İstikametin iki kanadı
Galiba er Risaletü't Tedmuriyye'de olmalı. İbni Teymiye bu eserinde istikametin iyi ayağından bahseder. İhlas ve yöntem. Hakta sebat edebilmek için hem ihlas hem de yöntemde doğru nakta-i nazarı ve paradigmayı bulmak gerekir. Zıt anlamlı gibi görünseler de sebat ile esneklik birbirini tamamlayan halkalardır. İhlas, niyet ve amellerin Allah rızasına bağlanmasıdır. İhlas, ilgili kesimlerce çok boyutlu olarak işlenmiştir. Yöntem meselesine ise İbni Teymiye sürekli vurguda bulunsa da mütekamil bir şekilde işlenmemiştir. Efradına cami ağyarına mani tanımlamalar yapılmamıştır. Cezayirli alimlerden Tayyip Bergus yöntem meselesini elle tutulur hale getirebilmek için 'Sultatü'l Menhec fi'l Hareketi'n Nebeviyye/Peygamberimizin Hareketinde Yöntem Otoritesi' adlı eserini kaleme almıştır. Bu, Hazreti Peygamberin hareket ve davranışlarında belirleyici olan yöntemi ortaya çıkarma çabasıdır. Sünnet ve siyerin yerine ve işaret ettiklerine dair yeni bir bakış açısı sunmakta ve getirmektir. Sünnetullah Allah tarafından şaşmaz bir biçimde vazedilmiş olan kainatın işleyişini dair ilahi yasalardır. Sünnet veya sünnet-i Resulullah ise Müslümanların hayat tarzını ortaya koyar, düzenler. Kur'an ifadesiyle sebili'l müminini/Müslümanların yolunu aydınlatır, tayin eder. Lakin Sünnetin kendisi olaylarla eşleştiğinde bazen lafzi ve literal manayı aşar ve ruhu esas alır. Beni Kurayza topraklarında ikindi namazı kılınması buyruğunun yol açtığı çatallaşma gibi. Kuşatıcı olmayan ve bir asra ve mekana ve mevziye mahsus ve münhasır kalan (mesela skolastik) anlayışlar Arapların tekellüs /kireçlenmeye dedikleri bir nevi tahnite yani mumyalaşmaya götürür, dönüşür. Bu nedenle dinamizm ve esnekliğini kaybeden yapılar ve anlayışlar zamanla donar ve sekterizm seviyesine düşer. Bu nedenle insanın zaman zaman amellerini gözden geçirmesi gibi topluluklar ve ümmetin de muhasebesini yapması ve dinamizm ve esnekliğini yeniden kuşanması ve geri kazanması gerekir. Yoksa eski dinler gibi mezhepler ve meşrepler de muayyen kalıplarda donacak ve zaman dışı (akronoik) kalacaktır.
Peygamberimiz ümmetin imam-ı azamı ve bütün zamanların ve mekanların evleviyetle imamu'l Müsliminidir. Gazali'ye göre Peygamberimizin irtihalinden sonra Müslümanların imamı Kur'an olmuştur. Bu tanım doğru olmakla birlikte eksiktir. Kur'an nazari bir imamdır. Zira denildiği gibi 'hammülu evcühtür' yani çok boyutludur ve birden fazla ihtimali barındırmaktadır. Bu nedenle yolların ayrılış noktasında kastı (maksad-ı şarii) ve doğru istikameti sünnet gösterir. Vefatından sonra Peygamberin görev alanları ümmet ve ümmeti oluşturan sınıflar arasında paylaştırılmıştır. Kur'an nazari imam iken halife veya emiri'l müminin pratik imamdır. Peygamberin fıkhi ve deruni yönü ile iştigal eden alimler yani fakihler, muhaddisler ve sufiler onun şer'i ve manevi yönüne varistirler. Hep birlikte ulu'l emri teşkil ederler. Kur'an-ı Kerim'in çok boyutlu yönünü hadisler tahsis eder. Hadisler ve peygamberin onayladıkları (takrirat) ve siyer yani Hazreti peygamberin yaşantısı ve gazavatı kafa karıştırmaz belki kafayı tanzim eder, pusulayı netleştirir. Yöntem pusuladır ve Müslümanların yolunu aydınlatır.
YÖNTEM SORUNU ÜZERİNE
René Descartes, Yöntem Üzere Konuşmasında Hıristiyanlık açısından benzeri noktalara temas etmiştir. Bu kitap Hıristiyanlık tarihindeki kilometre taşlarından birisidir. Şimdi yöntem sorununu tartışmak Müslümanlara gelmiş durumda. Nitekim, Tayyip Bergus adlı Cezayirli alim soruyor: Neden günümüz Müslümanları Hazreti Peygamberin bir çırpıda başardığını (23 yıl) bir iki yüzyıldır başaramıyorlar? Musa'nın ümmeti gibi Tih yolculuğumuz bitmek bilmiyor. Rahmetli Hindistanlı allame Vahidüddin Han, 'El İslam fi'l Asri'l Hadis/Modern Çağda İslam' adlı eserinde İslam'ın ahir zamanda ancak iki yüzyılda kendini yenileyeceğini yazar. Halbuki, genel olarak hadiste her yüzyılda bir müceddit geleceği ve İslamı yenileyeceği müjdelenir, bildirilir. Öyle ise ahir zamanın kendisine has bir özelliği olmalıdır. İslam dünyası ikinci Mahmut'tan itibaren pusulasını kaybetmiş ve Batı'yı taklide verilen aldatıcı bir tanım olan modernizm, beklendiği şekilde Müslümanları maddi olarak da kurtuluşa götürememiştir. İslam aleminin yenilenmesini temin edememiştir. Bu süreçte Batılılaşma damgasını İslam dünyası da dahil bütün dünyayı vurmuştur. Birkaç yüz yıldır küresel anlamda ana ve belirleyici akım haline gelmiştir. Bu dalga karşısında Müslümanlar pasif, edilgen ve çaresiz kalmıştır. Halbuki, Hazreti Peygamberin elindeki araçlar bizim elimizde de mevcuttur. Kur'an ve Sünnet ve siyer metinleri elimizdedir. Buna rağmen Hazreti Peygamberin kısa bir zaman diliminde aldığı mesafeyi 200 yıldır almaktan aciziz. İşte yöntem sorunuyla birlikte Tayyip Bargus bu sorunun cevabını aramakta. Yunus Estel gibiler İslam son mesaj olduğundan dolayı sürçme veya fetret döneminin 100 yılı geçmemesi gerektiğini savunuyor. Bu tartışmalar, biraz da Hazreti Eyüp aleyhisselamın sıhhatiyle ilgili tartışma konularını hatırlatıyor. Bir peygamberin uzun süre ve şiddetli hastalıklara maruz kalmasının tebliğ vazifesine gölge düşürüp düşürmediği tartışma konusu olmuştur. Bununla birlikte peygamberler en şiddetli bir biçimde imtihan ve iptiladan geçirilmişlerdir. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onlara yakın ve onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir." İptila, imtihan ve tamhis yani iptila döneminden sonra ayıklanma dönemi gelir. Demek ki peygamberler de ümmetleri de sınanırlar. Bu sınanmanın sınırları Eş'arilere göre kulun gücünü (istitaat) aşabilir Mutezile ise bunun tersi bir görüştedir.
200 yıldır Müslümanlar, Tih Çölünde Yahudilerin yolunu kaybetmesi gibi yollarını kaybetmişlerdir. Bunun kader cihetine bakan yönleri olduğu gibi Müslümanların yanlışlarının da payı vardır. Vahidüddin Han gibi Cezayirli yazar Tayyip Bergus da 200 yıllık bir süreçten bahsetmektedir. Bu 200 yıllık fetret devrinin bir asrı Osmanlı içindedir diğeri de Osmanlı sonrasındadır. Son asır mutlak istibdat ve cebri dönemi temsil etmektedir. 2005 yılında Condeleezza Rice 60 yıldır İslam aleminde tiranları ve despotları desteklediklerini itiraf etmiştir. Batı'da çifte standart sistematiktir. Mesela Fransızlar bunu bir deyim haline getirmişlerdir. 'Bon pour l'orient' bu ibare "şark için iyidir" anlamıyla birlikte aslında "şark için yeter de artar" anlamını da içerir. Şarkı aynı seviyede görmedikleri için başlarına eli sopalı despotları dikmişler, musallat etmişlerdir.
Bu dönemde şahsi ibadetin dışında İslam bütün alanlarda referans noktası olmaktan çıkmıştır. Mesele keyfi yönetimden ziyade İslam dinini, hukukunu ve manevi değerlerini referans almayan belki mahkum eden ve yasaklayan hakim yaklaşımdadır. Cebri dönemin Emevilerden farkı budur. Emevilerin despotizmini aldığı gibi Batı'dan da İslam dışı normlar devşirmiştir. İslam yerine pozitivizm gibi ağırlıklı olarak batı felsefe ve normları esas alınmıştır. İdari yapıda ise Batı normlarının da uzağına düşülmüş ve istibdat anlayışı, pederşahilik rejimi darbeler süreci ve dizisiyle yerleşik ve sistematik hale getirilmiştir.
Müslümanların kendilerini yenileyememelerinin nedeni Tayyip Bergus'un ifade ettiği gibi ihlastan yoksun olmaktan ziyade yöntem meselesiyle ilintilidir. Alimler ve yöneticiler arasında az-çok samimi insanların varlığını inkar edemeyiz. Lakin yöntem konusu bakir bir sahadır. Yer yer yöntem meselesine de temas edilmiştir. Lakin bu külli olmayıp; efradına da cami ve ağyarına mani değildir. Ya da bir grubun yöntem dışı saydığını diğer bir grup yönteme uygun kabul etmektedir. Bu hususta bir kaotik ortam ve çatışmacı bir zemin bulunmaktadır. Bu da bölük pörçük uygulamaları beraberinde getirmektedir. Adeta Ali'nin yaptığını Veli bozmaktadır. Birinin yaptığını diğeri bozmakta veya tesirini azaltmaktadır. Bunun için normatif ölçülere (miyariyye) ihtiyaç vardır. Bu noktada İslam dünyası Tih Çölündeki gibi patinaj yapmıştır. Şimdi bu tarihi parantezden çıkma vaktidir.
En çok yöntem üzerinde duran İslam düşünürlerinden birisi İbni Teymiye'dir. İhlas ve menhec meselesinden başka 'el hilafe ala menheci'n nübüvve/peygamberlik yöntemli hilafet' gibi kavramları vaktiyle en çok kullanan o olmuştur. Ahmet Bin Hanbel'in izinde zamanın sultanlarıyla çatışmadan uzak durmaya özen gösterse de yine de doğru kriterlerin tayini konusunda geride en çok literatür bırakan müelliflerden birisidir. Siyasi gelişmelere (nevazil es siyasiye) en doğru teşhislerde bulunan isimlerden biridir. Bu konulara onun kadar kafa yoran olmamıştır. Burada bizim kişi odaklı bir takıntımız yoktur sadece onun sadaret mevkiinde olan yönüne temas ediyoruz. Bu kimi selefilerin ve özellikle ulusalcı Selefilik akımı olan Vehhabilerin onu doğru anladıkları ve fikirlerini bir bütün olarak uyguladıkları anlamına gelmez. Bilakis onu bağlamından koparmışlar ve eserlerine parçalı bir biçimde ele almışlardır.
Abdulkahir Bağdadi mezhepler arasında farkın farkını yazdığı gibi İbni Ataullah İskenderi de manevi makamlar arasında farkları ortaya koymuştur. Mesela ilk bakışta ters gibi görünen vecizelerinden birisi şu ifadedir: Zillet, mahviyet ve inkisara kapı aralayan, açan masiyet izzet ve kibre/istikbara neden olan taattan evladır. Asıl olan kulun kusurlu olduğunu idrak etmesidir. Bir de dinin sahibi değil tabisidir. Aksi halde kusur üzerine kusur işler. Özrü kabahatinden büyük olur. Haricilerin ve IŞİD gibi nevzuhur akımların ortaya çıkmasının temel nedeni kendilerini dinin sahibi, sahib-i şeriat olarak görmeleridir. Bu yol azgınlığa ve taşkınlığa çıkar.
Nitekim, bir kural olarak şu vazedilmiştir: İttibau'l ehva fi'd diyanat a'zamu min ittibai'l ehva fi'ş şehavat. Dini konularda heva ve hevese tabi olma durumu şehvetler konusunda heva ve nefse uymaktan daha yaygındır. Dolayısıyla dini görünüm altında kazanılan aşırılık bazen şehevi aşırılıklardan daha fazla ve zararlıdır. Bu bir kıyastır yoksa şehevi aşırılıkları küçük görmek değildir. Bu kural geçmişte Haricilerin ve günümüzde IŞİD gibi cereyanların çıkış noktalarını izah eder. Kılı kırk yarar ve biri bin yaparlar. Halbuki Kur'an ümmeti Muhammed üzerinden geçmiş milletlerin kayıtlarını, (ağlal) zincirlerini kaldırdığını haber verir. Bunlar, Allah'ın yerine geçerek kullara olmayan yükümlülükler yüklerler. Bunların büyük kısmı ne yaptıklarının bile farkında değildir. Ayette belirtildiği gibidir: Yahsebune ennehum yühsinune sun'an. Onlar iyi bir iş yaptıkları zannındadırlar. Abdulkerim Suruş bu meseleyi 'Kabz u Bast-i Teorik-i Şeriat (Şeri'atin Daralması ve Genişlemesi,1990), makalesinde ve kitabında işler. Dolayısıyla Zulhuvaysire gibi Harici akımının ilk atası, çekirdeği kabul edilen kimse gibi çok titizlenenler Allah'ın genişlettiğini daraltmaya yelteniyor ve peygamberi de adaleti gözetmemekle suçluyorlar. Aşırılık bir akıl ve ruh tutulmasıdır.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Son kuşlar, son dostlar! (02.07.2021)
- Hitler’in Kölemen Selefleri (29.06.2021)
- İslam aşıkları (26.06.2021)
- Kabil-Kuveyt hattında Türk misyonu (21.06.2021)
- Firavunluk genetik midir? (17.06.2021)
- Bağdat’ta Ebu Hanife’nin manevi mirasına suikast (15.06.2021)
- Çöken devletler (12.06.2021)
- Sahte devlet, montaj toplum (07.06.2021)