Din sevgi, rahmet ve şefkat üzerine kurulmuştur. Ötekileri ayrıntıdır. Bu itibarla dinde duygusallık merkezi bir öneme sahiptir. Buradan da duygudaşlık türer. Din, kan bağına sahip olmadıkları halde inanan insanları inanç bağı üzerinden kardeş yapmıştır. Manevi kardeşlik tesis etmiştir. Yatay olarak müminler arasında manevi bir kardeşlik tesis ettiği gibi dikey anlamda karşılıklı olarak müminler ile peygamber arasında sevgi bağı kurmuştur. Demek ki dinde en temel bağ sevgi bağıdır. Müminlerin Peygamber sevgisine dair onca ayet ve hadis vardır. Keza peygamberin de müminleri sevdiğine dair bir o kadar ayet ve hadis vardır. Muhabbet karşılıklıdır. Bu muhabbete sorumluluk da yükler. Peygamberi korumak veya ona destek olmak gibi yükümlülükler de ilave eder. Müminler bu sevgiyi peygamberin gıyabında bile olsa nesilden nesle tevarüs eder ve aktarırlar. Dinin sermayesi muhabbetullah ve ona ilaveten muhabbeti Resulullah'tır. Bu sevgi daima ruhların muharriki olmuş ve onları harekete geçirmiştir. Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin El-kavlu'l Fasl adlı eserini dilimize çeviren Muhammet Uysal kitabın mukaddimesinde Muallim Mahmut Cevdet'ten banseder. Ülkemizin demokrasi denemeleri yaptığı günlerde 1947 yılında Doğan Güneş adıyla bir mecmua neşreder..Bu mecmuada önemli kitapları tefrika eder.Bunlardan birisi de Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin El Kavlu'l Fasl (Sözü bitiren söz) adlı eseridir. Tercümeleri ve önüne koyduğu hedeflerden yola çıkan Muhammet Uysal onun İslam aşıklarından olduğuna hükmeder. Bu önemli bir tanımlama ve ifadedir. Netameli günlerde o zatın bu gibi eserlere eğilmesi esasında gözü pek birisi olduğunu ve bütün sermayesinin İslam aşkı olduğunu ortaya koyar. Ne yazık ki bu veya benzeri isimlerle ilgili fazla detaylı bilgiye sahip değiliz. Ya da geçmişin izleri arasında kaybolup gitmiştir. Bununla birlikte 1400 yıllık İslam tarihi bu gibi İslam aşıklarının kayıp halkalarıyla doludur.
Bu gibi zevatın yazdıkları aşk eseridir. Yani eserleri aşkın meyvesidir. İslam kuru bilgiden ibaret değildir. Kavli mücerret hiç değildir. Cihangirlik de değildir. Yunus'un ifade ettiği gibi bir gönle girmektir. Aksi halde mümin müelliflerin eserlerinin oryantalistlerin eserlerinden farkı kalmazdı. Bilgi bilgidir ama duygusuzluk duygu değildir.
Duygu düzeyi olmadan bilgi düzeyinde iki taraf eşitlenebilir. Peygamberimiz hizmetkarı Enes İbni Malik'in rivayet ettiği bir hadiste imanın lezzetiyle alakalı üç unsur öne çıkarılmıştır.Kendisinde üç haslet bulunan kimse iman lezzetini tadar. Bunlardan ilki Allah ve Resulünün kendisine herkesten daha sevimli gelmesidir. İkincisi, kişinin sevdiğini sadece Allah için sevmesidir. Bu sevginin tali sevgilere baskın çıkmasıdır. Üçüncüsü de küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kerih ve sevimsiz görmesidir.
Günümüzde İslam aşkını eserlerine nakşeden ve yansıtanlardan birisi de Ebu'l Hasan en Nedevi'dir. Bir yönüyle Suriyeli Ali Tantavi gibi edip alimlerdendir. Yani yazdıklarına duygu da katmıştır. Duygu yüklü anlatıma sahiptir. Satırlarında tarihi dirilterek anlatır ve gönüllerde yaşatır. Bu itibarla eserleri aşkın mahsulü olmuştur. Ebu'l Hasan en Nedevi Et Tarik ile'l Medine/Medine'ye Giden Yol adlı eserini bu duyguyla yazmıştır. Bu nedenle de peygamberimizin hayatındaki duygu boyutunu tam olarak yansıtmıştır. Şahsi olarak bu duygudan mahrum olan müellifler bu boyutun hakkını veremiyorlar. Ebu'l Hasan en Nedevi Hazreti Peygamberi sevmiş ve sevdirmiştir. Aşkla ilmi yoğurmuştur. Sahabelerin Peygamber sevgisini de satırlara dökmüştür. Onlar daima Hazreti Peygamberi anarken veya ona sual sorarken ' annem babam sana feda olsun ya Resulallah' demişlerdir. Onu manevi bir ata olarak görmüşlerdir. Bu itibarla döl evladı olmadan yol evladı olanlar daha faziletli sayılmıştır. Bundan dolayı Hazreti Peygamber kızı Fatıma'ya 'Ruz_i Mahşerde herkes ameliyle gelirken sen soyunla sopunla gelme' buyurmuştur. Çünkü Allah döl evladı vermeyebilir ama yol evladı verebilir. Allah'ın seçtiğinde hayır vardır. Bu itibarla ne siyasi ne de manevi yolda saltanat vardır. Elbette Davut ile Süleyman Aleyhisselam kıssasında olduğu gibi Allah istisnaen bu kuralı işletmeyebiliyor ve siyasi ve manevi saltanat veriyor.Lakin bu eskilerin tabiriyle kıyasi değil istisnai'dir.
Günümüz hız çağı olduğundan dolayı bazen bilgiye hızlı ulaşıyoruz ama bu hız arasında duygu körelmesi de yaşıyoruz. Duygularımızı kaybediyoruz. Eskilerin deyimiyle yemek nasıl kısık ateşte pişirildiğinde lezzetli olursa bilgi de aynı şekilde damıtıla damıtıla, usulü erkanıyla öğretilirse o duygu kaybı yaşanmaz. Hızlı yerine derin ve öz bilgi öğretilmesi evladır. Hızlı eğitimle ancak bilgiçlik öğrenilir. Bilgi sabır, cehd ve gayret gibi aynı zamanda da üstat terbiyesi de gerektirmektedir.
Ebul Hasan en Nedevi Medine'ye Giden Yol'u aşk diliyle yazmıştır. Bu dille ölü sineleri diriltmiştir. Bu nedenle de eskiler aşıka Bağdat sorulmaz demişlerdir. Aşk yolunun yolcusu ufukları aşar gider, engel tanımaz. Sevdaya karsi durulamaz.
Bize iksir gibi aşk diliyle yazılmış eserler gerektir.