Osmanlıdan sonra - İslâm Birliği arayış ve ideallerinden bugüne -3-
Geçen yazıyı, eski başbakanlardan Ecevit'in, 'Padişah Vahdeddin'in yanlışları olabilir, ama vatan haini değildi..' sözleri konusunda fikri sorulan, S. Demirel'in 'Türkiye Cumhuriyeti, henüz bu tartışmayı kaldıramaz..' cevabını aktararak, bitirmiştik.
Tarihçi İ. Ortaylı da, 'Türkiye'nin yakın tarihi, trajik çözülmezliklerle doludur. (...) Bir anda değerlendirilebilecek bir dönem değil.. Yüzyıla yaklaşan bir zaman, artık bu konuda değişik yorumlar elbette getirecektir, ama henüz bütün olayları dahi çok iyi öğrendiğimizi söyleyemeyiz..' diyordu, 5 Ağustos 2018 tarihli yazısında..)
Lozan'ı anlamak bunun için de zor..
Hele tarihî kaynaklara, bin yıldan fazla zamandır kullanılan Arap alfabesinden, darağaçlarıyla, nice akıl almaz zulümlerle zorla kabul ettirilen Latin alfabesine geçilmesinden sonra sadece bütün bir 1400 yıllık İslam kaynaklarının ve kültürünün değil, yakın tarihin kaynaklarının okunmasının yolu bile kapatılmış ve binlerce ton Osmanlıca kitaplar ve belgeler ya imha edilmiş, ya da 'kilosu 3 kuruş'tan olmak üzere Bulgaristan Nasyonal Kütüphanesi tarafından satın alınarak trenlerle Sofya'ya götürülmüş, en temel belge ve bilgiler başka ellere geçmişti.
624 yıllık bir Osmanlı yönetimi, sadece dışardaki emperyal güç odaklarının ve kuklalarının katıldığı Lozan Sulh Konferansı'yla, 100 yıl sonra daha net olarak anlaşılıyor ki gerçekte 'kendilerine asırlarca tehlike teşkil ettiği dış odaklar ve daha da acı olanı, içerdeki dar görüşlü kimseler ve hattâ hainlerin el birliği'yle tarihin mezarlığına gömülmüştü.
Osmanlı yönetiminin son yıllarındaki Sadrâzamlarından olan Ahmed İzzet Paşa'nın 'Feryadım..' adıyla yayınlanan 2 cildlik hâtıratından şu satırları, konunun facia boyutlarının daha iyi anlaşılabilmesi için, '...filânca) paşanın sırf şahsî ihtirasları uğruna, koskoca Hılâfet-i İslâmiyye ve Devlet-i Aliyye-i Osmanîye tarihten silindi, gitti..' diye aktarıp, ağlayışını hatırlayalım.
Haa.. 'Ama Sevr Andlaşması'nı nereye koyacağız?' diye tutturulur; Lozan'ın zafer olduğunun anlaşılması için.. Hâlbuki, Sevr Antlaşması hukuk diliyle söylemek gerekirse, tekemmül etmemiş, tamamlanmamış bir andlaşma idi.. Çünkü Sevr Antlaşması iç hukukta tasdik makamlarından geçmemiş, Meclis-i Meb'usân kapanmış, Saltanat Şûrâsı toplanamıyor ve Sultan Vahdeddin de imzalamıyor.. Çünkü direnmek isteniyor..
Esasen, M. Kemal'in Samsun'a gönderilmesi de Sultan Vahdeddin'in o direnme düşüncesinin sonucu idi. Bizzat M. Kemal'in, daha sonra açıkça belirttiği üzre, Samsun'a gönderilirken, Padişah'la görüşmesi sırasında kendisine, 'Paşa , istersen, memleketi kurtarabilirsin..' demiştir. Ve emrine tahsisi edilen vapur da, sonradan iddia edildiği üzere, eski bir vapur olmayıp, o dönemin en güçlü orta boy yolcu vapurlarındandı ve gizlice değil, İngiliz İşgal Komutanlığı'nın izniyle çıkmıştı yola.. Ve de emrinde 30 kadar subay, bir o kadar gemi elemanı, ayrıca sağlık ekibi ve diğer efrad ile 30 kadar at.. Ve M. Kemal'e de Padişah'ın emriyle verilen büyük bir meblağ.. Ki, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa, bu paranın, M. Kemal Paşa'ya Galata Köprüsü altında, İngilizlerden gizli olarak ve de dayısı Dahiliye Vekili Mehmed Ali Bey tarafından verildiğini ve mikdarının da 2.500 altın olduğunu yazar.
*
Dilerseniz, burada, tarihçi İlber Ortaylı'nın 24 Temmuz 2023 günü Hürriyet'te yayınlanan 'Türkiye Cumhuriyetinin ebediyete uzanan tapusu Lozan' başlıklı yazısından bazı bölümleri aktaralım: :
Bugün Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yıldönümü. Antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir. 100. yılında tekrar görüşme diye bir şey yoktur. Lozan ebedidir. (…)
24 Temmuz 1923, Lozan Antlaşması'nın şehirdeki ünlü otel Beau-Rivage (Otel) Sarayı'nda delegeler tarafından imzalanıp yürürlüğe girme tarihidir. Hiç şüphesiz bu, Lozan görüşmelerinin; daha doğrusu kongrenin ikinci safhasıdır. Birinci safha 1922 yılında başlamış ve kesilmiştir. Lozan'daki görüşmelerin kesilmesinin en önemli nedeni toprak meselesi değildir. (…)
Kritik Meseleler: Kapitülasyonlar
Kongrenin asıl çatışma alanı kapitülasyonlardır. Önemli Britanya diplomatları gibi hayatının bir döneminde Hindistan kral naipliği; yani genel valilik yapan Lord Curzon, Mısır üzerinde de tecrübe sahibidir ve Ortadoğu dünyasına bakışında sert bir yöntem vardır. Bu bakış açısı ve davranış her Britanya hariciyecisinin takip ettiği bir yol değildir. Lord Curzon bir ekol mensubudur; yani biraz demode bir ekolün mensubudur. Ama, aksine Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türk imparatorluğunun orduları karşısında önemli mağlubiyetlere uğradıkları halde Kût'ul Amâre, Çanakkale, Kafkasya ve İran'da Britanya askeri kanadı Türklere karşı hariciyelerinden daha saygılı ve ihtiyatlı davranmışlardı.
Bugün Lozan üzerinde efsaneler dolaşıyor. Bunlardan birincisi gizli görüşme belgeleridir. Pembe Köşk'teki mevcut evrakın İnönü ailesince sergilenmesinin ötesinde, 1970'lerde Büyükelçi Osman Olcay ve onun yakın dostu Prof. Seha Meray, Lozan görüşmelerini, verilen layihaları, sadece nihai metni değil; nihai metni hazırlayan ve "ratio legis" diye bilinen antlaşmanın ruhunu, çatışma alanlarını belirleyen bütün evrakı mükemmelen çevirip yayınladılar. Ne yazık ki yayın, Türkiye'de tefekkür tarihinde ve tarihçilikte çok az müracaat edilen vesikalardandır. Binlerce sayfalık bir tercümedir, bir yorumdur.. (…)
Bu bakımdan aradıkları gizli belgeler efsanedir diyoruz. (…) Arada Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk alanında yaptığı devrimler, beynelmilel antlaşmalara olan ahde vefası bu konuda ikna edici oluştur. Tabii ki yeni Türkiye'nin kazandığı rol de bunda en mühim unsurdur. (…)
Lozan bir zafer midir? Lozan'ın zafer olduğunu o günlerde Avrupa basını da ilan etmiştir.(…)
Burada en büyük ihtilaf konularından biri de mübadeledir. Venizelos, Versay Anlaşmaları'nın havası içinde "Megali idea"; yani büyük ülküsünü gerçekleştirmek için Karadeniz kıyılarından, Ege'den ve hatta Akdeniz'den Yunanistan lehine toprak talep etti. Pontus'taki ayaklanmalar oradaki Pontik unsura bir bağımsızlık kazandıramadı. Yerel halk ve kurdukları çeteler Pontuslulara mâni oldular.
Aslında Mustafa Kemal Paşa da Karadeniz'e böyle bir çatışmayı önlemek için müfettiş olarak gönderilmişti. Tabii Paşa'nın böyle bir görevin çok dışında ve ötesinde bir planla Milli Mücadele'yi örgütlemeye başlamasının, bu fevkalade müfettişliğin sınırlarını çok aştığına şüphe yoktur. Milli Mücadele böyle başlamıştır. Kendisine Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa gibi resmen kolordularının başında olan komutanlar da destek olmuşlardı.(…)
Lozan heyetinde İttihat Terakki devrinin, II. Meşrutiyet'in ünlü hahambaşısı Hayim Nahum da vardı. Kongrede bilhassa o yeni Türkiye'nin yapacağı hukuk devriminden söz etti. Aslında Tanzimat döneminden beri hukuki alanda Batı'nın paralelinde değişmeler görülmektedir. Şurası açıktır 1926 Medeni Kanunu ile vatandaşların dinlerine göre adli statüde bulanmalarına lüzum kalmadı. Yani patrikhanelerin medeni davalarda ayrı bir yargı hakkına sahip olmaları, yine aynı şekilde bunun Musevi cemaati için söz konusu olması malumdur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de laik eğitim başlatıldığı için cemaatlerin eğitim alanındaki farklı uygulamalarına da lüzum kalmadı. (…)
Lozan, Türkiye'yi müstakil bir devlet ve Cumhuriyet olarak ilan etti. Vakıa Cumhuriyet bundan sonra ilan edilecektir. Ama TBMM Hükûmeti'nin 1922 yılı kasımından beri saltanat sistemini lağvettiği biliniyor.
(…) Maalesef Lozan'da söz konusu olan mübadele, Yunan ordusunun girdiği bölgelerde ve Anadolu'dan göç edenlerin bugünkü Yunanistan'daki Müslüman azınlıklar üzerinde uyguladıkları baskı ve yağma hatta katliam dolayısıyla yürürlüğe konmak durumda kaldı. Bununla birlikte Batı Trakya ve İstanbul'un Rum ahalisinin Etabli mütemekkin olarak sayılması, diğerlerinin mübadeleye tabii tutulması çözümsüzlük de getirdi. Türkiye Anadolu'daki Hıristiyan Türkleri kaybetmek zorunda kaldı. Mübadele dışı bırakılan İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri iki devlet arasında sürekli çözülemeyen problemlerin yaşanmasına sebep oldu. Bunu uzun bir tarihin çözeceğine inanıyorduk.
(…) Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir. Uzun zaman için Dışişleri Bakanlığı bunu böyle vurgular, mensuplarının ve genç adayların bu anlaşmayı iyi bilmesini isterdi. (…)'
*
Evet, tarihçi Ortaylı böyle söylüyor, özet olarak.. Gerçi, HT kanalında, tarihçi Doç. Sevtap Demirci, tarihçi Prof. Erhan Afyoncu ve M. Bardakçı arasında geçen ilginç sohbetlerde, Lozan'ın gizli kayıtlarının olduğu da ısrarla belirtiliyordu. Nitekim, söz konusu tarih araştırmacısı hanım, Lozan belgelerinde gizli kısımlar olduğunu söylüyor ve 'Ankara heyetinden bazı isimlerin İngiliz tarafına bilgiler aktardığının belirtildiği' kayıtlarının okunduğunu, amma, bu kişilerin kimler olduğunu öğrenmenin mümkün olmadığını, çünkü, o bilgileri veren isimlerin üzerinin siyah mürekkeplerle kapatıldığını; belki ileride açıklanabileceğini, ama, şimdi ailesinden hayatta olanların rahatsız olacaklarını düşünerek açıklanmadığını söylediklerini' belirtiyordu.
*
Elbette başka türlü düşünenler de olacaktır..
Nitekim, Osmanlı yönetiminin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiyi kabul Mondros Mütarekesi'nden (silah terki anlamasından) sonra yeni şartlara göre direnmenin çarelerini, yollarını arıyordu.
Bu cümleden olmak üzere, Osmanlı'nın son dönem Sadrâzamlarından Ahmed İzzet Paşa, (Feryadım, C.2. Sh. 248-49'da) Padişah'ın yardımları, tayinleri, emirleriyle harekete geçirilen bir mücadeleyi hatırlatıyor ve '(...) ama Hılâfet'in, memleketten çıkarılıp sürülmesi, dinin hükûmetten (devletten) ayrılarak tahkiri gibi akılsızca bir takım gereksiz işlemler yapılmasıyla, dünya Müslümanları nezdinde itibarımızı yitirdik.. (...) Yazık, bin kere yazık ki, altı buçuk asırlık bir devlet hiç sebep yokken, bir harîsin keyfine kurban edildi. Dünya savaşında ve mütareke esnasında İslam dünyası bir uyanış içine girmiş, benliğini anlamış; Hilâfet makamında, kendine bir bağ ve bir toplanma merkezi bulmuşken, ne yazık ki Türkiye'de iş başında bulunan kimselerin vefâsızlığı yüzünden müthiş bir hayal kırıklığına düşülmüştür. (...) Zavallı millet hâlâ da aldatılıyor.. Fakat kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın, bu adamların din aleyhtarlığı, vatana ilişkin maddî, millî ve siyasî bir yarar düşüncesinden kaynaklanmamıştır. Bunun ilk sebebi, her türlü ahlâkî rezaletlere bulaşıp kirlenmiş olanla, çevresindeki dalkavukların yaradılışındaki fazilet düşmanlığıdır. (...) Lozan Andlaşması imzalanarak, işgal kuvvetleri ülkeden çekilince (...) ülke -içerden- istilâya uğramıştır..(...)' diyordu.
Ahmed İzzet Paşa'nın Lozan Antlaşması'ndan sonra, ülkenin bu kez de içerden istilaya uğradığı' şeklindeki tesbiti öyle yanından üstün körü geçilecek bir cümle değildir.
Böyleyken Amaniiin.. 100'üncü yıldönümü dolayısıyla bir Lozan aşkı patladı..
Hattâ son bir yıldaki ve hele de son seçimler sırasındaki gizli fırıldakçılığıyla, kendi taraftarlarını bile hayretlere giriftar eyleyen bir siyasî lider de, 24 Temmuz gününün 'ulusal bayram' ilân edilmesini bile istedi.. Hele KK Bey'in, Cumhuriyet'in okullarında okuduğunu da vurgulayarak öyle bir Cumhuriyet güzellemesi vardı ki Osmanlı'ya çatmadan olmazdı..
Eğer öyleyse M. Kemal de zengin olmayan, hattâ fakir sayılabilecek bir aileden geldiği halde Osmanlı saltanat yönetiminde paşalık gibi bir asker için ulaşılacak en yüksek rütbelere geldiği için kendisinin okumasını sağlayan mektepleri kuran Sultan II. Abdulhamîd'e veya kendisine en yüksek makam, rütbe ve yetkiler veren ve 1922'lerin sonuna kadar yazışmalarında 'Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Mustafa Kemal..' imzalarını kullandığı Sultan Vahiduddin'e, gece-gündüz yatıp kalkıp dua etmesi gerekmez miydi?
Bir partinin İstanbul İl Başkanlığını yapan ve daha düne kadar M. Kemal'i 'Atatürk' diye anmadığı için baskılar altında, 'Mâdem ki, istiyorsunuz ve mutlu olacaksanız, aha da diyorum..' diyen bir hanım siyasetçi de, şimdi o eğilmeyle kalmamış olmalı ki, 'Lozan'a karşı olanlar, Atatürk'e ve Cumhuriyet'in kurucu kadrolarına ve değerlerine düşmanlık etmektedirler..' buyurdu.
Ortaylı da, 'Lozan Andlaşması'nın 'Türkiye için ebedî bir tapu senedi olduğunu' söylerken, bu andlaşma metnini ilânihaye / sonsuza kadar değiştirilemez bir belge gibi kabul ettirmeye çalışırken, bütün geleceği de 100 yıl önceki ağır şartlara ipotek etmiş olmuyor mu?
Bu arada hatırlayalım ki Yunanistan başbakanı Miçotakis, özellikle Kıbrıs ve Adalar (Ege) Denizi'ndeki düzenlemelerin artık eskimiş olduğunu, defalarca dile getirmedi mi; Lozan'ı zikretmeden.. 'Antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir. (...) Lozan ebedîdir.' sözleri de; nasıl bir cumhuriyet olduğunu halen de tartışılamaz en katı uygulamalarıyla bize dayatanın emperial güç odakları olduğunu itiraf değil midir?
Hele de Ortaylı'nın 'Lozan heyetinde İttihad- Terakki devrinin, II. Meşrutiyet'in ünlü hahambaşısı Hayim Nahum da vardı. Kongrede bilhassa o yeni Türkiye'nin yapacağı hukuk devriminden söz etti. (...) Şurası açıktır 1926 Medenî Kanunu ile vatandaşların dinlerine göre adlî statüde bulunmalarına lüzum kalmadı. Yani patrikhanelerin medenî davalarda ayrı bir yargı hakkına sahip olmaları, yine aynı şekilde bunun Musevî cemaati için söz konusu olması malûmdur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de laik eğitim başlatıldığı için cemaatlerin eğitim alanındaki farklı uygulamalarına da lüzum kalmadı. Bununla birlikte gayrimüslim cemaatlerin okulları Lozan'ın hükmü altında korunmaya alınmıştır.' şeklindeki paragrafı da, bir çok şeyleri zımnen itiraf etmiyor mu?
Ortaylı'nın elbette benimseyerek: 'Lozan, Türkiye'yi müstakil bir devlet ve Cumhuriyet olarak ilan etti. Vakıa, Cumhuriyet bundan sonra ilan edilecektir. Ama TBMM Hükûmeti'nin 1922 yılı Kasımından beri saltanat sistemini lağvettiği biliniyor.' sözleri de özellikle müslümanların Hılafet, gibi en aslî inanç kurumlarıyla ve daha sonrasında da, İslam hukukunun devre dışı bırakılması ve İsviçre Kilise hukukunun, 'Türk Medenî Kanunu' olarak aynen kabul ettirilmesi ve Alfabe Devrimi başta olmak üzere hemen bütün devrimlerin nice temel konularının, binlerce müslümanın dârağacında sallandırılması sûretiyle gerçekleştirildiği de, Lozan'da dayatılan ve o dayatmacılara verilen sözlerin devamından başka neydi ki? (Ki, Medenî Kanunun, 'Esbâb-ı Mucibe Layihası'nda 'Milletimizi 13 asırdır kuşatan itiqadât-ı müzebzeden (bozuk inançlardan) kurtulmak için' kabul edildiği yazılabiliyordu..
*
Sözün burasında, 24 Temmuz günü Reuters Ajansı'nın yaptığı değerlendirmeye de -özetle- göz atalım, Google'daki tercümeye dokunmadan..:
'Modern Türkiye'yi yaratan antlaşma, imzalanmasının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen bazıları için hâlâ acı verici.'
LOZAN, İsviçre (Reuters) - Modern Türkiye'yi şekillendiren Lozan Antlaşması, bazıları tarafından hâlâ büyük bir sevgiyle anılıyor, ancak özerk bölgeler ve Osmanlı dönemi suçları için adalet umut eden Kürtler ve Ermeniler de dâhil olmak üzere diğerleri için bir hayal kırıklığı olmaya devam ediyor.
Bu seslerden bazıları, (...) Bir Kürt köyünde dünyaya gelen ve şu anda Lozan'da çalışan Sevgi Koyuncu, imzalandığı sarayda çekilen bir röportajda halkının, "bir kongre tarafından reddedildiğini" söyledi. (...)
Ermeni büyükanne ve büyükbabası 20. yüzyılın başlarında misyonerler ve Fransız savaş gemilerinin yardımıyla bugünkü Türkiye'den kaçan İsviçreli Manuschak Karnusian için anlaşma "ikinci bir soykırım" gibi.
(...) Anlaşmanın mirasına bakan bir projede tarihçi olan Jonathan Conlin, (...) 1,5 milyondan fazla etnik Yunan ve Türk'ün mübadelesi gibi bazı sonuçlarının artık "korkunç bir hata" olarak görüldüğünü söyledi.
"Sanırım (antlaşma) devam etti, çünkü herkes bundan eşit derecede mutsuz" dedi.
*
Lozan, sadece Osmanlı için bir 'defin ruhsatiyesi' değil; bizi, 'adam etme antlaşması' da öyle mi?
Reuters'in yorumundan bu kısa özetlemeyi de bir kenara koyup, tekrar belirtelim ki..
Kendilerini, 'Şeyhin kerameti kendinden menkul, kendi iddiasına dayanıyor..' kabilinden, 'aydın' sayan niceleri de biz Müslümanların 'Lozan Antlaşması' sâyesinde cumhuriyeti, insan haklarına saygıyı, laikliği öğrendiğimizi sanıyorlar. O laik taifeye göre hepimiz insanlıktan habersiz ilkel insanların devamı imişiz de Lozan imdâdımıza yetişmiş!!..
Bre ileri zekâlılar, biz insan hakları anlayışını Lozan'da başı çeken ve 'beyaz insan'ın üstünlüğü' iddiasıyla, sadece Amerika'daki yerlilerden bile on milyonlarca insana 'jenosid/ soykırım' uygulayan İngiltere ve müttefikleriyle, onların çömezlerinden mi, ya da Lozan'daki 'kurtlar sofrası'nda kendisine de bir fırsat düşebileceği hayaliyle Uzak-doğudan gelen Japon İmparatorluğu'ndan mı öğrenecektik..
Onlar, kendilerine asırlarca tehdit, tehlike ve bir büyük güç odağı olan 'Hılâfet-i İslâmiye'yi de temsil ettiği kabul edilen Osmanlı'nın 'defin ruhsatiyesi' için bir araya gelmemişler ve nelerin yapılacağını, neler yapılması gerektiğini de dikte etmemişler miydi?
Şimdi Lozan'ın bu acı sonucu için 'cumhuriyeti de laikliği de insan hakları anlayışını ve demokrasi'yi de hep bu 'andlaşma'dan sonra öğrenmişler de onu kutluyorlar, kemalist-laikler..
Bu durum, gerçekte, 'Cellâdına âşık olan bazı idâm mahkûmlarında görüldüğü söylenen 'ahlâkî tereddi' derecesindeki aşağılık duygusunun yansımasıdır.. Onlar, İçinden çıktıkları Müslüman halkı düşman bilen dünyaya, 'Biz sizin bildiğiniz o Müslümanlardan değiliz.. ' mesajından veren ve onlardan itibar dilenen 'yığın'lar ise, bir ayrı faciamız...
*
Hayret son 100 yılımızı hâlâ resmî ideolojinin yazdırdığı ve gerçekleri gizleyen ve çarpıtan tarih kitaplarının bildirdiği kadarıyla okuyabiliyoruz.. Ve Lozan Antlaşması'nı imzalatan iradenin, gerçekte, çok önceden, 1905'lerde bile, 'Anadolu'ya yakın bir-kaç ada hariç, hepsini bırakalım,' dediğini, en kemalist kalemlerden Falih Rıfkı'nın yazıyor.. Anlaşılıyor ki, son 100 yılın doğru şekilde anlaşılabilmesi için, bir takım kimselerin ve resmî ideoloji iddialarının tartışılabilir olması gerekiyor.'
O tartışmanın videosunu gönderen diğer bazı okuyucular da ismi gizlenen kişilerden birisinin, Ankara'dan Lozan'a gönderilen resmî heyette bulunan Hahambaşı Hayim Naum olduğu tahmininde bulunuyorlar ve o Yahudi liderinin, 'başhahamının o heyette ne aradığını soruyorlar.
Belirtelim ki bu ismi, kimse telâffuz etmezken merhûm Erbakan 50 yıl öncelerden beri devamlı söylerdi de kemalist-laik matbuat bu iddiaları sulandırmak için ellerinden yaparlardı.
*
Ama, şimdi bakınız, tarihçi İlber Ortaylı bile, 'Lozan Antlaşmaları'nda etkili roller oynadığını ifade ettiği Hayim Nahum konusunu, 24 Temmuz tarihli Hürriyet'teki, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin ebediyete uzanan tapusu, Lozan' başlıklı yazısında şöyle anlatıyordu:
'Bugün Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yıldönümü. Antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir.
Lozan heyetinde İttihat Terakki devrinin, II. Meşrutiyet'in ünlü hahambaşısı Hayim Nahum da vardı. Kongrede bilhassa o yeni Türkiye'nin yapacağı hukuk devriminden söz etti. (…) Şurası açıktır 1926 Medeni Kanunu ile vatandaşların dinlerine göre adli statüde bulunmalarına lüzum kalmadı. Yani patrikhanelerin medeni davalarda ayrı bir yargı hakkına sahip olmaları, yine aynı şekilde bunun Musevi cemaati için söz konusu olması malumdur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de laik eğitim başlatıldığı için cemaatlerin eğitim alanındaki farklı uygulamalarına da lüzum kalmadı. Bununla birlikte gayrimüslim cemaatlerin okulları Lozan'ın hükmü altında korunmaya alınmıştır ve bugüne kadar devam etmiştir.'
(…) Lozan, Türkiye'yi müstakil bir devlet ve Cumhuriyet olarak ilan etti. Vakıa Cumhuriyet bundan sonra ilan edilecektir. Ama TBMM Hükûmeti'nin 1922 yılı kasımından beri saltanat sistemini lağvettiği biliniyor. (…)Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir. (…) '
Evet, Ortaylı ismini zikredip geçse de Hayim Nahum'un çabasıyla, 'Lozan Antlaşması'nda, İslam hukukunun devre dışı bırakıldığını, gayrîmüslimlerle Müslümanların farklı kanunlara tâbi olmaktan kurtulduğunu', hattâ 'Cumhuriyet'in de Lozan'da dayatıldığını, üstü kapalı ifadelerle anlatırken bir yere gelince konuyu muğlak geçiyor ve tabiatiyle bu Yahudi lideri Hahambaşı efendinin orada ne işi olduğunu tartışmaya bile gerek duymuyor..
Bu vesileyle, tekrar hatırlayalım, Lozan'ın 80. yıldönümünde, dönemin C. Başkanı A.N. Sezer, 'Laik Cumhuriyeti kendisine borçlu olduğumuz Lozan Andlaşması..' gibi ifadeler kullanıyordu.
Son sadrâzamlarından Ahmed İzzet Paşa 'Feryâdım..' isimli iki cildlik kitabında öyle acı tablolar çizer ki, Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan ağır yenilginin, Müslüman halkların şuûrunun uyanmasında daha bir yükselme fırsatı ortaya çıkarmışken, Anadolu'da verilen cihad hareketinin, sonunda, mâlum birkaç kişinin ve ismini açıkça verdiği bir 'paşa'nın ve etrafındaki kadroların şahsî hırsları, ihtirasları yüzünden, 6 asırlık 'kadîm Osmanlı Devleti'nin ve Hilâfet makamının perişan olduğunu' (C.1, sh.19) da yazmaktadır.
*
Bütün bunları hatırlamadan ve dün bir hendeğe nasıl yuvarlandığımızı hatırlamadan, ve gerekli şuûrlanmayı İslam milletinin beyinleri ve kalbleri uyanık evlâdları arasında sağlamadan ve tedbîrler almadan, dünden bugüne intikal sosyal ve fikrî hastalıklardan kurtulmadan; sadece 'İslam Birliği' ideallerinden söz etmek, çok havada kalacaktır. Ve unutmayalım ki Müslümanların gerçek mânâda, kendi inançlarına göre bir devlet oluşturmaya doğru en küçük kıpırdanışları bile içte ve dıştaki bütün emperyalist-şeytanî güçleri birlikte harekete çağırıyor. Bunu Mayıs 2023'de Türkiye'de yapılan başkanlık seçimleri öncesinde, içerde ve dışarıdaki bütün medya organlarının yayınlarında ve hattâ diploması alanlarında verlen beyanlarda bile Tayyib Erdoğan'ın seçilmemesi için ileri sürdükleri gerekçeler esnâsında da görmedik mi?
*
(Bu konuyu irdelemeye devam edeceğiz, inşaallah..)
Selahaddin Eş Çakırgil
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Osmanlıdan sonra - İslâm Birliği arayış ve ideallerinden bugüne - 2 (22.08.2023)
- İslâm Birliği arayış ve ideallerinden bugüne... (17.07.2023)
- ‘Kutlu Feth’in 570. yıl dönümü sabahı (27.05.2023)
- ‘İbrahîm veya Nemrud tarafında olmak’ seçimi! (10.05.2023)
- ‘Seçim’, depremin ağır tahribâtını giderecek bir iradeye yol açmalı; yeni sosyal depremlere değil.. (18.04.2023)
- ‘Depremler var, depremlerden içeruu…’ (06.03.2023)
- ‘Bir dokun, bin ‘Âhh…’ dinle; ‘Kâse-i fağfûr’dan.. (26.01.2023)
- ‘Cumhuriyet’ Cumhuriyet miydi?.. (20.12.2022)