Klasik İslam Düşünce Geleneği Hz. Allah'ın evrende adaleti tesis etmesini model alarak insan yaşamında adaleti tasarlar. Bu teorik çerçeveden bakıldığında İslam düşüncesi adaleti üç temel ölçek ve boyutta kavramsallaştırır. Bunlar birey, aile ve sultanı da içeren bir şekilde devlet yöneticisidir. Diğer ifadeyle temeli ahlak olmak kaydıyla ahlak ve siyaset alanları iç içe geçmiş üç boyutlu yönetme ameliyesi olarak tasavvur edilmiştir: Nefsin, ailenin ve şehrin yönetimi. Yaklaşımın köklerini anlamak için Ortaçağ düşüncesinde evreni, aile ve devletin bir canlı bir insan gibi tasavvur edildiği akıllarda tutulmalıdır. Tüm ölçeklerde ana kavramlar düzen ve düzeni sağlayan iş bölümüdür.
- Birey düzeyinde adaleti anlayabilmek için dönemin insan anlayışının ana hatlarıyla hatırlanması faydalı olur. İslâm düşünürleri felsefi gelenekleri takiben insanın fiil ve davranışlarının düşünme, öfke ve istek güçlerinden kaynaklandığını kabul ederler. Her bir gücün itidalli sırasıyla hikmet, cesaret ve iffet gibi erdemleri oluşturur. Adâlet ise aklın yönetiminde bu üç erdemin birleşmesinden oluşan ve hepsini içine alan dördüncü temel erdemdir. Bu yaklaşımda bireyin davranışlarındaki adalet çoğu zaman itidal ve orta yolda olmak olarak tanımlanmıştır. Ahlak düşünürleri orta yol ve itidalin bireyin mizacıyla, aileyle, yaşanılan toplumla ve siyasi düzenle ilişkisinin farkındadır. Bundan dolayı itidal ve orta yolu dinamik kılacak şekilde yaşanılan gerçekliğin orta noktası olarak kavramsallaştırırlar. Örnek olarak bir toplumda cesaret olan davranış ve fiilin diğer toplumda kabalık anlamına gelebileceğinin farkındadırlar. Bunu toplumsal gerçekliğin aşırı uçları belirlemektedir. Diğer bir ifadeyle yaşanan gerçeklikte adaletin somut formlarının belirlenmesi bakımından izafi bir boyutu bulunmaktadır.
- Aile ölçeğine gelince bu kurum bir canlıya benzetilerek kavranmış ve aile reisi akıl gücüne benzetilmiştir. Adalet ailenin varlığını ve düzenini devam ettiren en temel erdem ve değer olarak tasvir edilmiştir. Aile reisi ile diğer üyelerinin adalet kavramsallaştırılmasında ikili bir yön ortaya çıkar. Eş, çocuk, hizmetçi gibi üyeler için adalet tarımsal üretimi sürekli kılacak şekilde aile içindeki rollerini en iyi şekilde yerine getirilmesi kabul edilir. Ayrıca ev hanımı, kâhya gibi ara yönetici konumunda ise aile reisinden beklenen yöneticilik yetkinlikleri de ondan beklenir. Aile reisi için ise adalet, doğru, isabetli ve hakkaniyetli kararlar almak ve mutedil olmak şeklinde tasvir edilmiştir. Bu toplumsal ve üretim düzenini sürdürülmesini mümkün kılmayı hedefler. Aksi ise ev düzenin bozulması yani yok oluştur. Bu durumda tarımsal üretimin en küçük bir birimi devreden çıkmış olur. Aile reisinin isabetli karar verme yeterliliği olan adalet tecrübi aklın yetkinleştirilmesiyle geliştirilen bir karakter eğitimi olarak tasvir edilir.
- Devlet boyutunda da adalet benzer şekilde tasarlanır. Devlet de bir canlıya benzetilir. Sultan, vezirler, muhafızlar ve çiftçiler akıl, öfke ve istek güçlerine benzetilerek adalet, yöneticinin kararlarında itidal üzere doğru ve isabetli olması şeklinde kavranır. Düzenin korunması fikrine bağlı olarak yönetilenlerin toplumsal rol bakımından adaleti rollerini en iyi şekilde yapmaları şeklinde tanımlanır. Yönetilen bakımından kişinin kendisine en uygun yere, mesleğe ve role ulaşması adaletin gerçekleşmesi olarak kabul edilir. Ara yöneticiler ise ölçeklerine göre bu çift boyut farklı ölçeklerde işler.
Özetle Klasik İslam Düşüncesinin adalet kavrayışı dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde adaleti insan merkezli olarak tasavvur etmiş ve bir erdem eğitimi olarak sunmuştur. Diğer bir ifadeyle yöneticinin erdemli olmasının toplumda adaleti temin edileceği düşünülmüştür. Farabi'nin kavramsallaştırmasıyla erdemli yöneticilerinin yönetimi erdemli toplumu inşa etmek için gerekli görülmüştür. Nitekim Farabi'nin Hz. Peygamberi "ilk reis" nitelendirmesiyle İslam toplumunu kuran lider şeklinde tasviri de bu tasavvurla ilgilidir Aristo'nun dağıtıcı ve değiştirici adalet kavramsallaştırmaları bu yaklaşımı açıklayan unsurlar olarak istihdam edilmiştir.
17. Yüzyıldan bilimlerin teknoloji üretme gücü yani bilim-teknoloji ilişkisi değişimi tarihin akışında merkezi bir noktaya taşıdı. Değişim, mahiyeti, sebepleri, sonuçları üç yüzyıldır sürekli insanın akli çabalarının odak noktasını oluşturuyor. Güneşin dünyanın değil de dünyanın güneşin etrafında dönmesinden beri durum böyledir. Şehirleşme, sanayileşme, tarımın dünya ekonomisinde yerinin küçülüşü, çiftçilerin yerine işçilerin sayısının hızla artışı, sermayenin artan gücü, modern devletin doğuşu, bireyin devlet karşısında güçsüzlüğü, denge arayışı olarak sendika ve sivil toplumun ortaya çıkışı bütün bu değişimden örneklerdir. Değişim süreci ve yaşanılan yerlerdeki ölçeklerin büyümesi organik ilişki biçimlerini dönüştürdü. İlişkiler daha kompleks ve dolaylı hale geldi. Sanayi toplumu bunu kurallar ve formel düzenlemelerle aşmaya çalıştı. Bu dönemde mekanizma kurma arayışı, ve Sosyal adalet açısından kurallar ve formel düzenlemelerin sosyal adaleti sağlamada yeterli olup olmaması çok tartışmalıdır.
Çağdaş İslam Düşüncesi de hâkim medeniyet olan Batının liderliğinde sanayi toplumuna geçişten sonra yaşanan bu değişimi anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştı. Bu dönemde tüm boyutlarıyla değişimi anlamak ve buna intibak en temel konu oldu. Batı tartışmalarının merkeze gelmesi de değişimin aktörü olmasından dolayı idi. Klasik düşüncesi ile irtibattaki zayıflıklarına rağmen Çağdaş İslam düşünürleri bu konuda kısmen başarılı oldular. Süreç hala da devam etmektedir.
Bilgi toplumu olarak yaşamakta olunan bu yüzyılda ise değişimin hızı çok daha fazla arttı. Yapay zeka uygulamaları, öğrenen makine ve sistemeler, nesnelerin interneti, algoritmalara dayalı ve kodlamalara dayalı robot teknolojileri gibi unsurları içinde barındıran yeni nesil bilgi teknolojileri siyasal ve toplumsal düzeni değiştirip dönüştürmekte ve ilişkileri daha da kompleks hale getirmektedir. Değişimin hızı "doğal insanın" yaşanan gerçekliği yönetebilmesini çok ama çok zorlaştırmaktadır. Ayrıca sözü edilen bilgi teknolojileri Biyo, Nano ve enerji teknoloji alanlarındaki gelişmeleri çok hızlandırmakta ve iş hayatını ve diğer ilişki biçimlerini kökten değiştirmektedir.
Güncele geçmeden önce Klasik İslam düşüncesindeki süreklilik unsurlarının altını çizeceksek adalet ile düzen kurma arasındaki ilişkiyi derinden kavrayış, ailelerin, örgütlerin, modern sosyal yapıların, siyasal organizasyonların, devletin ve küresel sistemin varlığını devam ettirilebilmesi adaletin merkezi rolü kayıt altına alınabilir. Liderler ve yöneticiler için bir erdem olarak adalet veya adil olabilmek en değerli kazanımdır. Nitekim günümüz yönetim yaklaşımlarında da liderlik yetkinlik ve becerilerinin önemi sıklıkla vurgulanır. Fakat bu yaklaşımın geliştirilmesi gerekmektedir. Sanayi ve bilgi toplumu aşamalarının geçirildiği bir dönemde insani bir erdem olarak adaletin sosyal adalet ve düzen kurma bakımından sınırları bulunmaktadır. Gidilmesi gereken yolun anlaşılması bakımından "insanları ve varlıkları doğru yere yerleştirme" tanımına yakından bakılabilir. Tanımda geçen "doğru yer" klasik toplumda bellidir. İnsanların zihnindeki toplum muhayyilesine dayanmakta olup aile içi roller ve mensup olunan mesleklerle belirlenmiştir. Konunun anlaşılması bakımından kritik soru şudur "bugün A veya B şahsı veya cinsiyeti için doğru yer neresidir?" Mesleklerin 10 yıllık süre içinde kaybolabildiği ve aile içi rollerin hızla değiştiği bir süreçte bu sorunun cevabı klasik dönemdeki gibi çabuk verilemez.
Klasik İslam Düşüncesinin diğer bir süreklilik unsurunu gösterilen tavır ve yöntemde aranması uygundur. Ana hatlarıyla düşünce geleneğimiz insanlığın akli birikimine gereken saygıyı göstermiş ve ondan istifade etmek için de azami çabayı göstermiştir. Müslüman düşünürler bir yandan kendilerini semavi dinler geleneğinin bir devamı diğer yandan ise insanlık denizinin bir parçası görmüştür. İslami değerlerin evrenselleştirilmesinde Müslüman toplum içerisinde de bir gerginlik oluştuğu doğrudur. Fakat Müslüman düşünürler öz güvenle analiz ve eleştiri kabiliyetini sonuna kadar kullanarak bu gerilimi başarıyla yönetmişlerdir.
Klasik İslam Düşünce geleneğinin üçüncü önemli süreklilik unsuru gerçeklikle olan irtibat veya yaşanan somut gerçekliği yönetmeye gösterilen itinadır. Fakihlerin yasamanın kaynağı olarak kıyas, içtihat, istihsan, maslahat, örf kavramsallaştırmalarını veya somut gerçekliği yönetmek için devlet yöneticilerine hitaben yazılan siyasetname literatürünün bu çerçevede anlaşılması bir perspektif kazandırır.
Bu konuya gelecek yazıda da devam edeceğiz.