Sürek avcıları ya da Şaron’dan Netanyahu’ya!
Şaron ile Netanyahu arasında bir karşılaştırmada hangisinin daha keskin ve bıçkın olduğu sorulabilir. Birbirlerini aratmazlar. 8 yıllık bitkisel hayata veya koma dönemine girmeden önce Şaron henüz turp gibi sapasağlam iken Irak ve Saddam hakkında sürek avı başlattı. Başını yiyene kadar da vazgeçmedi. Sürekli olarak Batı alemini kışkırtıyordu. Kitle imha silahları ürettiğini ya da edindiği tezini tekrar ediyordu. Irak'ın İran savaşından deneyimli çıktığını varsayıyor ve dolayısıyla İsrail'in geleceğine bir tehdit teşkil ettiğine inanıyordu. Bunun için bir an önce Saddam'ı tepelemek istiyor ve onun kitle imha silahları peşinde koştuğunu tekrarlamaktan da zevk alıyordu. O sıralar Saddam'ın eski Washington Büyükelçisi Nizar Hamdun gibilerin Irak rejimi adına İsrail ile temas hattında olduğu söyleniyordu. Ama bu karşılıklı güven tesis etmiyordu. Daha önce de Saddam Hüseyin'in Kahire'de Nasır'ın bürosunda vaktiyle CIA Başkan Yardımcısı olan Baba Bush ile görüştüğü de merviyat arasındadır. Bunu Halit Abdunnasır anlatmıştır. Saddam Hüseyin sert mizaçlı birisi olmakla birlikte zayıf düştüğünde alttan alma becerisine de sahipti. Lakin bu manevraları sırıtıyordu. April Glaspie adlı bayan diplomatın onu Rumeyla petrol bölgesine yönlendirmesi ve imale etmesi de belki eski alışkanlıkların bir sonucudur. İran savaşından güçlü çıkan Saddam'ın belki sonraki hedeflerinden birisi İsrail olacaktı. Tikrit'ten yeni bir Salahaddin çıkacaktı. Dolayısıyla ortalıkta tabanca ile tüfekle dolaşan bu mütehevvir ve tehlikeli adamı bertaraf etmek istediler. Bilhassa Şaron ardından da George W. Bush ona odaklandı. Önce İran-Irak savaşı sırasında Irak Nükleer Santrali'ni bertaraf etmişlerdi. Ardından da 1991 ile 2003 yıllarında iki operasyonla birlikte Saddam'ın önce kanadını kırdılar ardından da devirdiler. Son anda Saddam'ın çekilme konusunda pazarlığa yanaştığı lakin buna fırsat verilmediği ifade ediliyor. Sadece Saddam'ın kellesini değil belli ki Irak'ın petrolüne de konmak ve çökmek istiyorlardı. Bunun için sahneden güvenli çekilmesine izin vermediler.
İrangate skandalında ortakları olan İran'la bir kez daha anlaştılar. Önce Taliban'ı sonra da Saddam'ı yediler. Arap Baharından sonra İran eksenine yeni bir rol biçtiler. Sünnileri tepeleyecek, ezecek ve İslam dünyasının iki yakasını birbirinden iyice uzaklaştıracaktı. Arap Baharı sırasında bilhassa Suriye'de kirli işleri İran ve eksenine gördürdüler. Onlar da hiç yüksünmediler. Tarihin intikamını mevcut Sünni kitlelerin üzerinden alacaklardı.
Bu arada İran Sünnileri bertaraf ederken İsrail'i de kuşatmış oldu. Suriye ile Lübnan üzerinden İsrail'e ulaşabilecek konuma geldi. Husilere uzun menzilli füzeler temin ederek Yemen'den bile devreye giriyordu. Irak'ta İslami direniş odakları dedikleri mevhum güçlerle de kuşatmayı derinleştiriyor ve tahkim ediyordu. İsrail İran'ın Golan-Kunaytıra bölgesine 40 km kadar uzakta kalmasını ve bu bölgenin İran ile İsrail arasında tampon olmasını istiyordu. Hizbullah Litani üzerinden İsrail'e yaklaşmıştı ve nefesini tutuyordu. Arafat ve arkadaşları Lübnan'dan, Sünni muhalifler de Muhacirun Sarayı çevresinden uzaklaştırılarak İsrail çepeçevre İran ve ortakları tarafından sarılmıştı. Elbette İsrail bunu fark etmekte gecikmedi. Aşamaları yakından izliyordu. Türkkaya Ataöv'ün yazdığı gibi İsrail dört bir tarafına hükmedecek şekilde silahlanmıştı. Bu yüzden kuşatılmasını fazla umursamıyordu. Etrafının kuşatılmasına fazla kulak asmasa da yine de rahatsız oluyordu. Tecilli karşılaşma 7 Ekim Aksa Tufanı ile birlikte başladı. İran'ın direniş ekseni veya birleşik cepheler dediği (vahdetü's sahat) kesimler bilhassa Hizbullah kof çıktı. Gazze Şeridi ise bir yılda sökülemedi. Dedikleri gibi Gazze'deki esir veya rehinelere ulaşamayan İsrail kolaylıkla Hasan Nasrallah'a ulaşabilmiştir! Bu da İran hatlarının kevgir gibi olduğunu gösterir. Bir yıl ateş altında kalan Gazze Şeridi'nin yeterince yumuşatıldığını düşünen İsrail yanı başındaki silah yığınağını halletmenin peşine düştü. Lübnan'da ulaşmak istedikleri iki hedefleri vardı. Bunlardan birisi Litani Nehri'ne kadar tampon bir bölge kurmak ve buradan Hizbullah ve yandaşlarını sürmek. İsrail Dışişleri Bakanı Katz'a göre ikinci hedefleri ise Hizbullah'ın silahlarından arındırılmasıdır. Bunu ilk kez açıktan telaffuz ettiler.
Gecikmeli ve yetersiz cevap
Başa dönecek olursak Şaron'un Irak'a musallat olmasına mukabil Netanyahu da baştan beri İran'a odaklanmış ve kafayı ona takmıştır. Son konuşmasında İran rejimini devireceklerini ve İran'ı özgürleştireceklerini söyledi. İran'ın 180 ile 500 arasında füzeyle karşılık verdiği hamle bundan sonra geldi. Bununla da kalmamış İran rejiminin aradan çekilmesiyle birlikte Büyük Kiros zamanındaki gibi İran halkıyla bütünleşeceklerini ve bir araya geleceklerini söylemiştir. İran rejimi devrilirse gerçekten de onun altında yetişen kuşaklar İsrail'in ve Batı'nın kollarına atılmaktan bir an bile geri durmayacaklardır. İsrailli liderler daha önce de İran halkına hitaben konuşmalar yapmışlardı. İran halkını kazanmak için çırpınmışlardı. İran halkını rezerv görüyorlar. Bunlardan birisi de Şimon Peres idi.
İsrail'e düşen İran'ı kurtarmak değil işgal ettiği Filistin topraklarından çekilerek halkını yani Filistinlileri özgürleştirmektir. Her iki taraf da ustalıkla kaypaklık yapmaktadır. Sözüm ona güya İsrail İran'ı özgürleştirirken İran da Filistin'i özgürleştirmeye namzet bulunmaktadır. Kulağa hoş geliyor ama kurtarıcılık pozisyonunda Deccal'ın ateşiyle suyu gibiler. Netanyahu toprak özgürleştirilmesinden değil de ideolojik özgürleştirmeden bahsetmektedir.
Arap Baharı İran'a yaramamıştır. Mesih'e ihanet eden Yahuda gibi davranmıştır. Finalinde İsrail ile karşılaşmak zorunda kalmıştır. Saddam'ın Kuveyt işgali bumerang gibi nasıl kendisine dönmüş ve geri tepmiş ise Arap Baharı da lanet olarak İran'a geri dönmüştür. Bunun için Nasrallah öldürüldüğünde Suriyeliler helva dağıtarak bunu kutlamışlardır. İran'ın da devrimden beri Lübnan, Irak, Yemen ile Suriye'ye yayılması İsrail gibi güçlerle karşılaşmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Neticede, Saddam'ın gücünden huylananlar İran'ın gücünden de huylanmışlardır. April Glaspie'nin yönlendirmesiyle Kuveyt'e dayanan Saddam hayatının yanlışını yapmıştır. İran da Batılı odaklardan aldığı izinle Devrim Muhafızları ve milislerini devreye sokarak İslam dünyasının merkezine çullanmıştır. Şimdi yediği yasak meyveyi kusmaktadır. Yanlış hesap Şam'dan, Bağdat'tan dönmüştür. Bu bataklıktan manevra yaparak kurtulmak da mümkün değil. Araplar 'late hine mendem' yani 'son pişmanlık fayda vermez' derler. Batılılar da bu durumlarda iş işten geçtikten sonra anlamında 'post mortem' derler. Belki de ileride geriye dönüp bakanlar olan bitenden ibret alır ve ders çıkarırlar.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Zalimlerin iç savaşı! (29.09.2024)
- Bektaşi devleti ve sıradakiler (26.09.2024)
- Sözde direniş hattının çöküşü (22.09.2024)
- Lübnan saldırıları ve Deccal teknolojisi (19.09.2024)
- Ürdün üzerinden İslamcıların yeniden yükselişi (15.09.2024)
- Gözü yaşlı kralın hayattaki son arzusu (13.09.2024)
- İslam, Abbasi uydurması mı? (09.09.2024)
- Neden İran, İsrail’i haritadan silmiyor? (06.09.2024)