İranlı nükleer fizikçi veya bilimci Muhsin Fahrizade öldüğüyle kaldı. Ardından intikam yeminleri edildi ve kanının yerde kalmayacağı söylendi ama nafile! Misilleme beklerken yeni saldırlar geldi. Hatta bu defa ki saldırı öncekini arattı. Natanz Nükleer Tesisleri saldırıya maruz kaldı ve toparlanmasının , eski çalışma düzenine ve temposuna kavuşmasının en az 9 ay alacağı öngörülüyor. Büyük bir saldırı. İsrail her defasında İran'ı can evinden vuruyor. Bunu nasıl beceriyor? İran bu kadar savunmasız mı? Halbuki, Suriye'deki askeri varlığı dikkate alındığında İsrail hedefleri bir adımlık mesafede. İstediği gibi intikamını alabilir ve misilleme de bulunabilir. Lakin Suriye rejimi gibi İran rejimi de sürekli olarak intikam saldırılarını veya misilleme hakkını kullanmayı erteliyor. Esat rejimi de her saldırıdan sonra 'misilleme hakkımızı saklı tutuyoruz zamanı ve mekanı geldiğinde kullanacağız' mealinde vakıaya tercüme edilmeyen, geçiştirme kabilinden sözler söylüyor. Suriye toprakları kevgire döndü ama misilleme vakti hiç gelmedi. Suriye rejiminden mi bulaştı ne İran da tutuk hale geldi ve bir türlü misilleme hakkını kullanamıyor. Buna mukabil İsrail bindirdikçe bindiriyor. Acaba İran uzun soluk politikası izleyerek sonunda büyük olan kazanır yaklaşımını mı benimsiyor? İran uzun soluk politikası izlerken İsrail de uzun kol politikası izliyor! Elbette İranlı yöneticilerin içinden geçenleri okumak mümkün değil.
Herkes saldırının arkasında İsrail'in olduğunda hemfikir olduğuna göre bunu neden yaptı ve neden şimdi? Bunun bir teknik bir de diplomatik cevabı olmalıdır. Meselenin diplomatik boyutunu İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e yazdığı mektupta izah ediyor, dile getiriyor. İsrail'in, Viyana'da başlayan nükleer müzakereye dair görüşmeleri sabote etmek ve rayından çıkarmak (derailing nuclear deal talks)istediğini ifade ediyor. Bu tespit gayet yerinde ve doğru bir tespit. Hatta gerisine gidersek Fahrizade cinayeti de çift amaçlı bir cinayetti. Bunlardan birisi uranyum zenginleştirme programından sorumlu olan bilim adamını ortadan kaldırmak ikincisi de nükleer müzakereler öncesinde ortamı bulandırmak ve kartları karıştırmaktı. ABD ile İran arasındaki güvene dayalı zemini sabote etmekti. Netice itibarıyla Cevat Zarif'in sözleri diplomatik amaç hususunda bire bir gerçeği yansıtıyor. Bu meselenin birinci boyutu. İkinci boyutunda ise İran'ın müzakerelere paralel bir zaman diliminde uranyum zenginleştirilmesini artırmak istemesi yatmaktadır. Oldu bitti ile uranyum zenginleştirme seviyesini artırmak istiyor. Yani Natanz Reaktörüne saldırıda teknik boyutlar ve nedenler de var. Tahran'ın daha fazla zenginleştirilmiş uranyum elde etmek için düğmeye basmasından bir gün sonra Natanz'ın elektrik sistemi çökertildi. Söz konusu tesiste sabotajdan bir gün önce İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin talimatıyla önceki santrifüjlere kıyasla 10 kat daha fazla uranyum üretecek 164 adet IR6 santrifüj zinciri devreye sokulmuştu. İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, Natanz tesisinin elektrik dağıtım ağını etkileyen küçük bir patlama olduğunu, hasarın birkaç günde tamir edilebileceğini söyledi. New York Times (NYT) gazetesine göre Amerikalı ve İsrailli istihbarat yetkilileri, olayda İsrail'in rolü olduğunu tasdik ediyorlar. Kimliklerinin açıklanmamasını isteyen iki istihbaratçı, tesisteki tahribatın büyük bir patlama sonucu meydana geldiğini kaydetti.
Şimdi ise Ruhani farklı telden çalıyor. Uranyum zenginleştirilmesi kararını misilleme ve intikam dürtülerine ve arayışına bağlıyor. Burada İran'ın kendisini izah etmesi zor. Zira uranyum zenginleştirilmesi seviyesini artırıyorsunuz ve bu adıma bir karşılık verildiğinde ise bunu intikam ve misilleme dürtüsüne bağlıyorsunuz. Burada çift bir dil kullanılıyor. Nitekim, Ruhani 'bize uzanan ve saldıran eli keseceğiz, saldırı cürüm işleyenin yanına kalmayacak' diyor. Elbette bu durumda İran haklı olarak 'bu benim hükümranlık hakkım ve uranyum zenginleştirilmesini İsrail'e soracak değilim, o bana mı soruyor?' diyebilir. Bu anlaşılabilir olmakla birlikte önceki adımınızı yani uranyum zenginleştirilmesini sonraki saldırıya bağlamanız izah edici değil. Ruhani, İran'a kötü ve bed muameleye karşı bir cevap olarak uranyum zenginleştirilmesini yüzde 60'a çıkaracaklarını söylüyor. Bunun bir adım sonrası nükleer silah üretme kapasitesine ulaşmaktır. Elbette Ruhani bunları Viyana'da pazarlık paylarını artırmak için söylüyor. Ama her çekişme sonrasında çıtayı biraz daha yükseltiyorlar. Tabii ki İsrail de saldırılarını artırıyor.
Peki bu saldırılar ABD'nin bilgisi dahilinde mi oluyor yoksa haricinde mi? Elbette ABD İsrail'in başına buyruk hareketlerden kaçınmasını ister. Lakin Netanyahu dünyanın en güçlü ülkelerinden birisi haline geldiklerini ve artık kendi göbeklerini kendilerinin kesebileceğini söylüyor. İsrail saldırısının ABD'nin bilgisi dahilinde olduğuna dair bir kanıt ve emare yok. Bununla birlikte hissetmiş olabilir! Ve kulağını çekmek yerine tavşana kaç tazıya tut politikası izlemesi de muhtemeldir. Bu da müzakerelere derin bir nefes ve soluk aldıracaktır.
Peki! İsrail'i bu saldırıya sevk eden amil nedir? Bunun cevabını Netanyahu veriyor: "We must never remain indifferent to threats of annihilation and destruction by those who hate us/ Bizden nefret edenlere karşı ve İsrail'i haritadan silmek ve ortadan kaldırmak isteyenlere karşı kayıtsız kalamayız." Besbelli varlık yani beka kaygısı çekiyor. İsrail tarih boyunca bir melenkoli ikinci olarak da paranoya illetinden mustariptir. Burada arka planda bir zamanlar cumhurbaşkanı olduğu süre içinde Mahmut Ahmedinejad'ın sözlerine gönderme ve hatırlatma var. Nejad İsrail'i ortadan kaldıracaklarını ve haritadan sileceklerini söylemişti. Nükleer faaliyetler onun döneminde artırılmıştı ve Viyana müzakereleri öncesinde İran yönetimi yeniden, uranyum zenginleştirme seviyesini artırma kararı ile birlikte İsrail'in kuşkularını depreştirdi. Saldırının ardından da bunu sözel olarak teyit ettiler. Toz duman arasında neler döndüğünü çok iyi bilemesek de birbirlerinin dilinden anladıkları veya birbirlerinin nefesini takip ettikleri aşikar. Ama diğer bölge ülkeleri de masum olmamakla birlikte iki ateş arasında kalabilirler. İran'ın bölgede ikinci nükleer güç olması halinde bu İsrail'in sonunu mu hazırlar yoksa iki nükleer güç arasında bölge nüfuz çekişmesine mi sahne olur?
New York Times gazetesi, Natanz'ın bu tür saldırılara karşı yedekleme sistemleri ve güvenlik katmanlarına sahip olduğunu yazdı. Merkezi Brüksel'de olan Uluslararası Kriz Grubu'nun İran proje direktörü Ali Vaez de, "Bunun bir siber saldırı olduğunu tahayyül etmek güç. Muhtemel senaryo şu ki, tesis ya dolaylı ya da fiziksel sızma yoluyla hedef alındı" demiştir. İran da davranışlarıyla bunu teyit etmiş ve içeride bir şüpheliyi enselediklerini söylemiştir. Acaba enseledikleri doğru adam mı?
Bu da bizi bir Türk deyimine götürüyor. Hırsız evden olunca, öküz bacadan çıkar. Bu sabotajlar iç bağlantılı. Yani içerisi casus kaynıyor. Nitekim, Mossad İran içlerinde kendisine hizmet eden derin mahfillere ulaşmış durumda. Eski başbakanlardan Ehud Olmert de bu gerçeği doğrulamış ve Mossad'ın İran'daki karar alma mekanizmalarına sızdığını, kendilerine hizmet edecek isimleri devşirdiğini söylemiştir. Burada dikkat çekici olan husus şudur: Mossad'ın devşirdiği kimseler sıradan kimseler olmayıp bilakis karar alma merkezindeki veya yakınlarındaki isimlerdir (https://twitter.com/salehelnaami/status/1381906039893848068). Dolayısıyla İran, casusların kaynadığı ve cirit attıkları yolgeçen hanına benzeyen bir ülke manzarası çisiyor! Defolu bir görüntü arz ediyor ve çok sayı da çürüğü var.
Yine istihbarat gedikleri nedeniyle İmad Muğniye Şam'da ve Kasım Süleymani ise Bağdat'ta suikasta kurban gitmişlerdi. İran çürüklerini ayıklarsa belki İsrail hedeflerine yol bulamaz!