşünü esas almış ve fıtr sadakasının nasla belirlenen sınıflar veya hububat yerine kıymeti üzerinden verilmesini uygun bulmuştur. Suudi Arabistan uleması 1442 hicri yılına (ramazan ayı) kadar bu yola tevessül etmemiştir. Fıtr sadakasının nasda belirtildiği gibi ayni olarak ödeneceğinde ısrar hatta inat etmiştir. Korona ile birlikte bu inatları kırılmıştır. Diğer müftülükler gibi Hanefilerin görüşüne dönmüştür. Bu da şer olan korona salgınından en azından bir hayır çıktığını ve ümmetin bir noktada birleştiğini gösteriyor. Bununla birlikte hala Camiye adlı gayri resmi sözcüleri fıtr sadakasının ödenmesinde sabit örneklerden hareket etmekte ve buğday, arpa hurma ve keş ( kurutulmuş yoğurt/akıt) gibi türler üzerinden verilmesini doğru bulmaktadır. Bu ise sabit türlerin dışında ihtiyaçları olanların takas usulüyle verilenleri başka türlerle değiştirmelerini iktiza eder. Bu da Kahire veya İstanbul gibi kozmopolitan şehirlerde takas sistemine geri dönmek anlamına geliyor. Bu ise imkansızı istemektir. Dinle veya dindarlıkla alay edilmesine de kapı aralamaktır. Bugünün insanına alay ve şaka gibi gelir. Başka konularla ilgili başka ayetlerde 'güç hazırlayın ve at yetiştirin' ifadeleri yer almaktadır. Bugün illa savaşta at sınıfını mı kullanmalıyız? Günümüzde savaş için at yetiştirmek ne ise fıtr sadakasını veya zekatını da keş veya buğday üzerinden vermek o'dur. Fıtr sadakası konusunda iki hadis var. Birisi sınıfları ikincisi de gayeyi belirliyor.
Suudi Arabistan'ın Heyetü Kibari'l Uleması bu yıl İslam dünyasının diğer dini merkezleri gibi fıtr sadakasının kıymet üzerinden verilebileceğini karara bağladı. Daha önce Abdullah Mutlak gibi kibarı ulema mensupları fıtr sadakasının mali veya nakdi olarak değil ayni olarak verilmesinde ısrar ediyorlardı. Anlaşıldığı kadarıyla korona yılında Abdullah Mutlak mutlak tutumunu esnetti ve Hanefilerin söylediği noktaya geldi. Bu defa diğer alimlere de seslenerek görüşlerini nakdi modele göre tashih etmelerini, değiştirmelerini tavsiye etmiştir. Hatadan dönmek fazilettir. Keza Şeyh Kays Mübarek de aynı şekilde eski görüşünü tadil etmiştir. Korona sayesinde ısrarda fayda olmadığını görmüşlerdir.
Bu yöndeki iki hadisten birisi İbni Ömer (R. Anhuma)'den mervi bir hadistir ve Peygamberimizin fıtr sadakasını hurmadan bir sa buğdaydan bir sa (kimilerine göre yarım) arpadan bir sa olarak tayin ettiğini, farz kıldığını söylemiştir ( sa: 2.917 gram). Diğer hadis ise fıtr sadakasının gayesini anlatmaktadır: Bugün (bayram günü sadaka vererek) Müslümanları dilenme zahmetinden ve zilletinden kurtarın! Demek ki temel olan husus veya gaye budur. Dolayısıyla bu noktada Hanefiler gayeyi yakalamışlardır. Nitekim, asrımızda zekat fıkhını en iyi bilen isimlerden olan Yusuf Kardavi de fakir için daha faydalı olan tarzın ayni değil nakdi ödeme biçimi, şekli olduğunu ifade etmektedir. Zira nakdi ödeme fakire ihtiyaçlarını savmak için çeşitlilik sunmaktadır. Yiyeceğe ihtiyacı varsa yiyecek giyeceğe ihtiyacı varsa giyecek ilaca ihtiyacı varsa ilaç alır. Nitekim, Muaviye Bin Ebi Süfyan, Ömer Bin Abdulaziz, Hasan el Basri, Ata İbni Ebi Rabah, Süfyan-ı Sevri gibi yönetici ve alimler aynı yaklaşımı ve görüşü yani kıymet üzerinden verilmesini benimsemişlerdir. 20'inci yüzyılın en meşhur muhaddislerinden Ahmet Bin Sıddık el Gumari, 'Tahkik el ama'l fi ihracı zekati'l fıtri bil mal' adlı eserinde 32 vecihle yani yönle bu konuda Hanefi mezhebinin yaklaşımının doğruluğunu teyit etmiştir. Demek ki akıl için yol bir.
Nasla sabit örneklemeler ya da ayni usulle ödeme şekli sınırlı sayıda bir seçenek ve fayda sunuyor. Para ise her ihtiyaca ve seçeneğe karşılık veriyor, ulaşmayı kolaylaştırıyor. Ayni ödeme şekli ise hukuku atıl bırakıyor. Sözgelimi Camiye veya Medhaliye denilen Vehhabilik kalıntıları veya çağdaş akımları hala fıtr sadakası ayni değil de nakdi olarak verilmesini esas alıyor. Bu yönde ısrar ediyorlar. Bu ısrar da hukuku zayi ediyor. Camiye anlayışına rağmen Suudi Arabistan resmi uleması ilk defa Korona illetinden dolayı çizgi değiştirdi ve fıtr sadakasının ayni değil nakdi olarak verilmesinin daha uygun olacağına hükmetti.
Asr-ı saadette halkın elinde yeterli miktarda likit para olmadığından dolayı bilhassa başın gözün sadakası olarak anılan fıtr sadakasının mali değil de ayni olarak verilmesi örneklendirilmiştir. Fıtr sadakası zekat verme yükümlülüğü olmasa da herkesin ya da nisap miktarına ulaşmasa da belirli seviyede geliri olan herkesin vermesi gerektiği bir zekat çeşididir. Alma durumunda olmayan herkesin verme durumu vardır. Bu suretle fıtr sadakasının ödenmesinde kolaylık cihetine gidilmiştir. Bu anlamda fıtr sadakası buğday, hurma vesaire gibi ayni maddeler üzerinden hesaplanmıştır. Hanefi mezhebine uyan bazı mezheplerin tali tabakalarının görüşleri de fıtr sadakasının nakdi olarak yani kıymeti üzerinden verilebileceğine hükmetmiştir. Son sıralarda bu görüş hakim görüş veya anlayış haline gelmiştir. Son inat da korona illeti ile kırılmıştır.
Bu meselenin daha vahim bir boyutu veya uzantısı daha vardır. O da günümüzde yaygın olarak kullanılan banknotlara zekatın düşmediği iddiasıdır. Zira bu hususta bağlayıcı bir nas yoktur. Bağlayıcı illet olduğu halde nas yoksa kimileri 'hüküm de yoktur' kolaycılığına kaçıyor. Zira Asr-ı saadette sigara gibi alışkanlıklar olmadığı gibi kağıt para da bulunmuyordu. Öyleyse bunlarla ilgili hüküm yoktur. Halbuki bunlar adem olmayan bir gerçektir. Zekat, para olarak sadece gümüş ve altın üzerinden işlem görmüştür. Öyle ise kağıt paranın bir hükmü yoktur denilebilir mi! Hububat zekatı öşür şeklinde verilirken hayvanların zekatı sayı üzerinden belirlenmektedir. Yine gümüş ve altının zekatı da kırkta bir olarak tayin edilmiştir. Para cinsi veya nakit cinsi gümüş veya altın değilse yani Sasani dirhemi ile Bizans dinarı değilse zekat sakıt olur mu? Evet bugün Vehhabilerin nevzuhur akımları arasında bulunan Camiye ile Medhaliye benzeri akımlar banknot cinsinden olan paralara yani kâğıt paraya zekat düşmeyeceğini zira onların gümüş ve altın cinsinden olmadığını ileri sürmektedirler. Asıl facia da burada yatmaktadır. Günümüzde nasıl takas yoksa altın ve gümüş para ile alış veriş de yoktur. Bunlar sadece iddihar maddesi cinsindendir yani birikim için kullanılmaktadır. Banknotu para olarak devre dışı bıraktığınızda fakirlerin zenginler üzerindeki zekat hakkını da büyük ölçüde iptal etmiş olursunuz. Tedavüldeki paranın ekserisi kağıt paradır. Şimdi pratik olarak kullanılan para birimi kağıt para cinsindendir. Son sıralar da bir de kripto para türleri çıktı. Kağıt paraya zekat düşmeyeceğini söyleyen Sünni akımlar olduğu gibi Şii akımlar da mevcuttur. Ali Şeriati bu tarz Şii akımları kıyasıya eleştirmektedir. Maalesef Türkiye'de de bazı cemaatlerin yaklaşımı ve görüşü bu istikamettedir. Gerçekten de bu dinle diyanetle ve ruhuyla oynamaktır. Dolayısıyla lafızperestlik yaparak İslam hukukunun ruhunu öldürmeye teşebbüstür. Bu gibi meselelerde ruh mu lafız mı yoksa nakit mi ayın mı tercihinde ve yol ayrımında izlenecek tutum ve yapılacak iş bellidir. Lafzı ve aynı esas aldığımızda bu gibi mali ibadetlerin amacı ortadan kalkacaktır. Bu bir anlamda Yahudi anlayışından kalma hile-i şer'iye düzenidir. Hile yaparak toplumu haklarından mahrum etmek ve Allah'ı da kandırmak!
Kısaca, sadakanın başına gelen zekatın da başına gelmiştir.
Fitr sadakasında neden dirhem ve dinar esas alınmadı? Keza zekat ödemesinde neden dirhem ile dinar ya da gümüş ile altın esas alındı? Bunların cevabı tarihin derinliklerinde yatmaktadır. Zira dirhem ve dinar halkın elinde fazla bulunmuyordu. Sadece sayılı tüccarların elinde bulunuyordu. Fıtr sadakasını herkes, zekatı ise sadece elinde dirhem ve dinarı bulunan zengin kesimler ödüyordu. Zira genellikle biriktirme ve tasarruf işlemi gümüş ve altın üzerinden şekilleniyordu. Dolayısıyla fıtr sadakası ile zekatın ödenmesinde iki farklı ölçü esas alınmıştır. Fıtr sadakası başın gözün sadakasıdır. Zekat ise malın sadakasıdır. Gümüş ve altın tüccarların elinde vardı ama halkın elinde yoktu. Alışveriş daha ziyade takas usulüyle yapıyorlardı. Dinar Bizans altını idi, dirhem de Sasani gümüş parası idi ve Müslümanlar başlangıçta kendi sikkelerini basmamışlar ve dolayısıyla piyasada para dolaşımı sınırlı idi. Müslümanlar genellikle bu iki para cinsini ve birimini kullanıyorlardı ( Eş Şuruk gazetesi, Mesail el hilaf…Beyne'l fıtratı'l hadiyeti ve'n nezati'z zahiriyyeti, Sultan Burkani, 28/04/2021). Bugün Euro veya Dolar cinsinden paralarda olduğu gibi.
O dönemde Müslümanların milli paraları yoktu. Bugün ise hem kolay hem de fıtr sadakası alanların avantajına olduğu için ayni ölçüler yerine nakdi ölçüler benimsenmiştir.
İBNİ TEYMİYE'YE KARŞI VEHHABİLERİN SAFINDA
Cumhur-u ulema arasında İbni Teymiye'nin en çok eleştirilen fıkhı görüşleri arasında talak-ı selase meselesi gelmektedir. Ekrem Doğanay ve Muhammed Zahid el Kevseri gibi zevat üç talak meselesine dair kitaplar kaleme almışlardır. Kevseri merhum 'el-İşfak alâ ahkâmi't-Talak' adlı eserini kaleme almıştır. Tek bir celsede tek bir lafızla hanımı üç kez boşamak İbni Teymiye'ye göre bir talak yani tek boşama hükmündedir. Dolayısıyla hülle gibi hile yollarına sapmadan karı koca ilişkilerini tazeleyebilirler. Burada ilginç bir nokta var. O da bu hususta Vehhabilerin de cumhur-ulemaya katılarak İbni Teymiye'nin bu yaklaşımını reddetmeleridir (Risale: Fi Hikayeti'l Mübahase mea ulema-i Mekke fi hakikati daveti eş Şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab/s: 108, Daru'l Lü'lü) . İbni Teymiye bu fetvasında hasmı olduğu kimi Şiilerin fıkhi görüşleriyle buluşurken taraftarı sayılan Vehhabiler de aksine bu meselede onun hasımlarıyla buluşmuşlardır. Kaderin bir cilvesi olsa gerek. Vehhabiler de bu meselede İbni Teymiye'nin hasımlarıyla veya karşıtı fakihlerle buluşmuşlardır. İbni Teymiye zamanın ruhuna göre Hazreti Ömer'in bu yöndeki fetvasını tadil etmiştir. İbni Teymiye'yi eleştirenler Hazreti Ömer'in diğer alanlardaki değişik uygulamalarının ileriki dönemlerde değiştirilmesine ses çıkarmamışlardır. Mesele İbni Teymiye'de mi yoksa Hazreti Ömer'in değiştirilen içtihatlarında mı? Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi? Sevad-ı Irak yani Irak toprağının statüsü gibi. Hazreti Ömer burasını miri mali yapmış ama sonra gelenler bu miri malını özelleştirilişlerdir. Hazreti Ömer zamanın ruhuna göre davranmıştır İbni Teymiye de yine zamanın değişen ruhuna göre davranmıştır. Hazreti Ömer'in içtihadıyla İbni Teymiye'nin karşı içtihadı Bediüzzaman'ın tabiriyle zamanın ruhunun birbiriyle çelişmesi ve cerhetmesidir. Bu, zamanın değişmesiyle ahkamın değişeceğine dair örnek hususlardan da birisidir. İbni Teymiye zahirde Hazreti Ömer'in fetvasına muhalefet etse de gerçekte onun yaklaşımını benimsemiştir. Hazreti Ömer boşama konusunda özensiz davrananları hizaya getirmek istemiştir. Zamanla kantarın topuzu kaçmıştır. İbni Teymiye ise bu uygulamadan doğan aile facialarının önüne geçmek istemiştir. Haddim olmayarak bence Vehhabı-Cumhuru ulema koalisyonuna karşı İbni Teymiye doğru tarafı veya yaklaşımı temsil etmektedir r. Fıtr sadakası meselesinde yani aynı usul yerine nakdi usulün benimsenmesi, takip edilmesini esas alan Hanefi mezhebinin bütün mezheplere karşı rüchaniyeti, isabetli, doğru tarafta yer alması gibi. Bu Allah'ın dilediğine verdiği fazlı keremden ve ikramdandır.
Allahu A'lem..
Tarihin düzeltemediğini korona salgını düzeltmiştir. Korona salgını belki de ileride daha iyi anlaşılacağı gibi Moğollar çapında tarihe yeni bir kayıt düşecek, milat yaptıracak ve geride silinmez izler bırakacaktır.
Mustafa Özcan