İslâm’da anlam ile yorumun inşası ve güncellenme meselesi üzerine: Selefilik
-2-
İslâm düşünce geleneğinin güçlü bir anlam ve yorum birikimine sahip olduğuna geçen yazıda işaret edilmişti. Burada kritik olan soru şudur: Niçin bu yöntem ve anlayış hâkim yaklaşım olarak Türkiye'de güçlü bir şekilde devam edememiştir?
Sanayileşme sonrası modernleşme süreci, ilginç bir şekilde hem selefi hem de modernist yaklaşımı güçlendirdi. Geleneği tasfiye ederek onun yükünden kurtulmayı amaçlama bakımından modernizm ve selefilik aynı paranın farklı iki yüzü gibidir. İkisi de kendisini gelenek karşısında konumlandırır ve geleneği tasfiye etmeyi öncelikli hedef görür.
Yukarıdaki soruya dönersek, selefilik, zahirî anlama biçimi ve ehl-i hadis yaklaşımı niçin Türkiye'de güçlendi?
Öncelikle Türk toplumunda bazı insanların veya bazı ilim adamlarının eğilimlerinin bu yönde olması son derece doğaldır. Bu yönüyle mesele tercih, mizaç, alışkanlık ve kültürel çevre ile ilişkilidir. Klasik dönem selefiliği böyledir. Modern dönem selefiliğinin ise daha farklı nedenleri vardır. İkinci olarak sanayileşme büyük bir değişim ortaya çıkarmış ve bu da müthiş bir rahatsızlığa neden olmuştur. Dini değerlere dayalı gelişen geleneksel bilgi birikimi ile modern gelişmelerin ortaya çıkardığı yaklaşım arasında büyük bir çatışma yaşanmıştır. Gök tasavvurundan, insan tasavvuruna, bilgi anlayışından ahlak anlayışına kadar büyük farklılıklar meydana gelmiştir. Fizikte toprak, hava, su ve ateşin yerini atomlar almıştır. "Doğal yer" kavramının yerine "yer çekimi" yerleşmiştir. Aileye dayalı hanedanlıklardan demokrasiye doğru dönüşen yönetim biçimleri ve kırsaldan büyük şehirlere göç olgusuyla birlikte aile içi roller ve toplum içi sınıflarda büyük bir değişim talebi ortaya çıkarmıştır. Böylece "zalim sultanlar" "seçimle gelen aydın yöneticilere" dönüşmüştür. Dönüşüm süreci içerisinde mevlit, türbe ziyareti, zikir, sema gibi inanç ve uygulamalar "hurafe" ve "safsata" alanına dâhil edilerek asılsız mitlere, bidat ve şirke dönüşmüştür. Bütün bunların sonucunda devralınan gelenek büyük bir yük hâline gelmiştir. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla yaşanan siyasal yenilgi, Türk aydını için travmayı daha da büyütmüştür. Bu kaldırılması ağır bir yüktür. Bu açıdan bakınca selefilik büyük bir konfor sunmaktadır. Sergilenen tavır şudur: Geleneğin modern hayatla çatışan yönleri şirk, bidat, gerçek İslâm'dan uzaklaşma, "hilafetten saltanata dönüş", Acemleşme, Türk Şaman etkisi, Kur'an'ı terk, Emevileşme, Yahudileşme, Hristiyan etkisi, Budizm'in mistik etkisi, gibi etiketlerle tasfiye edilebilmektedir. Böylece Kur'an ve hadislerin zahirî anlamlarına, zihindeki muhayyel İslâm dikte edilmektedir. 1400 yıldır tarihte inşa edilemeyen başarı "selefi zihinde" gerçekleşmektedir. Bu yönüyle modern bağlamda selefi tavır geleneğin yükünden bir kaçıştır ve "gerçek Müslüman" olmanın konforunu vaat etmektedir. Bu minvalde klasik dönemdeki gelenek eleştirileriyle modern dönemdeki eleştiriler arasında mahiyet farkı vardır. İşin özü itibariyle gelenek hiçbir zaman eleştiriden muaf değildir ve böyle de olmamıştır. Klasik literatürde hem eserlerin içine hem de cerh ve muhakemat gibi eleştiriye ayrılmış yazım türleri vardır.
Diğer yandan böylesi bir yaklaşım aslında çok büyük bir iddiadır. Selefi zihniyet şu iddiayı ileri sürmektedir: "Benim zihnimdeki anlam, ayet ve hadislerin anlaşılabilecek tek yorumudur." Bu argüman ile selefi zihin, kendisini zamanın, toplumun, kültürün ve coğrafyanın her türlü sınırlama ve belirleyiciliğinden azade ve münezzeh kılabilmektedir. Bu tavır üslûpta da kendisini göstermektedir. Sürekli yeniden inşa edilen itham edici ve yargılayıcı bir dil, her seferinde tekrarlanan şirk, küfür veya bidat iddiası bu keskinliğe ve inanmışlığa işaret etmektedir. Halbuki cennetten kovulan Adem'in çocukları için bu büyük bir iddiadır. Çünkü insanın bilgi edinme kapasitesi sınırlıdır.
Üçüncü önemli sebep şudur: Osmanlı-Türk modernleşme tecrübesi bir kopuş hikâyesidir. Osmanlı Devleti'nin son döneminden başlamak üzere Türkiye Cumhuriyetini kurucu kadro ve yönetici elit, dini dışlayan Fransız tipi katı bir laiklik anlayışı benimsedi ve bunun en radikal uygulamalarını gerçekleştirdi. Dinin "terakkiye" mani olduğuna iman edildi. Bu süreçte din ve din eğitimi değersizleşti. Dinle ilgilenmek yobazlık, gericilik, şeriatçılık gibi nitelemelerle anıldı. En hayati dinî kavram ve olgular entelektüel ilgi alanının dışına itildi. Nitekim o dönemin üst sınıf Türk ailelerine mensup çocukların hiçbiri ilahiyat fakültesine gitmedi. Bunun doğurduğu en kötü sonuçlar, ilahiyat alanındaki birikimin zayıflaması, kendi doğal sürecindeki gelenek üretiminin sekteye uğraması, sürekli gelişen bir bilgi birikimine ihtiyaç duyan dinî anlayışın güncellenememesi ve böylece temsil kabiliyetini kaybedişidir. Diğer bir ifadeyle modernleşme sonucunda sürekliliği sağlayan dinî entelektüel elit, hem sayı hem de nitelik bakımından çok zayıflamıştır. Bu ortamda Müslüman halk ise, elinden geldiğince imanını korumaya çalışmıştır. İlahiyat fakültelerinin ve Diyanet'in dinî birikiminin zayıflaması ve klasik dönemde sahip olunan entelektüel kapasitenin sürdürülememesi bu olgu ile yakından ilgilidir.
"Selefi tavrı" besleyen diğer önemli etken şudur: Kuruluşunda Türk eğitim sistemi büyük ölçüde pozitivist eğilimlerle kurgulandı. Yorum alanları inkâr edilerek her konuda "tek bir doğru" olduğu kabul edildi ve bu doğruyu öğretmek amaçlandı. Farklı yorumlara ve zihniyetlere kapılar sıkıca kapatıldı.
Artık bilim adamları, insanları "tek bilimsel doğruya" ve gerçek bilgiye davet etmektedir.
Din adamları "tek, biricik dinî hakikati" vaz etmektedir.
Cemaat liderleri "en doğru, biricik dindarlığı" örnek olarak sunmaktadır.
Filozoflar da "kesin matematiksel analitik felsefi bilgiyi" otorite olarak sunmaktadır.
Tavır aynıdır, sadece isimler farklıdır. Her bir kimlik, biricik kurtuluş yolunun kendilerinin gösterdiği yol olduğunu iddia etmektedir. Hâlbuki daha önce Allah'a kavuşmanın nefesler adedince farklı yolları olduğu öğretiliyor veya çeşitli yorumlar sunuluyor ve tevazu içinde "gerçek olanı, en doğrusunu sadece Rabbimiz bilir" deniliyordu. Pozitivist zihniyetle formatlanan Türk eğitim sistemi, farklılıkları tanımamakta ve değer vermemektedir. Bu yönüyle çoğulcu değildir. Bu yaklaşım sonucu ortaya çıkan "yasak elma" yani zehirli ürün ise "biricik hakikat"e sahip olan kendilerini seçilmiş addeden, başkalarını ise ötekileştiren dinî, laik, bilimsel veya felsefi dil ve topluluklardır.
Osmanlı toplumunda yeni nesillere ve gençlere dinî değerlerin aktarımı ve hassasiyetlerin kazandırılması masal, siyer, tarih, irfan, hikmet, edebiyat, şiir ve sanat üzerinden olurdu. Bütün bunlar gelenek aktarımı için hâlâ değerlidir. Bunlara ek olarak çağdaş gelişmelerle birlikte çizgi film, tiyatro, karikatür, sinema, diziler, roman, hikâye ve bilgisayar oyunları gibi yeni araçlar ortaya çıkmıştır. Değerlerin aktarımında fıkıh veya hukuka yani haram ve helal diline başvurulması, şifa arayan kişiye cerrahi müdahalede bulunmaya benzer. Hastalıkla mücadelede ilk önce farkındalık, koruyucu tedbirler, perhizler, ilaçlar uygulanır. En son çare olarak da cerrahi müdahaleye başvurulur. Haram ve helal dilini kullanan bir söylem cerrahi müdahale gibidir. Küfür ve şirkle itham dili ise her tarafı kesen keskin bıçaktır.
Din; yöntem, içerik, kavram, kurum ve uygulamalar bakımından içinde var olduğu toplumun entelektüel kazanımları, birikimleri, tecrübeleri hesaba katılmaksızın sağlıklı bir şekilde nesilden nesle aktarılamaz. Bu konuda uzlaşının üretilebilmesi Türk toplumunun en acil ve hayati ihtiyacıdır. Bu uzlaşı "kesinlikle yapılmaması gerekenler" şeklinde de olabilir. Her bir konuda mutabakat beklemek, insan ve toplum olmanın doğasına aykırıdır. Önümüzdeki yol, Türkiye Cumhuriyeti, selefi yorumlar tecrübesi de dâhil dinin toplumsal tecrübemizin kendi bağlamında anlaşılması, bu yolla eksik ve zaaflarının tespit ve eleştirisi; bunlara bağlı olarak güncel/yeni olanın idraki ve bu idrak ile geleceğin inşasıdır.
Prof. Dr. Atilla Arkan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İslâm’da anlam ile yorumun inşası ve güncellenme meselesi üzerine -1- (14.03.2018)
- İslâm, koruyucu ailelik ve modern bağlam (08.03.2018)
- İslâm ve koruyucu ailelik (04.03.2018)
- Meslek eğitimi (02.03.2018)
- Adalet dairesi ve eğitim dairesi (24.02.2018)
- Eğitim lideri olarak okul müdürleri: Değişimi yöneten aktörler (18.02.2018)
- Öğretmen seçim süreci ve ücretli öğretmenlerle ilgili düzenleme (12.02.2018)
- Akademik hiyerarşi: Doçentlik unvanının alınması ve atanma süreci (08.02.2018)