Daha önce "İslâm ve Koruyucu Ailelik" başlıklı yazımızda İslâm dinindeki koruyucu ailelik uygulamasına benzer uygulamaları sunup analiz etmiştik. İslâm hukukunda söz konusu edilen hidane, lakit, vela gibi uygulamalar veya aile vakıfları ve darüleytam gibi kurumlar tarım toplumunda ve buna dayalı devlet yapısında korumaya muhtaç kimsesiz çocuklar için üretilen çözümlerdir. Osmanlı-Türk hukuk tarihinde, hukukî sonuçlardan muaf fiilî evlâtlık şeklindeki uygulamalar da korunmaya muhtaç çocukların en üst düzeyde maddi ve manevi fayda sağlamasına yönelik çabalardır. Aradan geçen süreçte insanlığın ve ülkemizin geçirdiği dönüşüm sonucu şekillenen bugünkü yaşam koşulları koruyucu aile konusunu daha da önemli hâle getirmiştir.
Sanayileşme sonrası tarımsal ekonominin çöküşü, insan nüfusunun hızlı bir şekilde artışı, insanların köy yerine büyük şehirlerde yaşamaya başlaması ve organik toplumsal ilişki biçimlerinin çözülüşü, dış ve iç göçler, savaşlar, boşanma oranlarının yükselişi, uyuşturucu kullanımı, suçların yaygınlaşması ve cezaevi uygulamaları gibi olumsuz gelişmeler korunmaya muhtaç çocuk sayısında artışa ve böylece konunun gündeme taşınmasına sebep olmuştur. Bu sosyal sorunla mücadele etmek için tarihsel uygulamalar yeniden düzenlenerek söz konusu çocukların yararlarını üst seviyede korumak ve toplumsal riskleri azaltmak için koruyucu aile uygulaması geliştirilmiştir. Bu uygulamada biyolojik ailesi ya da vasisi tarafından kötü muamele ve/veya istismara uğrayan ya da sahipsiz kalmış çocuklar devlet tarafından korumaya alınarak yetişme süreçlerinin sorumluluğu seçilen gönüllü ailelerle paylaşılmaktadır. Bu, aynı zamanda modern dönemde gelişen sosyal devlet anlayışının da güzel uygulamalarından biridir.
KORUYUCU AİLE KURUMUNUN SUNDUĞU İMKÂNLAR
Korunmaya muhtaç çocuklara, sağlıklı aile ortamının sağladığı ilgi, sevgi, bakım, sosyalleşme ve eğitim imkânlarının sunulamaması toplum için ağır maliyetler üretmektedir. Öncelikle çocuklar özgüven kaybı, çevresine karşı güvensizlik veya aşırı bağlanma, başkalarıyla iletişim kurup sürekli bir ilişki geliştirememe gibi psikolojik problemler yaşayabilmektedir. Bu yapısal kusurlar, sosyalleşme süreçlerini olumsuz etkilemekte, eğitim hayatlarında başarısız olmalarına, meslek becerilerini elde edememelerine yol açmaktadır. Sağlıklı sosyalleşemeyen ve meslek becerileri edinemeyen bu çocuklar işsiz kalmakta veya düzenli bir iş bulamamakta, dolayısıyla düzenli bir kazanç edinemedikleri için ekonomik bağımlılığa mahkûm olmaktadırlar. Bu kısır döngünün sonu ise hırsızlık, şiddet gibi suçlar veya alkol, uyuşturucu gibi bağımlılıklar olmaktadır. Yapılan suç araştırmalarında mahkûmların yaklaşık üçte birinin çocukluklarında fiziksel, psikolojik, duygusal suistimale veya aile içi şiddete uğradıkları görülmektedir. Yani korunmaya muhtaç durumdaki bir çocuğun korunamaması, bireysel mağduriyeti de aşan maliyetlere neden olmaktadır. Bu maliyet çocuğun yaşadığı travmalara bağlı olarak hırsızlık, şiddet, darp, cinayet, tecavüz, çocuk istismarı, yakma-yıkma gibi yeni suçlar olabilmektedir. Korunamamış her bir çocuk, geleceğin suçlu adayı olabilmektedir. Toplum ve devlet her durumda ağır sosyal maliyetlerle karşı karşıya kalmaktadır.
Koruyucu aile uygulaması korunmaya muhtaç çocukların maddi bakımlarının yanı sıra sevgi, güvenlik duygusu, özgüven gelişimi gibi duygusal ihtiyaçlarını da karşılamaktadır. Koruyucu aile olan gönüllü aile ise devletin maddi desteği yanında bir çocuğu topluma kazandırmanın verdiği dinî ve insani ulvi duyguları yaşamaktadır. Toplum ve devlet ise dezavantajlı bir bireyi sağlıklı bir şekilde ülkenin geleceğini inşa edecek insan kaynağına dönüştürebilmekte, böylece dezavantajlı bir çocuğun bu hâlinin devam etmesi durumunda karşılaşacağı işsizlik, yoksulluk, bağımlılık, suç gibi ağır maliyet gerektiren durumlardan koruyucu aile uygulaması ile kurtulabilmektedir.
Korunmaya muhtaç çocuklar kurumsal bakımla da topluma kazandırılabilir. Fakat farklı ülkelerin tecrübeleri üzerine yapılan çalışmalarda tespit edilen sonuçlar, korunmaya muhtaç çocukların koruyucu aile yanında büyümelerinin hem daha ekonomik olduğunu hem de çocuğun ruh sağlığının gelişimi açısından resmî veya özel yurtlara kıyasla daha olumlu sonuçlar ürettiğini göstermektedir. Diğer bir ifadeyle korunmaya muhtaç bir çocuğun koruyucu aile yanında bakımının topluma getirdiği mali yükün, yurtta bakımının getirdiği mali yüke kıyasla daha az olduğu görülmektedir. Korunmaya muhtaç çocukların bakım ve eğitiminde koruyucu aile uygulamasını öncelikli model, kurumsal bakımı ise ikincil bir çözüm olarak düşünmek daha faydalıdır. Elbette ki devletin suistimallere karşı denetleme, kontrol ve gerekli tedbirleri alma sorumluluğu her halükarda devam etmelidir.
Bu çerçeveden bakıldığında, İslâm dininin amme menfaati ve maslahat ilkeleri uyarınca korunmaya muhtaç çocuklar ve koruyucu aile olmak isteyen gönüllü aileler ile toplum ve devletin maddi manevi kazanımları beraber düşünüldüğünde koruyucu ailelik uygulaması dinî terminolojiyle ifade edecek olursak Allah'ın rızasına uygun çok güzel bir fiil, farzı kifaye ve geniş anlamıyla çok sevaplı bir ibadettir. Sistemin işleyişinde oluşabilecek suistimallere karşı devletin denetleme ve kontrol mekanizmalarını sürekli yenilemesi ise her halükarda bir zorunluluktur.
Prof. Dr. Atilla Arkan