Hilmi Ziya Ülken'in kaleme aldığı Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi'ne benzer şekilde 'Türkiye'nin Çağdaşlaşması'nı yazarak Batılılaşma serüvenini kendi zaviyesinden eleyen Niyazi Berkes erken dönemde İslamlaşma olgusuyla da karşılaşmış ve kendince analizini yapmıştır. İslamcılık ile çağdaşlaşma birbirinin zıddı olarak görülen sarkaç akımlardandır. Çağdaşlaşmayı Batılılaşma olarak okuduğunuzda İslamcılık sorun olarak ortaya çıkar. Halbuki Akif gibiler çağdaşlaşmayı Batı değil Japonya üzerinden okumuşlardır. Demek ki çağdaşlaşma oraya buraya göçse de sabit bir durağı, adresi yoktur. Yoksa İslamcılık, her asrından payını almaya amade bir anlayışı asla mahkum etmez, dışlamaz. Ama dehri değildir yani asriliği hayat tarzının tek ölçütü olarak almaz. Hatta İskilipli Atıf Hoca gibi isimler İslam'ın asri değil a'sari yani bütün asırları kucaklayıcı olduğunu ifade etmişlerdir. Kur'an gonca gibidir. Gonca her baharda Kur'an her asırda çiçek verir ve açar. Dolayısıyla Kur'an kıyamete kadar bütün asırları ihtiva eden bir mündericata sahiptir. Zamanlara ayarlı ilahi fihristedir. Her zaman ondan payına düşeni alır. Her asırdan payını almak isteyenler Kur'an yoluyla bu amaçlarına ulaşırlar. Nitekim günümüzde ilmi i'caz gibi dallarda büyük gelişmeler yaşanmıştır. Mısırlı Zağlul Neccar ve Yemenli Abdülmecid Zindani bu alanın uzmanları arasında yer alırlar. Hüseyin Cisr Efendiden beri gelen gelişen bir alan haline gelmiştir. Hindistanlı Vahidüddin Han ile Abdurrezzak Nevfel gibiler de bu alanın ilgilileri arasındadırlar. Her alanda olduğu gibi bu alanda da doğrular ortaya çıkarıldığı gibi yer yer yanılsamalar ve sürçmeler de olmuştur. Burada tekil hatalara değil de bütüne bakmak gerekir.
İslam'ın ilmi ve Kur'an'ın ilmi mucizeleri yönüyle ilgilenenler olduğu gibi aynı zamanda İslam'ın siyasi yönüyle de ilgilenenler ve bu alanda güncellemeler yapanlar da olmuştur. 19 yüzyıl milliyetçilik asrı olarak bilinse de aynı zamanda bütün dinler için yüzeye çıkacağı zamanı bekleyen dip dalga halinde bir siyasallaşma dönemi de olmuştur. Bütün dinlerin siyasallaşması söz konusudur. Evanjelizm Protestanlık içinde böyle bir akımdır. Yahudilik içinde de Siyonizm ve türevleri, tali renkleri gibi bu tarz akımlar oluşmuştur.
Erken dönemde İslamcılık meselesiyle ilgilenenlerden birisi Niyazi Berkes'tir. Başlıca temel ilgi alanlarından birisi bu meseledir. İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm gibi eserlerinde bu meseleyi ele almış ve kurcalamıştır. İlgili kitabında iz sürmüş ve Satı Hüsri gibi Arap milliyetçiliğinin önde gelenleriyle, önderleriyle temas etmiş ve Kahire'de onunla buluşarak asrın bir siyasi muhasebesini yapmaya yeltenmiştir. Osmanlı'nın yıkılmasıyla tespihin taneleri dağılmıştır. Ortak bağ kaybolmuştur. Bu ve benzeri isimler biraz da başka zemin kalmamasından dolayı yani seçeneksizlikten mütevellit zoraki bir biçimde milliyetçi kesilmişlerdir. Fransız Devrimi ile birlikte Osmanlı içinde gelişen bir milliyetçilik damarı ve dalgalanması vardır. Gayrimüslim unsurlar bu süreçte milliyetçilik ve ideolojik virüsten ilk etkilenen kesim, zümre olmuştur. Ardından Yemen'de Zeydi isyanlarıyla birlikte Arnavutların Makedonya ve mücavir alanda isyanları ve Kürt isyanları birbirini kovalamış ve devletin uzanamadığı ücra alanlarda isyan hareketleri baş göstermiştir. Osmanlı'nın yıkılmasını dört gözle bekleyen entrikacı ülkeler de bu dalgalanmayı istismar etmişlerdir. Bu isyanlarla Osmanlı'nın ağızlarına olgun bir meyve gibi düşeceğini ummuşlar, umdukları da gerçekleşmiştir.
Niyazi Berkes'in de ifade ettiği gibi Sati Hüsri Haleplidir ve bize İslamcı Arapçı sentezini seslendiren Abdurrahman Kevakibi'yi hatırlatmaktadır. Kevakibi zoraki değil gerçek manada bir ideologdur. Mefkuresi vardır. Sati Hüsri ise Osmanlı döneminde maarif bakanı olmuş ardından Osmanlı'nın yıkılmasıyla ortada kalmış ve akabinde kurulan Arap rejimlerinin hizmetine girmiştir. Bilittiba Arap milliyetçiliği mefkuresine meyletmiştir.
İslamcılığın günümüzde izini sürenlerden birisi de Kemal Karpat'tır ve İslam'ın Siyasallaşması kitabını kaleme almış ve bu mefkureyi analiz etmiştir. Evet İslamcılık sosyolojik bir vakıadır, tarihi şartlar, gelişmeler İslamcılık düşüncesinin billurlaşmasına hizmet etmiştir. Siyasal İslam'a dair uygulanan yöntemlerde kayd-ı ihtirazlar (çekinceler) olabilir ve bu da normaldir. Bununla birlikte İslam'ın kendi içinde siyasi bir devinimi ve dinamizm vardır ve 'bey'datü'l İslam' denilen İslam'ın medeni ve siyasi kalelerinin ve merkezlerinin yıkılması bu meselenin gündeme gelmesine neden olmuştur.
Milliyetçilik asrı olarak görülen 19'uncu yüzyıl ve sonrasında İslam ülkelerinde üç ideoloji birbiriyle çekişme ve yarışma halindedir. Bu dönemde İslamcı öncüller de vardır. Mustafa Kamil Paşa ile Muhammed Ferid Mısır'daki İslamcılık damarının öncüleri veya rehberleri arasındadır. Buna mukabil Batıcı akımlar da vardır. Bu akımları temsil eden partilerden birisi Vefd Partisidir ve kurucularından Fuat Siraceddin Enver Sedat'ta akis bulan bir söylem tutturmuştur. Siyasette din, dinde de siyaset yoktur! Siyasi ortamda bir de ulusçu akımlar vardır. Önce İslamcı akımla aynı gemide olan Nasır ve arkadaşları yani Hür Subaylar bilahare ulusçu akım dalgasına binmişlerdir. Nasirizm dalgası zamanla bütün Arap dünyasına yayılmış ve İslamcıların baş hasmı kesilmiştir. Bugün Mısır'da Sisi anlayışı veya ona destek veren anlayışları da Nasirizm dalgasından veya mirasından beslenmektedirler. Arap Baharı ile birlikte Nasirizm kalıntıları ve ulusalcılarla İslamcılar karşı karşıya geldi. Eymen Nur gibi bazı liberaller İslami kesimlerle 2005 yılından yani 'Kifaye/Yeter Söv Milletindir' kalkışmasından beri koalisyona giderken diğer kanadı temsilen Muhammed El Baradei darbe sürecini destekledi. Mısır'da böyle bir saflaşma oldu. Bir zamanlar Tanzanya ile Senegal'de revaçta olan sosyalizm modellerinin (Julius Nyerere, Senghor ) Afrika kıtasını baştan sona ikiye bölmeleri gibi.
İSLAMCILARLA ARAPÇILARI KAYNAŞTIRAN ADAM!
12 Mart (2021) tarihinde mühim bir adam dünyasını değiştirdi. Bizim de yakından tanımamız gereken bir adam.
Hayrettin Hasip, yeni dönemde Sati Hüsri gibilerinin mirasını devr alanlardan, meşalesini taşıyanlardan biri olmuştur. Irak'ın Halep'i sayılan Musul'dandır. Her iki şehirde Misak-ı Milli sınırlarına dahildir veya dahil edilmesi düşünülmüştür. Bu yönüyle Osmanlı'dan öte Türkiye'nin parçası sayılırlar. Bir Arap milliyetçisi olarak yetişse de karşılaştığı zorluklar diğer fikirlere ve ideolojilere de açılmasını telkin etmiştir. Bu açılımlardan birisi İslami kesimlere ya da onun deyimiyle aydınlanmış İslami kesimlere doğru olmuştur. Bunu telkin eden nedenlerden birisi, Arap krizinin İslam'ı dikkate almadan çözümlenemeyeceği gerçeği ve bilincidir. Elbette Araplarla İslam arasında bir etkileşim vardır. İslam'ın ilk harcı, mayası Araplardır. Bununla birlikte İslam'ı bir kenara koyan milliyetçi anlayış kendi ayağına ateş etmiş olur. İslam'a açılım aynı zamanda İslamcılara açılımdır. Hayrettin Hasip de yüksünmeden, ideolojinin kibrine kapılmadan bunu yapmıştır. Böylece Osmanlı'nın yıkılmasıyla birlikte pratikte ayrışan Arap, Müslüman ve Türk unsurlar yeniden Osmanlı çatısı olmadan da kucaklayıcı zihni çatı altında bir araya gelmiştir. En azından zihni dünyada veya teorik olarak yeniden buluşturulmuştur. Böylece Osmanlı zihinlerde yeniden şekillenmeye başlamış, inşa edilme ve kurulma sürecine girmiştir. Bu da Araplar ile Türklerin ayrı ayrı yaşayamayacaklarını göstermektedir. Ebu'l Hasan en-Nedevi gibi İslami isimler tarihi veya aktüel süreçte İslam'ın rolünü reddedenlerden daha çok Arapçı sayılırlar. Muhammed Gazali'nin ifadesiyle İslam olmadan Araplar bir hiçtir.
İkinci mühim açılımı ise demokrasi yönünde olmuştur. Kendi kıssasından hisse çıkarmıştır. Kısa süreli olsa da bir hapishane dönemi atlatmış ve bu ona totaliter anlayışların tehlikesini göstermiştir. Hapishane deneyimi aklını başına getirmiş ve şumuli yani totaliter idarelerin zararlarını bizzat yaşayarak görmüş ve dolayısıyla totaliter cumhuriyetlerden veya kraliyet rejimlerinden yaka silker hale gelmiş ve demokrasiye köprü kurmuştur. Cumhuriyet içinde çoğulcu sistemi benimsemiştir. Tek partiye veya tek kişiye bağlı yapıların insan hakları noktasında birçok rahneye ve sıkıntıya neden olduklarını bizzat idrak etmiş ve bu nedenle demokrasi yönünde bir açılıma gitmiştir. Fransız düşünür Raymond Aran bu ikilemi Demokrasi ve Totalitarizm kitabında tafsil etmiştir. Bu kanaate varmasında hem dini hem de ırki olarak çoğulcu toplumlara model olarak Irak doğumlu bir Lübnan vatandaşı olmasının da payı olmalıdır. Düşüncelerinden dolayı ülkesinde dört cezaevi dolaşmış ve burada işkence gördükten sonra 45 yıl önce ülkesini terk etmiştir (1). Dolayısıyla Baas ideolojisine inanıyor olamaz. En azından uygulamalarda. Buna rağmen ülkesine tek yanlı bir sadakatle bağlı kalmıştır. Lisan-ı haliyle şöyle demiştir: Ülkem bana zulmetse de değerlidir/ yakınlarım cimrilikte bulunsalar da yine de kerim ve kerem sahibidirler. Vatana bağlılık meselesinde bütün hesapların ve itibarların üzerinde kalmayı bilmiştir.
Arap birliğine gönül vermişti ve 22 Şubat 2010 tarihinde Arap Birliği Etüt Merkezini kurmuştur. Başarısız denemeleri de dikkate alarak Arap ülkeleri arasında tekamülcü yaklaşımı, gelişmeci veya federal tarzda bir birliğe taraftar olmuştur. Önceki uygulamaları da dikkate alarak entegrasyon tipli anlayışlardan kaçınmıştır. Öncelikli olarak Suriye ile Irak'ın bir araya gelmesini gündemine almıştır. Bu noktada teşvik mahiyetiyle iki ülkenin temsilcileriyle bir araya gelmiştir.
1994 yılında kuzey ve güney şeklinde iki kanada ayrılan Yemen'in 1990 yılında bir araya gelmesini ilk kutlayanlardan birisi olmuştur. Keza hem Yemen hem de Sudan meselesinde şu sloganı dilinden düşürmemiştir: Bölünmek çare değildir. Mefkuresini 6 noktada toplamıştır. Arap birliği, milli ve vatani bağımsızlık, demokrasi, bağımsız kalkınma ve sosyal adalet ve medeni yenilenme. Bunların birinin diğeri aleyhine işletilmesini ve kullanılmasını kabul etmemiştir. Hedeflerin parçalanmaz hedefler olduğunu ifade etmiştir. Bu hususta İslam ile Arapçılık fikrinin karşı karşıya getirilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Keza modernizm ile yerelliğin veya özgünlüğün karşı karşıya getirilmesini yani ikilemler oluşturulmasına veya oluşturulan ikilemler üzerinde çekişme mecrası açılmasına karşı çıkmıştır.
HAYRETTİN HASİP'İN YAŞAM SEYRİ
1929 yılında Musul kentinde dünyaya gelmiş ve Bağdat Üniversitesi'nden mezun olmuştur. Lisansüstü eğitimini de Londra'da tamamlamıştır. Cambridge Üniversitesi'nde genel maliye alanında doktorasını tamamlamıştır. Doktora çalışması 'Irak'ta Arap Milli Girdisinin Takdiri' başlığını taşımaktadır. Irak'ta fakirlik meselesi onu derinden etkilemiştir. Yusuf Sayiğ'in 'onur ile ekmek' parolası çok hoşuna gider ve bu parolayı 1975 yılında kurduğu ve müdürlüğünü üstlendiği Arap Birliği Etütler Merkezi'nin sembolü haline getirir. Bir ara Merkez Bankası Guvernörü olarak atanmış ardından 1968 yılında Baas darbesi olunca Baasçıların hışmına uğramıştır. Arap milliyetçileri arasındaki klik kavgalarının arasında kalmıştır. Buna kurban gitmiştir. Baasçılar, Nasırcılara kin gütmüşler ve Hayrettin Hasip de dört hapishane dolaşmış ve her birinde Baasçıların işkencesiyle karşılaşmıştır. Bilahare salıverilse bile baskılardan kurtulamamış ve bu nedenle de çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte hapishane günleri sonrasında bir ara Bağdat Üniversitesi'nde ilgi alanıyla alakalı konularda ders vermiştir. Bu suretle 1974 yılında kalıcı olarak Lübnan'a yerleşmiş ve yarı ömrünü bu ülkede geçirmiştir. Buranın vatandaşlığını almış ve çalışmalarını buradan yürütmüştür. Beyrut Arap dünyasının entelektüel merkezi, başkentidir. Bunun yararını da görmüştür. Nasır kendisini etkileyen siyasi şahsiyetler arasındadır. Ama bilahare etkisinden kurtulmuştur. Zaman zaman konuşmalarını onun vecizeleriyle süslemiştir. Bunlardan birisi şudur: Gençler şimdi toplumun yarısı, gelecekte ise tamamıdır. Bir başka veciz ifadesi şudur: Zorla zapt edilen yer ancak zorla geri alınır.
Ali Tantavi'nin Şam'a hasret gitmesi gibi Hayrettin Hasip de en çok ülkesi Irak'ı sevmiştir. Bununla birlikte oynadıkları kültürel ve siyasi rol gereği Suriye, Mısır gibi ülkelere özel bir önem atfetmiştir.
Arap aleminde dönüşüm yıllarını ve kritik eşikleri gördü ve birebir yaşadı. Kritik dönemleri gördü ve bundan ders çıkardı. Panarabizm veya Arapçılık akımının yükselişine ardından düşüşüne tanklık etti. Arapçılık akımı birçok kanattan oluşuyordu. Suriye ile Irak Baas'ı temsil ederken Mısır Nasırcılığı temsil etmiştir. Nasır konuşmalarıyla kitleleri teshir etmiş ve Arapçılığı popülist bir akım haline getirmiştir. Baas ise hem Irak ve hem de Suriye'de darbelerle iktidara gelmiş ve Nasirizm kadar popüler olamamıştır. Gerçi Nasirizm de 1952 yılında darbe ile iktidara yürümüştür. Saddam Hüseyin Arap milliyetçiliğinin yeni yüzü olsa da Nasır kadar etkili olamamıştır. Saddam İran'a karşı Doğu Cephesinde mücadele verirken Nasır da Filistin cephesinde boy göstermiştir. Bununla birlikte 1967 yılında Haziran Savaşı sadece Nasır'ın imajını yerle bir etmekle kalmamış aynı zamanda Arap milliyetçiliğini de bir daha dizlerinin üzerine kalkamaz haline getirmiştir. Buna mukabil aynı dönemde İsrail de dini sağ yükselişe geçmiştir. Arap dünyasında da İslamcılık, siyasal İslam markasıyla prim kazanmış ve zamanla milliyetçilik dalgasının yerini almıştır. Hayrettin Hasip bütün bunları görmüş ve bunlardan ders çıkarmıştır.
2010 yılı ve sonrasında ise İslamcılık dalgası Arap Baharıyla birlikte Tunus gibi ülkelerde iktidara gelmiş ya da ortak olmuştur. Lakin bu iktidarlar da sarsıntılara uğramış ve Arapçılık akımından sonra siyasal İslamı olarak anılan akım da 10 yıl zarfında solmaya başlamıştır.
Hayrettin Hasip ise bu ideolojiler arasında çapraz köprüler kurmuştur. Nasırcılığı terk ettikten sonra milliyetçilik fikirlerine bağlı kalsa da hiçbir siyasi odağın güdümüne girmemiştir. Bu da hakkında saygınlık uyandırmıştır. Hiçbir siyasi merkeze, kampa bağlı kalmayan Hayrettin Hasip kendi kozasını örmeye başlamıştır. Rejimler üzeri bir Arap milliyetçiliği tasavvuru geliştirmeye başlamış ve çatışmacı olmaktan kaçınmış ve farklı akımlara açılmış ve onlarla diyalog zemini kurmuştur. Bu akımların başında İslami akım gelmektedir. İslami Milli Konferans adıyla, aracılığıyla İslamcılarla ortak köprü kurmak istemiştir. Bu da bize Hasan Turabi'nin el Cebhetü'l İslamiyye el Kavmiyye/Milli İslami Cephe modelini, oluşumunu hatırlatmaktadır. Irak, Lübnan ve Filistin'de direnişi meşru görmüş ve fikren bunları desteklemiştir. Daima uzun soluklu ve kurumsal olmaya çalışmıştır. Bu nedenle de hala el Mustakbel gibi kurduğu dergiler veya organlar yaşamaya devam etmektedir.
1990 yılında Arap Milli Konferansını kurmuştur. 1994 yılında ise Milli-İslami Konferansı hayata geçirmiştir. Böylece İslami kesimlerle Arap milliyetçiliğine inanan kesimler arasında köprü kurmak istemiştir. Çabaları ikilem veya zıtlaşma yerine sentez üzerine şekillenmiştir. Modernizmi özgüncülük veya İslamcılık ile Arapçılığı karşı karşıyla getirmekten özenle sakınmıştır. Bilakis harmanlamak ve kaynaştırmak istemiştir. Uzlaştırıcı olmaya özen göstermiştir. Amelsiz fikir veya fikirsiz amelden kaçınmıştır. Çalışmaya istinat etmeyen teori işlevsizdir, fikir olmadan çaba harcanması ise beyhudedir. Bu sözleri Türk milliyetçisi Gaspiralı İsmail Beyin sözlerini hatırlatmaktadır: Dilde, fikirde, işte birlik...
22 Şubat 2010 tarihinde Arap Birliği Etütler Merkezini kurmuştur. Arap birliğinin teminini ise gönüllülük ve tekamül esasına göre öngörmektedir. Uzvi veya organik birlik yerine aşamalı ve önce halktan başlayan birliği esas almıştır. Federalist bir bütünleşmeye inanmıştır. Bir söylemi de bölünmek çözüm değildir. Sudan ile Yemen'in bölünmesinin bir sari-salgın siyasi hastalık haline gelmesinden endişe etmiştir.
Arap kalkınmasının temellerini altı noktada toplamıştır. Arap birliğini temin etmek. Milli ve ırkı bağımsızlığı temin etmek. Demokrasi ve bağımsız kalkınma modeli izlemek. Sosyal adalet. Medeni yenilenme. Bu umdeler arasında bir tekamülü öngörmüş ve bunların birinin diğerinin hesabına kaldırılamayacağını, iptal edilemeyeceğini savunmuştur. Arap birliği kadar demokrasi ve insan hakları vurgusu konusunda titizlenmiştir. Bu meyanda İnsan Hakları Arap Organizasyonunu kurmuştur. Keza Suriye ile Irak'ın bütünleşmesini savunmuş ve bu hususta ilgili ülkelerin liderlerini yüreklendirici olmuştur.
Petrolün devletleştirilmesini savunmuş ve nitekim bu rüyası 1972 yılında gerçekleşmiş; Irak petrolleri devletleştirilmiştir. En önemli gündemlerinden birisi kalkınma ve Arap yurtları için uzağı ve geleceği görebilmekti. İlmi olarak gelecekle ilgili tahliller yapıyor ve bu alanda yapılan çalışmaları teşvik ediyordu.
2001 yılında kalkınmayla ilgili bir üçlemeye vurguda bulunuyordu. Temas, bütünleşme (tekamül) ve birikim.
2003 yılında ise Irak eksenli olarak bir dört sütundan bahsetmiştir. Direniş, gözden geçirme ve uzlaşma ve ortaklık.
Oslo sürecinden sonra da Filistin meselesini fikren ileriye taşımanın yollarını aramıştır. Filistinli yapılar arasında eş güdüm ve koordinasyon sağlamanın imkanlarını aramıştır.
İLKELİ AYDINLAR ARANIYOR!
Hayrettin Hasip ilkeli aydınlar meselesine temas etmiş ve insan unsuru olarak çıkış noktasının ilkeli aydınlar olduğunu fark etmiştir. Kaypak aydınlar ise çözümün değil tıkanmanın araçlarıdır. Bunun karşılığında ise oportünistler ve tufeyliler yani arivistler ( vuslatçılar) vardır. Basıl A'rec bunun üzerine bir güzelleme yapar ve hakperest yani ilkeli aydının aynı zamanda ve zorunlu olarak çatışmacı bir aydın tipi olduğunu söylemiştir. Zira yanlışı gördüğünde müdara etmez, hadiste dile getirildiği gibi ya elle ya dille veya kalple müdahale eder, bigane kalmaz, dalgaya binmez. Bu nedenle yaveri yalnızlıktır. Hayrettin Hasip sadece toprakların değil aynı zamanda zihinlerin, iradelerin de işgal edileceğini ve kültürlerin mutasyona uğrayabileceğini öngörmektedir. Üç afetten bahseder: Yabancı işgali, bozgunculuk( yolsuzluk) ve istibdat!
12 Mart (2021) tarihinde vefat eden Hayrettin Hasip geride yeni nesillere ağır bir miras bıraktı. Özeti şudur: Arap Milli Konferansı, Arap Yurdunun Geleceğini Öngörmek, Arap Kalkınma Projesi, Dini-Milli Diyalog formu, Milli İslami Konferans, Kudüs Kurumu, İran-Arap Diyaloğu, Türk-Arap Diyalog. Bu ilgili alanların veya forumların düzenlediği etkinliklerin meyveleri de olmuştur. Beyrut'ta Türkiye Araplar paneli veya konferansını meyvesi olarak bir kitap (900 küsur sayfadan müteşekkil) teşekkül etmiş hem Arapça hem de Türkçe olarak yayınlanmıştır. El Arap ve Türkiye: Tahaddiyat el Hadir ve Rihanat el Mustakbel adını taşımaktadır. Timaş Yayınları tarafından çevrilen ve basılan bu çalışma Türkçede 'Arap-Türk İlişkilerinin Geleceği ' başlığını taşımaktadır.
Araplara ve Müslümanlara geride bıraktığı en büyük emanet her düzeyde bağımsızlık ve ilmi ve fikri ahlak, Kudüs'ün kurtarılmasıdır. Arkasında aydın ve mütefekkir, dağıtıcı değil toparlayıcı bir portre bırakan Hayrettin Hasip gelecek nesiller tarafından hep anılacak ve hatırlanacaktır. İnşallah öteye de kurtarıcı bir azıkla ve ilahi alemle barışık bir hal ile göçmüştür.