Mustafa Özcan

Son kuşlar, son dostlar!

Sakarya'da nereye gitsem nereye baksam ölümsüz bir hatıra ile karşılaşıyorum. Hatıralardan demet yapıyor ve onları gölgem gibi yanımdan ayırmıyorum. Bunlardan bir kısmı da ahiret yurduna göç etmiş seleflerimiz veya dostlarımızdan geriye kalanlar. Şehrin her köşesinde sinmiş hatıralarımız var. Hatıraların izini sürdükçe, eşeledikçe peş peşe aklıma gelen isimlere ve öteki aleme göç eden dostlarıma gönderdiğim Fatihalar, zincirlerin halkaları gibi uzayıp gidiyor. Üzerimde birinci derecede hakkı, emeği olanlardan yola çıkarak sırasıyla bedenlerinden kopsak da ruhlarından kopamadığımız ve ruhlarıyla bize eşlik eden dostlara Fatihalar gönderiyorum ve onlarla yaşanmış tatlı hatıralara gark oluyor, dalıp gidiyorum. Düşlerimde Sakarya'yı hep eskisi gibi yeniden kuruyorum. Dostlarımın çoğunluğu burada olduğundan haliyle öteye göçenlerin çoğunluğu da yine buradan. Bu nedenle de Sakarya'ya gittiğimde karaltılarıyla yaşıyorum, gölgeleniyorum. Benim için Sakarya ruhlar evi.

Her gün geriye kalan son dostlardan birisini daha öteye yolcu ediyoruz, uğurluyoruz. Dostlar birer ikişer aramızdan çekilip gidiyor. Bıraktıkları mekanlar bozuluyor, yeniden karılıyor ve hatıralarımızın yaşandığı mekanların karakteri de değişiyor. Bozulmaya ve dejenerasyona inat hatıralarımızda bildik Sakarya'yı teneffüs ediyoruz. Aslında yaşadığımız bağbozumu değil yapı bozumu.

Değişen mekanlarda değişmeyen hatıralarımızı yakalamaya çalışıyoruz. Hatıralarımın yoğunlaştığı mekan ise Orhan Camii ve çevresi. Burada bazen dostlarla bazen de içimize dönük şekilde unutulmaz haller ve hatırat yaşadık. Bu şehre güzel insanların ruhu sinmişti. Manevi olarak da mümbit bir iklim olarak her köşesinden farklı bir güzel insan tipi fışkırıyor ve patlak veriyordu. Bunların bir kısmı akil olsa da diğer kısmi yarı meczup ya da meczuplar kervanına aitti. "Meczuplar sokağını" ya da tayflar geçidinin unutulmaz simalarından birisi Gürdrama ailesine yakın bağı olan veya olması muhtemel olan Rafet abi idi. Kulağı kesikti. Hızın henüz hızlanmadığı sırada en kestirme ve hızlı haber alan meczuplardan birisiydi. Sanki gökle konuşuyordu. Bazıları tayyı mekanla yani mekanın ve zamanın dürülmesiyle birlikte kendisini o yıl hacda gördüğünü iddia ediyordu. O zamanlar da hacca otobüslerle gidilirdi ve hac adeta otobüslerin sıra sıra dizildiği ve Hicaz'a doğru akıp gittiği yerden başlardı.

Bazen anlam veremediğim ve meczupluğuna yorduğum istekleri de olurdu. Sözgelimi, yakını olduğu zengin bir aile için beddua talep ederdi. Ben de kendisini kırmaz olur der ama beddua etmeyi de unuturdum! Kalenderiye meşrebine mensup veya Melameti kıyafetiyle arzı endam ederdi. Üzerinde yaz-kış demeden gümüş rengi yırtık pırtık kalın bir palto bulunurdu. Ellerini uzattığında pamuk onun yanında gayet haşin kalırdı. Belli ki naz ehlinden birisi idi.

Meczuplar diyarı veya sokağı olan Terziler Sokağında eğlenir sonra genellikle Safa Özsu ile buluşmak üzere Orhan Cami'ye doğru ilk ara sokak olan yandaki Matbaacılar Sokağına dalar ve oradan Nuri Berk veya Kurukahveci Nuri abinin deposunun bulunduğu katta merhum ve Kadir ile Şaban Uysal'ın babaları terzi Salahaddin Ünsel'in terzi dükkanına damlardım. Dinleme pozisyonunda olduğumdan dolayı insanların hararetli ve hareketli tartışmalarını bile kulak ucuyla dinler ve müdahil olmaz, pek karışmazdım. Gıyablarında öğrendiğime göre bu da hazirun nezdinde akil oluşuma hamlederlermiş. Bu durum 'ağır ol, molla desinler' deyimini hatırlatıyor. Yan odada Ramiz abi ve çırağı örgücü Ethem vardı. Bazen alınmasınlar diye teşehhüt miktarı da olsa yanlarına uğrardım. Salahaddin abinin dükkanında bazen tartışmalar hararetlenince ve alevlenince işin içinden çıkamazlar; meseleyi bana havale ederlerdi. Ben de usuletle ve suhuletle mevzuya girince tansiyon düşerdi. Demek ki belki bir mevzuda hakikati bulamayabiliriz ama doğru üslubu bulduğumuzda ortam yatışacaktır. Salahaddin abi ben Suriye ve Mısır'da iken Safa Özsu'ya hep gıyabımda beni anlatırmış. 'Akıllı oğlan' falan dermiş. Safa, Mısır dönüşü geldiğimi duyunca beni o hızla Orhan Camii'nin itikaf odası olarak da kullanılan camekanlı bölümünde buldu. Ne de olsa tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı. Sonra kaynaşıverdik.

Zannederim Salahaddin ağabeylerin dükkanında Tercüman gazetesi bulunurdu ve ben de hemen gazeteye yumulurdum. Çocukluktan beri gazete ve dergi takibi ve tiryakiliği değişmez huyumdur. Bu Mısır günlerinde de hiç değişmedi. Salahaddin abinin terzi dükkanında genellikle Sefa Özsu ile buluşursak biraz dışarıya çıkar ve koyu bir sohbet eşliğinde şehri turlardık. Bekir Uysal hoca da buraya uğrardı ama onunla daha ziyade ve genellikle Ali amcanın terziler sokağındaki yani ikinci geçitteki dükkanında buluşurduk. Birader İbrahim de Ali amcanın dükkanının müdavimleri arasındaydı. Mısır'dan geldiğimde bazı kitaplarımın kalfa Vanlı Abdurrahman gibi terzi çıraklarının elinde olduğunu fark ettim. Zira önem verdiğim bazı kitapların eksikliğini hissetmiştim, yerlerinde olmadığını fark etmiştim. Bunlar arasında çok değer verdiğim Ali İhsan Yurt'un Akşemseddin ve Beş Eseri vardı. Kitabın birden fazla baskısı yapılmıştır. Oldum olası Gazali ve Akşemseddin gibi isimleri çok severim. Bu isimler çocuklukta gönlüme düşmüşlerdi. Akşemseddin tutkusu beni Almanya'da sarmıştı. İmam Birgivi ve Akşemseddin gibi zevatın küçük risalelerini edinmeye ve toplamaya meraklıydım. Okuyor ve onlardan etkileniyordum. Dolayısıyla Vanlı kalfa Abdurrahman'la birlikte giden Akşemseddin ve Beş Eseri adlı çalışmayı ikinci kez edindim. Zamanla kitaptan istifade ederek bazı makaleler de kaleme almıştım. Bazen kütüphanede bulamadığım için üçüncü kez aldığım kitaplar oluyor. Esasında ben başa dönmekten pek hoşlanmam. Galiba bir defasında bir özelliğimi Fehmi Koru keşfetmiş ve yazmış olmalı. 'Mustafa bir daha aynı mevzuya geri dönmez, tekrara düşmez' demişti. Kitap konusunda genellikle böyleyimdir. Bununla birlikte temel mevzu ve eserler var. Bunlardan istiğna etmek mümkün değil. Kaybettiklerimi aradığım da bir vakıa. İstanbul eski müftülerinden Rahmi Yaran da iltifat mahiyetinde bir defasında 'Mustafa gazete değiştirir ama çizgi değiştirmez' demişti. Bunları büyüklerin iltifatı ve manevi madalyası kabul ediyorum.

Annemin köyünün yaylalarından Akşemseddin'in diyarı Göynüğe uzanmak, ulaşmak pekala mümkündür. Sırt sırta kalırlar. Buna rağmen son yıllara kadar Göynüğe gittiğimi hatırlamıyorum. Mayıs ayı sonlarında mutat veçhile Göynük'te bir etkinlik ve pilav günü tertip edilir. İçimden kaç defa bir dahaki etkinliği kaçırmamaya ahdettim. Ama yine nasip olmadı. Lakin ilk defa Yeni Bosna Mehmet Akif Camii Derneği eski Başkanı Yunus Şahin abi ile birlikte Mudurnu Çayı boyunca Göynük sapağına kadar gittik ve oradan Göynük'ün merkezine vasıl olduk. Buraya geldikten sonra bir rüyamın da sırrını keşfettim. Öncesinde Arabistan'ın kuzey taraflarında ahşap camisi olan bir kasaba görmüştüm. Kasabanın ortasına geldiğimde yine yer yer kurumuş bir çay ve üzerinde kurulu ahşap bir köprü görüyorum. Köprüden geçerek suyun geldiği istikamete gittiğimde kendimi büyük bir deryanın kıyısında buluyorum. Kenarında asfalt bir yol vardı ve suyla temasından dolayı asfaltın üzerini yeşillikler bürümüş ve otlar kaplamıştı. Adeta yolda yeşillik fışkırıyordu. Sonra o kasabanın derya ile kesiştiği noktadan itibaren bindiğimiz araç bizi Göynük'e taşıyordu. Yani Hicaz'dan Göynük'e dönüyorduk, gidiyorduk. Bu Akşemseddin'in hayatını da aksettiriyor. Yanımda hanımı da görüyorum. Bu rüyanın üzerinden yıllar geçti. Göynük'e gitmek nasip kısmet olmadı. Sonunda kilitlenmeyi kırarak şehre vardığımda Arabistan'da gördüğüm kasabanın burası olduğunu yani Göynük olduğunu fark ettim. Akşemseddin de Şam'dan Amasya taraflarına gelmiş ve yerleşmiş bir hak dostu ve hiçlik dervişi. Ardından Fatih'in gönül-hocası ve manevi rehberi oluyor. Fethin manevi mimarı unvanını alıyor. Şehri Mehdi'den önce kimse alamaz diyenlere karşı yalın kılıç ya da manevi kılıçla meydana atılıyor ve Fatih'e destek oluyor ve fethin önünü açıyor. Lakin fethin ardından 'yolcu yolunda, derviş ocağında, tekkesinde gerek' diyerek Göynük'e çekiliyor. Muhtemelen bu çanak gibi şehirde çilehanesini kurmuş ve şan ve şöhreti İstanbul'da bırakmıştır. İltifatlardan kaçıyor, iç dünyasına çekiliyor. Yeryüzü veya gönül cennetlerinden Göynük'e bütünleşiyor.

Tekrar ilk göz ağrım olan Sakarya'ya dönecek olursak; burasını çok sevdim. Yahya Kemal'in en çok sevdiği yol, Ankara'nın İstanbul istikametine dönüş yoluymuş. Ankara'ya varış değil, dönüş yolu! Ben Sakarya'dan ziyade dostlarımı ve onların içten dünyasını sevdim ve özledim. Onların arasında ve sohbetinde mutlu oluyordum. Bu nedenle de iş bulabilsem Sakarya'da kalmayı yeğliyordum. Lakin Sakarya'da bana hitap eden iş çevresi ne yazık ki yoktu ya da yetersizdi.

Minimak Asansörlerinde tercümanlık yaptığım günlerde Sakarya'ya dönmek için hafta sonlarını iple çekerdim. Bedenimle İstanbul'da bulunsam da ruhumla Sakarya'da yaşıyordum. Her hafta dostlarla yeniden buluşmaya can atıyordum. Sakarya o zamanlar güzel insanlar diyarı ve iyi insanlar ocağıydı. Güzel insanlarla latif rüzgarların buluşmasına tanıklık ediyordu. Boşuna Şirazlı Hafız Bad-ı Saba'dan bahsetmiyor. Saba rüzgarıyla yarin kokusunu alır ve yıldızlardan fal tutar.

Orhan Camii çevresinde uğrak yerlerimiz arasında Zafer Grubunun finansörlerinden sayılabilecek hem maddi hem de manevi iki ortak; Musa Alemdaroğlu ile Nuri Berk vardı. Musa abinin yanından ilim adamları ve eşraf eksik olmazdı. Seviyeli sohbetler yapılırdı. Hamza Tekin, Osman Demirci gibi simalar hiç eksik olmazdı. Gelen gidene kahve eşliğinde Zafer dergisi de diş kirası kabilinden takdim edilirdi. Nuri abi ise işin mutfak kısmıyla ilgiliydi. Bazen kulak misafiri olur ama genellikle kendi işine döner ve bakardı.

'Pilli' lakabıyla bilinen Mehmet Türk'ü bu havzada tanımış olmalıyım. Zira rahmetli Saatçı Burhan abi ile çok sıkı fıkı idiler. Saatçi Burhan abinin temel uğrak yeri terzi Ali amcanın dükkanı idi. Muhabere orada sağlanırdı. Burhan abi orada rapor alır, rapor verirdi. Tayyar Önüst abi ile de buluşma yerlerinden birisi idi. Mehmet Türk hoca, hocam Küçük Hafız'ın mahallesinin imamıydı. Arapçaya da meraklı idi. Tepekum Mahallesi Yeşil Camii imamı Mustafa Hoca ile birlikte Mehmet Türk gibi hocalar Cevdet Şimşek Hoca döneminden beri Arapçaya merak salmış ama tamamen de halledememişlerdi. İçlerinde bir ukde kalmıştı. Cevdet Hoca sevgisinden olmalı Mustafa hoca oğluna Cevdet ismini vermişti. Mehmet Türk hocanın oğlu Mustafa ise modern tekniklerle Arapçanın hakkından gelmişti. Mehmet Türk hoca ile Musa Alemdaroğlu hısım da olmuşlardı. Lakin Musa abinin dalyan gibi iki oğlu da (Mahmut ile İdris) Pekşenler mevkiinde geçirdikleri elim bir trafik kazasından kurtulamamışlar ve dar-ı bekaya irtihal etmişlerdi. Bu da kaderin bir cilvesi olmalı. 35 yıl sonra Mehmet Türk hocamız da aynı akıbete uğradı ve bir trafik kazasıyla birlikte bu fani dünyaya veda etti. Geride biz dostlarını yetim bıraktı.

Bekir Uysal hoca ile Sakarya'ya geldiğimde nasılsa geride kalmış ziyaret edecek dostlarımızın listesini yapıyor, çetelesini tutuyorduk. Korona salgını nedeniyle de vakitler pek denk düşmüyordu. Mehmet Türk hocamızı listeye almıştık fakat aynı anda başka listeye de girmiş. Emir göklerden geldiğinden öteki liste bizden evvel eyleme geçmiş, bizi beklememişti! Hocamızla planladığımız buluşma suya düştü ve ahiret yurduna kaldı. Allah cennette buluştursun, kavuştursun. Bekir Hoca ile kul planında Mehmet Türk hocaya nasıl gideceğimize kadar bütün ayrıntıları konuşmuş ve hesaplamıştık. Heyhat! Evet bizler dostluğundan yetim kaldık ama yine de o dostlarının arasına gitti. Bizim için ayrılık vakti, onun için ise kavuşma anıdır. Hatta anne babasının da diyarına giderek bu dünya yetimliği sona erdi. Yaşı gereği dostlarının çoğu zaten onu ötede bekliyorlardı.

Bekir Uysal hocanın aktardığına göre Mehmet Türk hocamız, hocam Küçük Hafız'ın mahallesi Karakalpak'ta 25 yıl hocalık yapmış ve ardından da bir zamanlar Cevdet Hoca'nın efsanevi vaazlar verdiği Orta Camide finali yapmış ve yani oradan emekli olmuştu. Cevdet Hoca Orhan Camiinde vaaz verirken vefat eden Sakarya'nın efsanevi hocasıdır. Ardından da hoca, köyüne çekilmişti. Ali amcamızın terzi dükkanı gibi dükkanlar da boyut değiştirmişlerdi. Hep aklımın bir köşesinde bu dükkanın ve sokağın müze yapılması fikri yer etmiştir. Kendileri yaşamıyorlarsa da hatıraları yaşatılmalı.

Mehmet hocamız son yıllarda ise haftada birkaç gün diyalize giriyormuş. Bu kadar tafsilatı, pek minik olmasa da; yine de deyim gereği Sakarya'daki 'minik kuş' Bekir Uysal hocadan alıyorum. Şam'dan beri kaderimiz bizi bir şekilde buluşturuyor. Şam, Sakarya, Tavuklar Köyü ve Erenler Doğan Bey Camii, Yeni Gün Mahallesinde Mustafa Aydın ile birlikte görev yaptıkları Fatih Camii, Ali amcamızın dükkanı ortak buluşma mekanlarımız oldu. Kaybettiğimiz çevremiz ve dostlarımız da, ortak.

Bazı detaylar zamanın sisleri arasında kaybolup gidiyor. Meğerse Mehmet Türk hocamız 1987 yılında eşimle benim dini/İslami nikahımızı kıymış. Geçmiş gün ben unutmuştum eşim hatırlattı.

Hoca ile asıl demlendiğimiz ortamlardan birisi rahmetli baba dostu Ayakkabıcı İsmet abinin Karakalpak'taki dergah hükmündeki evi idi. Zaman zaman kış geceleri bu evin alt katında buluşur ve Mehmet Türk hocanın idaresinde adeta kurtlarımızı dökerdik. Hatırladığım kadarıyla bu meclislerde Tayyar abi, Saatçı Burhan abi gibi demirbaş isimler hep bulunurdu. Biz meclis seçmezdik adeta meclis bizi seçerdi. Tekellüflü ortamlardan kaçar ve Kalender meşreplerin ya da meczupların yanına takılırdık. İsmet abinin dergahında buluşanlar hem meşrepli hem de meşrepsiz ya da meşrep üstü idiler. Bazen Mehmet Türk hocamız ya da Burhan abimiz bizi kıyıda köşede kalmış asude mekanlara götürürdü. Bunlar adeta eski sufi tabakat kitaplarından fırlamış arkaik tiplerdi. O dönemde ne de çok vardılar. Bu manevi sergüzeştlerden birinde hep birlikte bir maden ocağına revan olduk. Orada maden ocağını bekleyen dervişandan bir bekçinin ziyaretine gittik. Benim zihin dünyamda öyle bir asude yerin arayışı vardı. Gittiğimiz yer zahiren maden ocağı manen de bir çilehane idi. Onun misafiri olduk. Ondaki tevekkül ve kanaat bizi mest etti. Çocukluğumda dedemle birlikte köyümüzün uzak sırtlarında ormanlık bir alanda hacet ehlinin toplandığı Erenler Tepesi vardı orası hala aradığım yerler arasındadır. Ne yazık ki birkaç yıl evvel birader İbrahim Özcan ve Fikret Çelikateş ile birlikte burasını bulduğumuzda karakteri değişmişti. Zira o adet sönmüştü. Belki bu sahneleri asli hayatta olmasa bile yazılı makamda Prof. Ahmet Yaşar Ocak gibilerinin kitaplarında ve satırlarında bulmak mümkündür.

İkincisi, gittiğimiz o maden ocağı neredeydi ve o dervişe ne olmuştu? Bulma şansım olmasa bile kalbim soruyor, arıyor! Oralar dünya içinde gizli kalmış, bir çeşit ahiret vahalarından olmalı.

İkinci el de olsa hemşerimiz Sait Faik Abasıyanık'ın içimi titreten Son Kuşlar yazısı ve kitabı vardır. Edebiyat dersinde hocalarımız zaman zaman bu parçayı okur ve tahlil eder ve ettirirlerdi. Yazının başlığı bana çok dokunaklı geliyordu. İçimden bir parçayı kaybetmiş gibi oluyordum. "Son Kuşlar" Sait Faik Abasıyanık ile birlikte gitti. Başka diyarlara göç ettiler. Dostlar kervanı da öyle. Dostlar kervanının son yolcularından Mehmet Türk hocamızı da sırladık, öncümüz olarak ötelere yolladık. Geride kaldı hatıraları. Onları sarıp sarmalamak veya muhafaza da boynumuzun borcu olmalı.

Onların ki, Allah'a adanmış hayatlardı.

CENAZESİ SON DOSTLARI BULUŞTURDU

Hafız Mehmet Türk hocamız Karasu Devlet Hastanesi'nde fizik tedavi gördükten sonra fırından ekmek almak isterken yola çıkar. Karşıdan karşıya geçmek isterken otomobil çarpar. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan hocamız, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamaz ve vefat eder.

Mehmet hocamızın cenazesi, 1 Temmuz 2021 günü yani Perşembe günü ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından Yuvalıdere mezarlığında defnedilir.

Kaderin bir cilvesi, cenaze namazını Sakarya-Medine hattından dostumuz Hafız Mehmet Türk'ün de 1980 askeri darbesinden sonra koğuş arkadaşı, Medrese-i Yusufiyeden gönüldaşı Sakarya Müftüsü Hasan Başiş kıldırmıştır. Cenazesine ortak dostlarımızdan marangoz Muammer abi, Rüşdü Çilhoroz gibi isimler de katılmış. Hilafı mutat bir biçimde Adapazarı'nın manevi şahsiyetlerinden ve yine Medineli Mustafa Necati Erzurumi'nin talebelerinden Ahmet Tomar Hoca da haziruna bir sohbet icra etmiş. Böylece matem dostların buluşma yerine ve şenliğe dönüşmüş. Adeta Hafız Mehmet hocanın şeb-i arasu (düğün gecesi) haline gelmiş. Allah herkese güzel ölüm ve bu dünya ile solmayacak ve son bulmayacak güzel dostluklar, yoldaşlar nasip etsin. Yol azıksız ve yoldaşsız olmaz. Dünyada en nasipsiz, maldan değil canandan, can yoldaştan ve dosttan mahrum olan kişidir.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.