Tarihte bizden gelişmiş medeniyetler var mıydı?
Genellikle gelişme gelecekle irtibatlandırılır. Asrilik ve çağdaşlaşma gelişmenin dinamo ve araçlarından biri sayılır. Buna göre temel ayraç zamandır! Zaman sihirli değnek midir? Yoksa bozulmayı tetikleyen bir yıkım manivelası mı? Hem o hem de bu. Yerine göre gelişmenin yerine göre de yıkımın aracıdır. Haktan koptuğunda yıkımın aracı beraber yürüdüğünde ve gittiğinde gelişme ve kalkınmanın dinamosudur. Hakla kuvvetin buluşması gibidir. Gelişme ritmik ve muttarid değildir. Bu nedenle de milletler arasında gelişmede ve medenileşmede dönüşüm ve nöbetleşme geçerlidir. Uygarlıklar arasında da böyledir. Buradan çıkan sonuçlardan birisi şudur: Gelişme sürgit ya da mustatil olmayıp dairevidir. Bu da dönüşüme açık olduğunu haber verir. Zaman zaman kendini tekrarlar.
Gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında en kuvvetli uygarlık bizim uygarlığımız mıdır yoksa önceki uygarlıklardan bazıları bizi geçmiş olabilir mi? Eski uygarlıklar yere batırıldıkları ve yüzeyde çok az izleri kaldığı için giden ile gelen arasında tam bir mukayese yapamıyoruz. Lakin felaketin büyüklüğü ibret almaya sevk ediyor. Günümüzde bazı uygarlık bilimciler eski uygarlıkların bizim uygarlığımızdan daha güçlü olabileceğini varsayıyorlar. Kur'an buna ne diyor? Buna geçmeden önce, Arnold Toynbee gelmiş geçmiş 22 uygarlık sayıyor. Bu sayı istikra (tümevarım) yöntemiyle elde edilmiştir. Lakin sayıya girmeyen başka medeniyetler olamaz mı? Atlantis gibi kayıp uygarlıklardan da bahsedilmektedir. Eski kavimlere dair çöküntü/dekadans ve ihlak geleneği vardır. Rum suresi, 9'uncu ayet bize eski kavimlerin sayı ve güç bakımından Mekke müşriklerinden daha üstün olduklarını belirtmektedir. Mekke'nin kurak ve çöl iklimine karşı üstünlük ölçütlerinden birisi ekim dikim yapmaları yani tarımla meşgul olmalarıdır. Harem ehline buna mukabil ticari beceri verilmiştir. Şam ile Yemen arasındaki ticaret yolunun avantajını kullanmışlardır. Lakin üstünlük elbette bununla sınırlı değildir. Ayette imardan yani bayındırlıktan da bahsedilmektedir. Ad ve ikinci Ad olarak da ifade edilen Semud kavmi bu güçlü medeniyetlerden birisidir. Semud kavminin dışında günümüzde ABD de ikinci Ad (veya üçüncü) olarak tasvir edilmektedir. Kur'an nüzül dönemi itibarıyla Mekkeli müşrikleri uyarmak için onları önceki batık medeniyetlerle karşılaştırıyor. Kabil-i kıyas olmadıklarını da haber veriyor. Daha güçlü oldukları halde batmaktan kendilerini kurtaramıyorlar.
Peki! Bu karşılaştırma günümüz medeniyetiyle eski medeniyetler arasında yapılsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Eski medeniyetlerin günümüzdeki küresel Batı medeniyeti ve teknolojisi karşısında daha üstün tarafları olabilir mi? Medeniyetler yarışında bazıları bütün kalemlerde öne çıkmasa da bazı kalemlerde öne çıkabilirler. Bütünüyle bir medeniyet diğerlerinden üstün olmayabilir. Külli üstünlük yerine parçalı üstünlüğe haiz olabilir. Uygarlıkların yükselme aparatları ya da temayüz ettikleri alanlar aynı olmasa bile çöküş yasaları aynıdır. Milletler gibi medeniyetler de diğerlerinin varisidirler. Nitekim Kur'an şöyle buyurmaktadır: Kendilerinden önce (yaşayanların) akıbetini görmek için, yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Onların sayısı (Mekkelilerden) daha fazla, bunlardan daha güçlü, yeryüzünde eserleri daha çoktu. Halbuki (Allah'ın azabına karşı) kazandıklarının kendilerine hiçbir fayda vermedi. (40/Mü'min (Ğafir), 82). Eski medeniyetlerin üç boyutta da Mekke müşriklerinden faik ve üstün oldukları vurgulanıyor. Bu durumda sadece insani değerlerde değil teknolojik alanda da gelişme geleceğe doğru olabileceği gibi geçmişe doğru da uzanabilir. İnsanlar gayb rahmindeki gelecekle ilgili okumalardan belki ibret almazlar ama geçmişle ilgili bilgi ve verilerden ibret alabilirler! Bununla birlikte Kur'an'daki kıyamet sahneleri ve gelecekten haber veren kıyamet alametleri ibret vesilesidir. Kısaca geçmiş medeniyetlerden bize kalan atlal veya harabeler ibret aracıdır. Kur'an bu harabelerde geçmişteki yalancı kavimlerin izlerinin, akıbetlerinin ve ibretlerinin saklı olduğunu haber vermektedir. Kur'an bu yönde gezmeyi teşvik ettiği gibi dal bi'l işare ile zımni olarak arkeolojik çalışmalar da teşvik etmektedir. Arkeolojik kazı ve araştırmalar üzerinden bazı sonuçlar elde etmek mümkündür. Lakin bu sonuçlar ideolojik dürtülerle maniple de edilebilir. Kumran Mağarası yazıtları ve Göbeklitepe buluntularıyla ilgili okumalar da böyledir. İlmi pozitivizme alet edenlerden birisi mesela Celal Şengör'dür. Celal Şengör mesela Nuh tufanına inanmadığını söylemiyor bilakis arkeolojik verilere göre bunun olmadığını ileri sürüyor. İkisi birbirinden farklıdır. İkincisi istismara girmektedir. Yani ilmini inanç veya algıları doğrultusunda istismar ediyor. En iyi ihtimalle de çuvallıyor, yorumluyor.
Medeniyet zirveye tırmandığında, ulaştığında inişe geçiyor, kısa devre yapıyor. Her Firavun'un bir Musa'sı her gecenin bir sabahı ve her kemalin bir zevali vardır demişlerdir. İbni Haldun da bunu sosyal kanunlarında ortaya koymaktadır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün ziynet ve güzelliklerini alıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz) geliverir de bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi kökünden yolunmuş bir hâle getiririz ...
İnsanoğlu nimete battıkça direncini kaybediyor. Hem de cezayı hak ediyor. Medeniyetlerin, kavimlerin helakı da bunu gösteriyor!
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Medreseye kaçanlar, medreseden kaçanlar (19.03.2024)
- İsrail’in sonuna kadar Netanyahu! (18.03.2024)
- Üç boyutlu kılıç (15.03.2024)
- Gayb rahmindeki İsrail cenini (10.03.2024)
- Bureyre’nin hikayesi (09.03.2024)
- Daru’l İslam’ı yeniden kurmak (04.03.2024)
- Şeriat karşıtı Müslümanlar (29.02.2024)
- İslam ve şeriat rüknü (26.02.2024)