Mevcut sistemde doçentlik başvuruları (a) yabancı dil barajı, (b) eser inceleme ve (c) sözlü sınav olmak üzere üç aşamada gerçekleştirilmektedir. Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) bu süreci yönetmektedir. ÜAK'tan doçentlik unvanı alan kişilerin doçentlik kadrolarına atanma süreci ise üniversitelerin kendi senatoları tarafından belirlenen atama kriterleri uyarınca gerçekleştirilmektedir. Doçentlik konusunda iki sorun öne çıkmaktadır. İlk olarak merkezî sözlü sınavının kaldırılması talep edilmektedir. Jüri üyelerinin sözlü imtihanlarda ideolojik ve subjektif davranıp hiçbir akademisyenin bilemeyeceği genişlikte ve detayda sorular sorarak adayları elediği iddia edilmektedir. Diğer bir eleştiri ise doçentlikteki sözlü imtihanın akademisyenlik onuruna uygun olmadığıdır. İkinci olarak dil barajının merkezî olarak belirlenmesi eleştirilmektedir. Bu konuyla ilgili dile getirilen argümanlar ise "yabancı dil"in bir iletişim aracı olmaktan ziyade baraja dönüştüğü ve insanların akademik araştırma yapmak yerine yıllarca dile çalıştıkları yönündedir. Yabancı dil imtihanlarının dil yetkinliğini ölçmekten ziyade eleme aracına dönüştüğü ifade edilmektedir. Sadece Türkçede de bilim üretilebileceği, çok sık olmasa da bu bağlamda dile getirilmektedir.
DOÇENTLİK YETERLİLİK BELGESİ VE ATANMA
Yeni düzenleme, jüri önünde yapılan doçentlik sözlü sınavı kaldırmaktadır. Düzenlemeye göre Üniversitelerarası Kurul, başvuran adayların yeterli yayın ve çalışmaya sahip olması durumunda bu kişilere doçentlik yeterlik belgesi verecektir. Yeterliliği tespit için beşi asil ikisi yedek üye tespit edecektir. Jürideki asil ve yedek üyeler, yayın ve çalışmaları değerlendirerek ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula göndereceklerdir. Açıklık ve şeffaflığı temin için, karara dayanak olan raporların birer örneği ve karar adaya iletilecektir. Böylece Üniversitelerarası Kurul, üniversite dışından başvuranlara da doçentlik yeterlik belgesi verebilecektir.
Üniversiteye atama süreci ise, ikinci bir basamak olarak tanımlanmıştır. Üniversiteler, doçentlik kadrosuna atama işlemi için, doçentlik unvanına ek olarak objektif ve denetlenebilir nitelikte ek şartlar koyabilecektir. Atama sürecinde rektör tarafından, doçent ataması için başvuran kişinin çalışmalarını değerlendirmek üzere biri ilgili birim yöneticisi, biri de söz konusu üniversite dışından olmak üzere üç profesörden oluşan bir jüri tayin edilecek, atama kararı jüri üyelerinin raporlarına göre gerçekleştirilecektir. Bu profesörler, her aday için ayrı ayrı olmak üzere rapor yazacaklar ve başvuruda bulunan birden fazla aday varsa kendi tercihlerinin hangi adaydan yana olduğunu bildireceklerdir. Atama, üniversitenin yönetim kurulunun bu raporları göz önünde tutarak alacağı karar üzerine, rektör tarafından yapılacaktır.
DİL KONUSU
Yeni düzenlemede yine öne sürülen görüşler doğrultusunda dil barajı da esnetilmiştir. Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen merkezî bir yabancı dil sınavından 55 puan veya uluslararası geçerliliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen bir yabancı dil sınavından buna denk bir puan almak yeterli görülmüştür.
KARARA YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Doçentlik atamasındaki bu iki önemli değişiklik, farklı tepkileri de beraberinde getirmiştir. Söz konusu düzenlemeleri kalitenin düşürülmesi, "tembelliğe pirim verilmesi" şeklinde yorumlayan ve artık doçentliğin siyasi bir karar olacağı görüşünü savunan bir grup bulunmaktadır. Yabancı dilin bilimsel gelişmelerin küresel ölçekte takip edilmesinin aracı olduğu, barajın düşürülmesinin akademisyenlerin ve dolayısıyla yükseköğretimin kalitesinin daha da düşmesine neden olacağı savunulmaktadır.
Sözlü sınavın kaldırılması ve doçentlik belgesini alabilmek için yeterli yayın ve çalışma yapmanın tek ölçüt hâline getirilmesi de eleştirilen noktalar arasındadır. Zira hiçbir çalışmaya katılmadan kişisel ilişkilerini kullanarak pek çok yayına kendi adlarını yazdıran ve/veya para karşılığı yayın yaptıran çok sayıda akademisyen olduğu iddia edilmektedir. Yine küçük şehirlerdeki üniversitelerde akademik yerel ilişkilerin liyakatten çok daha fazla etkili olacağı, üniversite yönetimleri üzerindeki baskının daha da artacağı dile getirilmektedir. Sözlü sınavın bu olumsuz durumları nispeten engelleyebildiği, buna karşılık yeni düzenlemeyle emek sarf etmeden akademik ilerleme gösterecek insanların çoğalabileceği dillendirilmektedir.
Sözlü sınava yönelik subjektiflik eleştirilerinde haklılık payı bulunmaktadır. Fakat sistemi bütünüyle iptal etmek yerine var olan kazanımlar korunarak olumsuz durumların ortadan kaldırılması hedeflenebilirdi. Bunun için örneğin sözlü sınav korunarak imtihanlar kayıt altına alınabilir, herhangi bir itiraz hâlinde durum incelenip kötü niyetli ve önyargılı jüri üyelerine doçentlik sınavlarına çağrılmamak, uyarı ve kınama gibi cezalarla çeşitli boyutlarda yaptırımlar uygulanabilirdi. Sistemi mükemmelleştirecek olan şey, kötü uygulamaları cezalandırmaktır. İkinci tedbir olarak sözlü sınavda sadece adayın yazdığı eserler çerçevesinde soru sorulması yönünde bir karar alınabilirdi.
Öte yandan sözlü sınavın kaldırılmasıyla istenmeyen birtakım başka sonuçların ortaya çıkması da muhtemeldir. Jürinin inceleme sonucu verdiği kararın objektif olmadığı ileri sürülebilir. Jüri üyeleri, adayın akademik yetkinliğinden emin olamamak gibi sebeplerle eserlerin incelenmesi aşamasında çok daha eleyici de olabilirler. Başvuruların birçoğu eser aşamasında elenebilir ve buna dair gerekçeler de çok rahat üretilebilir.
Bazı teknik eksiklikler de gözükmektedir. Örneğin, üniversitede oluşturulacak jürinin üniversitenin atama kriterleri yönünden inceleme yapacağı belirtilmediği için karışıklık çıkabilir. ÜAK'tan alınan "doçentlik yeterlilik belgesine" sahip adayın yetersiz olduğu sonucuna varan jüriler olduğunda ne olacağı belirsizdir. Bu nedenle açık yasal düzenleme ile doçentlik kadrosuna atama jürisinin görev tanımının kanun metninde açıkça belirtilmesi faydalı olur.
Yine 2547 sayılı kanunun "Unvanların Korunması" başlıklı 29. maddesinde değişiklik gerekmektedir. Bu maddede yer alan; "... Ancak profesörlük, doçentlik veya yardımcı doçentlik unvanlarını kazananlar her unvan dönemi içinde yükseköğretim kurumlarında fiilen iki yıl görev yapmadıkları takdirde yükseköğretim kurumları dışındaki çalışmalarında bu unvanı kullanamazlar" hükmü gereğince ÜAK'tan doçentlik ünvanı alan, ancak herhangi bir üniversiteye atanmayan akademisyenler, iki yıl sonra bu unvanları kullanabilecekler midir? Bu durum müphemdir.
DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER
Akademik kadro üniversitelerde kalitenin ve üretkenliğin en önemli belirleyicilerinden biridir. Atanma ve yükseltme kriterleri de akademik kadroların kalitesini denetlemenin en önemli araçlarından biridir. Yapılan düzenlemeler, doçentlik konusundaki inisiyatifleri büyük ölçüde üniversitelere aktarmış durumdadır. Çünkü yabancı dil için istenen puan, doktora eğitimi için istenen dil puanından bile aşağıdadır. YÖK tarafından yönetmelikle belirlenecek olan eser ve yayın standardı ise, tüm üniversiteler göz önüne alınacağı için asgari düzeyde olacaktır. Dil ve yayın konusundaki alt ve üst sınırları belirlemek ise, değişiklikte de önerildiği gibi üniversitelere kalacaktır. Üniversiteler arasında zaten bir hiyerarşi bulunmaktaydı. Bu değişiklik, söz konusu hiyerarşide kademeler arasındaki mesafeyi açabilir ve eğitim kalitesi bakımından üniversiteler arasında daha keskin farklara sebep olabilir.
Büyükşehirlerde bulunan eski, köklü ve buna bağlı olarak akademik teamülleri oturmuş üniversitelerde bu değişikliğin olumsuz sonuçları olmayacaktır, aksine bu değişiklik onlar için iyi bir imkân da olabilir. Dünya üniversiteleri ile rekabet etmek durumunda oldukları için, akademik kaliteyi artıracak gerekli araçları kullanmaya devam edeceklerdir. Bu üniversitelerin senatolarının belirlediği atama ve yükseltme kriterleri incelendiğinde, dil ve yayın şartlarının hâlihazırda göreli olarak yüksek olduğu fark edilecektir.
Buna karşılık, söz konusu değişikliklerden akademik kalitenin gelişimi ve üretimi bakımından olumsuz yönde en çok etkilenme riski bulunan kurumlar yeni kurulan, akademik geleneğini henüz tamamlayamamış olan küçük şehirlerdeki üniversitelerdir. Bu üniversitelerin yönetimleri üzerinde baskı oluşacağı doğrudur. Birtakım eksikliklerine rağmen, akademik kalite ve üretkenliğin desteklenmesi bakımından performansa dayalı ek ücret verilmesi; araştırma görevlilerine doktora sonrası başka bir üniversitede çalışma zorunluluğu getirilerek öğretim üyesi hareketliliğinin desteklenmesi ve tarafsız bir değerlendirme imkânı olarak Yüksek Öğretim Kalite Kurulunun kurulması olumlu adımlardır. Fakat bu üniversitelerde akademik kültürü güçlendirip riskleri gidermek için daha ileri politika, uygulama ve tedbirlere ihtiyaç bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
Türkiye'de öğretim üyesi maaşları ve mali imkânlar büyük ölçüde merkezî yolla belirlenmektedir. Oysa üniversitelere mali özerklik verilmesi veya en azından ek mali kaynak kullanımının kategorilere ayrılarak üniversite performanslarıyla ilişkilendirilmesi faydalı olacaktır. Aksi takdirde üniversite yönetimlerini dengeleyen mekanizmalar zayıflar.
YÖK'ün üniversitelere ait yayın, atıf, araştırma projesi, patent sayıları ile mezun olan öğrencilerin ulusal imtihanlardaki başarıları veya işe yerleşme oranları gibi somut veriler üzerinden analizler yaparak bunları kamuoyu ile paylaşması katkı sağlar. Somut sonuçlar üzerinden mukayeseli analizlerin yayınlanması kontrol mekanizmalarını güçlendirip üniversite yönetimlerini akademik kadro atamalarında daha dikkatli kılabilir.
YÖK'ün atama ve yükseltme süreçlerine yönelik iç denetimi artırması faydalı olur. Atamalardaki suistimallere ve kayırmacılığa yönelik şikâyetlerin ciddiyetle incelenip somut yaptırımların uygulanması ve buna dair yasal yapının inşası faydalı olur. Kötü uygulamaların cezalandırılması sistemi yetkinleştirecektir.
Akademik kültürü güçlendirecek nitelikli uluslararası öğretim üyelerini daha fazla istihdam etmek riskleri azaltmada olumlu rol oynar. Çünkü üniversitelerin içine kapanması bu noktada kötürümleşme riskini daha fazla arttırır. Bu bağlamda öğretim üyelerinin hareketliliğini artıracak yeni mekanizmaların kurulup daha fazla desteklenmesi olumlu katkı sağlar.
Küçük şehirlerdeki üniversite yönetimlerinin, öğretim üyelerini yurt dışındaki nitelikli üniversitelerde belli aralıklarla çalışmaya göndermesi önemlidir. Bu akademik teamül ve kültürü güçlendirecektir.
Yine üniversite yönetimlerinin öğretim üyelerine yabancı dili, akademik iletişim dili olarak öğretmeye yönelik politika ve uygulamalar üretmesi riskleri azaltabilir.