İslam düşüncesinde adalet ve güncel anlamı II başlıklı yazı, klasik İslam düşüncesinin süreklilik unsurlarından üç tanesini tespitle bitmişti. Bu yazıya dördüncüsünü tespitle devam edebiliriz.
Klasik İslam Düşüncesinin teorik yaklaşımları ve uygulamalarına bakıldığında sosyal adalet noktasında devlet sürekli toplumun, mazlumun, dezavantajlının, yoksulun ve muhtaçların yanında taraf olmuştur. İslam hukuk usulündeki amme menfaati, kamu yararı, kamu vicdanı, maslahatı mürsele gibi kavramsallaştırmalar, mezalim mahkemeleri, sultan dahil herkesin hukuk/şeriat önünde hesap verme zorunluluğu, infak, zekat ve sadaka mali ödemelerin dini yükümlülükler olarak teşvik edilmesi, muhtaçlara veya kamu hizmetine yönelik vakıf uygulamalarının sürekli özendirilip yaygınlaştırılması aile ahlakı ve siyasetname kitaplarında her daim "aşağıdakilere" merhamet, sevgi ve adaletle muamelenin tavsiye edilmesi bu derin kabul ve ilke ile alakalıdır. Müslümanların tarihsel tecrübesinde kamu gücünü elinde tutan kişiler, emirler, vezirler, paşalar, güçlü aşiretler ve diğer güç odakları denetlenmeye, sermaye sahipleri, dengelenmeye ve adaletin terazisine hesap vermeye davet edilmiştir.
İnanç ve toplumsal inanışlar düzeyinde ise Yüce Allah'ın adili mutlak sıfatıyla kabulü, Hz. Peygamberin adil yönetici olarak modellenmesi, ahiretin bir hesap verme fikriyle yoğun bir şekilde yorumlanması, mahşerin mazlumun ahının çıkacağı yer şeklinde tasviri, zalimin daha kabirde ceza çekmeye başlayacağına dair inanış, mazlumun bedduasının en büyük felaket olduğuna dair kabul ve bunun gibi onlarca örnek aynı derin kabulün ve ilkenin tezahürüdür. 14 asrı geçen tarihsel süreçte buna aykırı uygulamalar, suistimaller, güç ve sermaye sahiplerinin yanlışlıkları ve zulümleri bu gerçeği değiştirmemektedir. Çünkü bu tür yanlış uygulamalar meşru görülmemiş ve insanın doğasından kaynaklanan kötülükler olarak görülmüştür.
Bu noktada son süreklilik unsuru ise şudur: İslam düşüncesinde, insanın özü itibariyle iyi olduğu yaygın kabulüyle de yakından alakalı olarak günah ve suçun önlenmesi için koruyucu ve önleyici tedbirlere öncelik verilmiştir. Müslüman filozoflar meslek grubu olarak tabiplerin ve hakimlerin çok olmasını, toplumun sıhhatsizliğinin işareti olarak yorumlamışlardır: Sıhhatli beslenen ve yaşayan insanlar arasında hastalık; ahlaki değerler ile sevginin hakim olduğu, sağlıklı ilişkiler ağlarının kurulabildiği toplumlarda ise suç nadiren ortaya çıkar.
…
Klasik İslam Düşüncesindeki adalet tasavvurunun güncel anlamını yorumlayabilmek sürekli bir akli bir çabayı gerektirir. Klasik İslam düşüncesinde adaletin güncel yorumu için "erdemli", Müslümanların insanlığın değişimini ve acılarını anlayıp açıklayabilmesi ve insan onurunu koruyacak, sosyal adaleti en yetkin şekilde sağlayacak uygulama ve modelleri kurabilmesi anlamına gelmektedir. Bu Müslüman aydınların ahlaki sorumluluğudur.
Bu yazıda işin sadece sosyal adalet boyutu ve eğitim ilişkisi vurgulanabilecektir. Günümüz toplumsal yaşamında sosyal adalet toplum üyeliğinden; güvenlik ve refah alanlarına, kamu makam ve mevkilerine, sağlık ve eğitim hizmetlerine kadar çok geniş bir çevreyi içermektedir. Modern toplumda bu alanlar içerisine bireyin orta ve uzun vade yaşamını etkileyip belirleyen unsur ise eğitimdir.
Gelinen süreçte sosyal adalet açısından devletin vermiş olduğu eğitim çok önemli hale gelmiştir. Türkiye'de dezavantajlı okul ve bölgelerdeki çocuklara istatiksel olarak bakıldığında ekonomik bakımdan düşük gelirli ailelerin çocuklarının iyi üniversitelere girememesi, sonuç olarak yine düşük gelirli işlere yerleşebilmesi güncel toplum yaşamımızda sosyal adaletin bir aracı olarak eğitimin önemini açıkça göstermektedir. Aynı şekilde baskı, şiddet ve madde bağımlılığının yaygın olduğu bir okulda eğitim gören çocukların şiddete ve madde bağımlılığına eğilimli olma ihtimali bir hayli yüksektir. Bu anlamda kaliteli eğitim, suçun ve suçluların artmasını engelleyen koruyucu bir tedbir niteliğindedir.
Eğitim sürecindeki yoksunluk ve dezavantajlılık durumu zamanla eşitsizliği geometrik olarak arttırmaktadır. Sonuçta toplumsal gruplar arasında uçurumlar oluşmaktadır. Klasik İslam düşüncesinin sürekliliği ve sosyal adalet ilkesi gereği devletin daha az imkanlara sahip kimseleri daha fazla desteklemesi ve gözetlemesi gerekmektedir. Ekonomik bakımdan toplumsal gruplar arasında zamanla oluşan büyük farklar toplumsal ve siyasal düzeni tehdit etmektedir. İnsanlık tarihindeki büyük çalkantılar, devrimler ve ihtilaller bu olguya işaret etmektedir.
Sosyal ve ekonomik eşitsizlikler sonucu oluşan eğitim yoksunluğu toplumsal gruplar arasında eşitsizliği ve refahtan pay almadaki farklılıkları azami derecede arttırmaktadır. Çünkü devletin kaliteli eğitimi sunmadığı durumlarda, modern yaşamda çocuklar için gereken eğitimi fakir ailelerin sağlayabilmesi neredeyse imkânsızdır. Eğitim dairesinde aile çok önemli bir halkadır. Fakat düşük gelirliler için ailenin sunabileceği imkanlar sabittir. Bu eğitim analitik, sosyal ve bilgi teknolojilerini kullanabilme becerilerini ihtiva etmektedir. Fakir ailelerin bu imkanlara ulaşabilmesi çok zordur. Diğer bir ifadeyle organik toplumsal örgütlenme biçiminde yeterli olan adalet tasarımı toplumun ve devletin katmanlı bir şekilde kompleks hale geldiği bir durumda yeterli gelmemektedir. Tarım toplumunda çocuk aile yaşamı içerisinde tarımsal yaşamın gerektirdiği becerileri sosyal yaşam içinde kolaylıkla edinebilmektedir. Mesleklerin on yılda bir değişime uğradığı bir gerçeklikte sadece aile yaşamında gerekli tüm bilgi ve becerilerin aktarılabilmesi çok zordur. Nitekim Rawls bu olguyu "sosyal ve iktisadi eşitsizlikler hem herkesin yararına olacak hem de makamlar ve görevlerin herkese açık olmasını sağlayacak şekilde ayarlanmalıdır" şeklinde ifade eder. Modern toplumda aileler adına bunu mümkün kılmanın yolunun kaliteli eğitim olduğunun altını bir kere daha çizmek gerekir.
Siyasal yönetimin ve Türk toplumunun adalet kalitesinin önemli göstergelerinden biri, düşük ekonomik gelirli ailelerin veya dezavantajlı mahalle ile bölgelerde yaşayan çocukların iyi üniversitelere girebilmeleri, iyi iş bulabilmeleri ve toplum içinde dikey yükselebilme oranlarıdır. Bu, devletin eğitiminin ve sosyal adalet düzenin kalitesinin en açık göstergesi olacaktır.