Arama

Selahaddin E. Çakırgil
Mayıs 10, 2023
‘İbrahîm veya Nemrud tarafında olmak’ seçimi!

Bütün Enbiyaullah (peygamberler), insanlara, -tek yaratıcı olan Hâlik'ın- Allah-u Teâlâ'nın, halk ediş/yaratış hikmetlerinin idrak olunmasını ve böylece insanlık şeref ve haysiyetlerini koruyabilmeleri için, başka hiçbir güç ve varlık önünde eğilmemelerini öğretir.

'Lâ ilâhe illallah'ın mânâsı, gerçekte, insan için, 'ezelden ebed'e kadar hiç değişmeyecek olan bir 'Hürriyet Beyannâmesi', bir 'özgürlük manifestosu'dur: Yani, 'mükevvenâtı, hayatı, her şeyin ezelî ve ebedî nizamını, kanununu, Allah'tan başka belirleyen hiçbir ilâh yoktur.' Ve, her şey ancak Allah'ın kanunlarına uygun şekilde yapıldığında, hayat, aslî mihverine oturmuş olur.

Esasen, bu mânâsı itibariyle, 'muslim' kelimesi, 'Allah'a teslim olmuş' ve O'ndan başka -çeşitli dillerde- 'İlâh, Tanrı, Hudâ, Dieu, Theo, God, Om, vs..' diye anılan hiç bir 'ilâh'ı kabul etmeyen kişi ve toplumları kuşatan bir genel isimlendirmedir.

*

Rüşd yaşına gelmiş olan akıl sahibi her kişinin, kendi hür iradesiyle yaptığı seçim veya tercih konusunda biz Müslümanlar, bu inancı, zorlama olmaksızın, kendi hür irademizle kabul ettiğimiz için, 'muslim/ teslim olan..' isim-sıfatıyla isimlendirilmişizdir ve bu 'muslim' kelimesi, sadece lafzî mânâsıyla anlaşılmayıp, 'Müslümanlar'ı anlatmak için kullanılan bir ıstılah olarak bilinir, bütün dünyada.. Hür irademiz olmaksızın, etrafımızdan, ebeveynimizden, sosyal çevrelerden edindiğimiz inanç kırıntıları veya bir takım davranış şekillerimiz, bizi doğru yola doğru yöneltiyorsa, yine de 'taklid' seviyesindeki bir yaklaşımdır ve bu hal, 'tahkîk / tahkik/ hakikati araştırmak' seviyesine ulaştırılmadığı sürece, verimsiz olur.

Nitekim, Kitabullah'da, 'atalarınız yanlış'taysa, yine de onların ardından mı gideceksiniz?' diye sorulur.

Bakara Sûresi, 170'in meâline bakalım: 'Onlara, 'Allah'ın indirdiğine uyun!' denildiğinde, onlar, 'Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak, ona uyarız' dediler.'

'Ataları bir şeye akl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi?'

Bu açıdan bakıldığında, biz Müslümanlar, Hz. Muhammed (SAV)'in elinden insanlığa sunulan ilâhî mesajı, hiç bir baskı veya zorlama, tehdit altında olmadan; tam tersine, nice sıkıntıları, baskıları, acıları, öldürülme tehditlerini önceden ve kesin kararlılıkla göz önüne alarak, kabullenmişizdir.

Bu anlayış, ferd olarak -fiilen bazı noksanlıklar olsa bile, en azından- itikadî açıdan, hemen hemen her Müslüman'ı kuşatan bir durumdur.

Bu yüzdendir ki Kur'an-ı Kerîm'deki 'Lâ ikrâhe fi-d'dîn' (ed-dînde -yani, ed-dîn' olarak, 'asıl din' olarak nitelenen İslâm'da- zorlama yoktur.' buyrulduğu gibi; Hz. Peygamber (SAV)'in metodunda ve son 10 yılı bir devlet organizasyonu şeklinde olmak üzere, 23 yıllık nübûvvet döneminde, kimseye, o âyete uygun olarak, İslâm'ı kabullenmeleri yolunda bir baskı asla söz konusu olmamıştır. Ama, tam tersine, Müslüman olanlara, Ebû Cehil ve Ebû Leheb örneklerinde olduğu gibi, en ağır baskı ve zulümler sergilenmiştir. Elbette bu durum, önceki bütün Enbiyaullah'ın siyerlerinde de cereyan etmiş ve onlara ve bağlılarına düşman olanlar da ağır zulüm ve baskıları tezgâhlamışlardır.

Önceki ilâhî Peygamberlerin sünnet ve sîretleri de aynı değil midir?

Hz. Mûsa'nın ve bağlısı olan İsrailoğulları'nın başına Firavun ve onun yönetim mekanizması tarafından tezgâhlanan entrika ve zulümleri nasıl görmezlikten gelebiliriz?

Hz. İsâ Aleyhisselam'ın bağlılarının, ilk İsevî'lerin /Hristiyan'ların, (o zamanlar Filistin, Şâm ve Anadolu diyarlarına da hükmeden) Roma İmparatorluğu'nun baskısından kurtulabilmek için, dağlarda, kayalardan evler ve kiliseler yontarak gizlendikleri, Niğde- Göreme civarında olduğu gibi, kaya evlerinde, ağır zulüm uygulamalarını gözümüzün önünde canlandırmadan ya da şehirlerin arenalarında, on binlerce seyircilerin gözü önünde, aç aslanlara parçalatılan o ilk müminlerin ne ağır bedeller ödeyerek hür insan olmanın insanlardan neler beklediğinin en çarpıcı örneklerini bırakmadılar mı bize?

Evet, iman, gerektiğinde böyle, ağır imtihanlardan geçmeyi göze aldırır..

Uyduruk veya yalancı değil, gerçek Peygamberler'in gerçek bağlıları, her türlü baskı ve zulüm ve ölümler altında bile, geri adım atmamışlar, hayata bakış açılarının aslî çizgisi olan 'din'lerinden vazgeçmek yolundaki baskılara rağmen inançlarından vazgeçmemişlerdir. Bu da, hayatın her alanında, tercih veya seçimlerini yaparken, iradesinin inancının aslî ölçülerine uygun olmasını gerektirir.

Evet, bu konu, ele alacağımız konunun itikadî- fikrî temelleri olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü, bir insanın ve halkın dünyaya bakışının asıl ölçüsüdür, din.. Bu bakımdan, çeşitli dinler vardır, hattâ dinsizlik dini bile.. Türk Dil Kurumu'nun eski bir tanımlamasında, din kelimesinin ne demek olduğuna izah getirilirken, bir örnek cümlede kullanılması ve 'Kemalizm Türk'ün dinidir..' denilmesi, bu alanda gösterilecek en ilginç örneklerden birisidir.

Ve gelelim, her seçimde Müslüman olan insanların/halkların aslî ölçüsünün, inanç kıstasları olduğunu hatırlayarak, 14 Mayıs seçimlerine..

*

Evet, bugünler Türkiye'de yapılacak olan seçimler hemen hemen bütün dünya tarafından dikkatle takib olunuyor. Müslüman coğrafyaları, 'Müslümanlar, inşaallah, siperlerini emperyalistlerin yerli kuklalarına kaptırmazlar..' diyorlar. Esasen, Miladî-2023 yılında üç büyük ve önemli seçim olacağını yılbaşından beri emperyalistlerin elindeki medya organları dünya kamuoyuna devamlı hatırlatıp duruyorlardı. Bu üç seçimin ortak özelliği, üçünün de Müslüman halkların büyük bir ekseriyet halinde yaşadıkları coğrafyalarda yapılacak olmasıydı. Bu üç ülke, Afrika'nın, 225 milyonla, en yüksek nüfusuna ve en güçlü ekonomisine sahib Nijerya, ve Asya'da, bir nükleer güç sahibi olmasıyla ayrı bir özelliği olan 220 milyon nüfuslu Pakistan ve 90 milyona yakın nüfusuyla Asya ve Avrupa kıtaları arasında, yüzde 98'inin Müslüman olduğu kabul edilen Türkiye idi..

Yüzde 70'inden fazlası Müslüman olan Nijerya toplumuna, özellikle hayat pahalılığı ve işsizlikten bunalan kitleleri cezbetmek için, emperyalist dünya'nın yaldızlayıp sunduğu isim, Peter Obi isimli bir Katolik bir büyük işadamı idi. Amma, Müslümanlardan da iki güçlü aday vardı, C. Başkanlığı için: Ahmed Tinubu ve Atiku Ebû Bekr..

'Böylece, Müslüman kitlelerin rey ve iradesi ölünecek ve belki, Peter Obi, 'Başkan' seçilecekti. Neyse ki o hesaplar tutmadı ve Ahmed Tinubu kazandı seçimi, 25 Şubat günü yapılan seçimde..

*

Pakistan seçimi, 2024 girmeden yapılacak ama henüz tarihi net olarak belli değil..

Ama, Türkiye seçimleri için artık vakit tamam oldu sayılır..

Ve ilginçtir, Orta Asya'daki Müslüman halklar, İran, Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve İran'dan ve Arab ülkelerinin hemen her köşesinden ve Afrika'dan yükselen temenniler, dualar, Türkiye'de Tayyib Erdoğan'ın kazanması yönünde.. Çünkü, Türkiye'yi 21 senedir yöneten Erdoğan'ın, dünyanın her yanındaki özellikle orta ve alt gelir grubuna aid halkların karşılaştıkları felâketlerde yardım ekiplerini hemen o coğrafyalara ulaştırması ve hele de Müslüman coğrafyalarında, bu zamana kadar görülmeyen bir kardeşlik anlayışıyla, müslüman halklara el uzatması, Türkiye'yi ve Erdoğan'ı o halkların gözünde bir büyük kahramana dönüştürdü.

Bütün bunlar bu halkların her birisinin, Erdoğan için hayır-dualar etmeleri, hattâ Erdoğan'ı öven, onun için dua eden marşların ve diğer hareketli müziklerin yapılmış olması, en azından son 100 yıl boyunca Türkiye'deki hiçbir lidere gösterilmeyen bir muhabbet hâlesini yansıtıyor. Bu tablonun ortaya çıkmasında, bu halkların uyanmasında muhakkak ki, emperyalist dünyanın medya organlarında yıllardır, yürütülen Tayyib Erdoğan karşıtı ve onun iktidardan gitmesi için, başta Amerikan Başkanı Joe Biden olmak üzere, emperial -kapitalist liderlerin Erdoğan'ın iktidardan gitmesi için medya organlarının yardımıyla dünya çapında bir kampanya yürütmesi de etkili oldu.. Erdoğan hakkında o emperyalist-şeytanî güç odaklarının topluca sürdürdüğü o düşmanca kampanya olmasaydı; Müslüman coğrafyalarından bu kadar büyük bir destek dalgası da yükselmeyebilirdi. 'Haçlı Saldırganlar'ın, Erdoğan'la derin meseleleri olmalıydı ki, hep birlikte, uluslararası bir koro halinde 'Erdoğan, gitmeli!' diyorlardı.

Örnek olarak…

İngiltere'nin ve kapitalist emperyalizm dünyasının etkili haftalık dergilerinden 'The Economist'in '6- 12 Mayıs 2023' tarihli sayısının kapağında, bir köşede Türkiye Bayrağı, diğer köşede, 'ERDOGAN MUST GO!' (Erdogan gitmeli!) başlıklı temenni ve tavsiye cümlesi ve 'demokrasinin kurtarılması ve seçimler'i konu edinen diğer iki küçük başlık daha.. Sonra da, ortada kocaman harflerle 'THE MOST IMPORTANT ELECTION OF 2023 / 2023'ÜN EN ÖNEMLİ SEÇİMİ' başlığı yer alıyordu. Ama, en önemlisi, elbette ki 'ERDOĞAN GİTMELİ!' şeklindeki ifade idi.

The Economist'in yorumunda, "Erdoğan'ın yenilgisinin dünya çapında global sonuçları olacak ve her yerdeki demokratlara diktatörlerin yenilebileceğini gösterecek" deniliyordu.

Derginin içinde de 'Biz, Kılıçdaroğlu'nun C. Başkanı olmasını istiyoruz..' dediği aktarılıyordu.

Sadece İngiltere mi?

Alman gazetelerinin 'Almanya'daki Türkiyeli seçmenlerin büyük ekseriyetinin Erdoğan'a destek verdiklerine' değinerek, 'Burada özgür bir şekilde yaşayıp, Türkiye'deki bir diktatörü niye destekliyorsunuz?' gibi başlıklar attıklarını bilmiyor muyuz?

Almanya'nın 45 milyon tirajlı haftalık Stern ve Der Spiegel gibi dergilerinin kapaklarındaki söz ve fotoğraflarla verilen mesajlar da Almanların Türkiye'yi ne kadar ve elbette niçin sevdiklerini göstermesi açısından ilginçti.

Hele, Der Spiegel dergisinin son haftaki kapağında ise bir altın yaldızlı ve amma Hilal'i parçalanmış, sağından solundan çatlamış bir saltanat koltuğuna oturtulmuş, çok suratlı ve saldırmaya hazır bir tip şeklinde oynanmış fotoğraflı bir Erdoğan ve 'Unbe'siegbare /Mağlûb edilemez..' yazısı.

Fotoğrafın altında ise 'Aufbruch oder Chaos /Devam ya da Kaos' ve 'Was Passiert /Nasıl gidebilir/yenilebilir'; 'Wenn Erdogan Verliert / Şayet Erdoğan kaybederse..' gibi ihtimal hesapları yapılıyordu..

Fransız medyasının haftalıklarından 'Le Point' dergisi de 'Erdogan, L'autre Poutine' (Erdoğan, bir başka Putin..) kapağıyla yaklaşıyordu konuya. 'L'Express' dergisinin kapağında da, 'Erdogan, le risque du chaos' (Erdoğan, kaos tehlikesi..) ifadesini kullanılıyordu.

Ama, hepsinin ümidi kendi beslemeleri olan PKK örgütü gibi, Kılıçdaroğlu'ndaydı. Çünkü, 'O seçilirse, Türkiye yeniden Batı ile ilişkileri normalleştirecek; kemalist çizgiye dönecek'miş.. Ayrıca, Kılıçdaroğlu, 'Ukrayna konusunda da Batı ve NATO ile birlikte hareket edeceği'nin sözünü veriyormuş..

BBC muhabiri Orla Guerin ise, Kılıçdaroğlu'nun kendisine 'Kremlin'le değil, Batı ile ilişkilere öncelik vereceğini' söylediğini aktarıyordu. Bu da onlar açısından ayrı bir tercih sebebiydi. Çünkü, Amerika ve Avrupa merkezli emperyalist dünyanın aldığı birçok kararlara Erdoğan Türkiyesi uymuyordu. Üstelik de Türkiye, 70 yıldır, NATO üyesi olduğu halde; NATO dünyasının direktiflerine kulak asmıyordu.

İnsanın, gayriihtiyarî, 'Size ne! Siz mi seçeceksiniz, kimin Başkan olacağını, Türkiye halkı mı?' diyeceği geliyordu. 'Biz sizin başınızdakilerin, Kral'ın (veya 60 yıl kadar tahtta kalan ve birkaç ay önce ölen Kraliçe'nin) veya başbakanlardan kimlerin gitmesi veya kalması' konusunda tavsiyelerde bulunan yayınlar yaptık mı, yapıyor muyuz?

*

2023'ün en önemli seçimi olarak Türkiye seçimlerinin konu edinilmesi tabiî sayılabilir, kendi menfaatleri ve ilgileri açısından.. Ama, içimizden birilerini 'düşman' olarak nitelerken, onun karşısındakileri de kendi adamları ve kuklaları olarak nitelemiş olmuyorlar mı?

Esasen, emperyalist dünya, 2023'deki üç büyük seçimin yapılacağını yılbaşından beri söz konusu ediyordu. Bu üç ülkenin de Müslüman coğrafyalarından olduğuna ve bunların Nijerya, Türkiye ve Pakistan seçimleri olacağına aylarca öncesinden birkaç defa değinilmişti, bu sütunda..

Ve 14 Mayıs'ta yapılacak Türkiye Seçimleri'nde, emperyalist dünya, Nijerya'dan sonra, bir de Türkiye'de yenik çıkmak istemiyor.

Burada, üzerinde asıl durulacak konu, emperyalist dünyanın, Müslüman coğrafyalarındaki seçimlere ve hele de Türkiye seçimlerine, niye bu kadar yakından ilgi duyduğudur.

Elbette, bizler de dünyanın başka yerlerinde yapılan seçimlerde kendi dünya görüşümüze daha yakın bulduğumuz lider veya grupların kazanmasını temenni edebiliyoruz; ama o ülkelerin ve halkların iç işlerine karışarak, onlara tehditler yağdırarak değil..

Ama, 'Haçlı ruhu' ve 'emperyalist görüşler' yan yana gelince, onların bütün dünyayı ve hele de müslüman coğrafyalarını kendilerine göre düzenlemek iştihaları daha bir kabarıyor.

Hem de bir 'Haçlı Saldırganlığı' halinde.

Bunu da tabiî karşılamalı. Hele de emperyalist dünyanın Müslüman coğrafyalarında son 300 yıllık zaman diliminde tezgâhladığı entrika ve zulümleri hatırlarsak, güçlenen her bir Müslüman güç onları korkutuyor; bu hele de 600 küsur yıllık Osmanlı ve 300 yıla yakın Selçuklu döneminin merkezi ve de jeo-politik ve stratejik açıdan önemi açık olan, Anadolu coğrafyasında olması.

Hatırlayalım, 2002'de Amerikan Başkanı G. Bush, 11 Eylûl 201'de Amerika'da meydana gelen büyük ve korkunç saldırılarda, Usâme bin Laden'in El' Qaide Teşkilatı'ndan ayrı olarak Saddam Irakı'nın da dahlinin olduğunu iddia ederek Irak'a saldırırken; bu savaşlarının bir Haçlı Savaşı (The Crusades) olduğunu' açıkça ifade etmiş ve askerlerini de 'The Crusaders' diye övmüştü.

Ve şimdi ki Amerikan Başkanı Joe Biden da, 3 yıl önce açıkça, 'Türkiye'de Erdoğan'ın, içerdeki muhalefetle işbirliği yaparak, iktidardan, demokratik yolla uzaklaştırılması gerektiğini, çünkü onun Amerika'nın siyasetlerine aykırı hareket ettiğini' söylememiş miydi?

Bunu böyle söylemeleri için bir çok sebep de var elbette... Doğu Akdeniz, Afrika, Balkanlar, Kafkaslar ve hele İran ve Suriye'de... Kezâ, Rusya -Ukrayna Savaşı'nda, iki tarafın da itimad ettiği, iki tarafla da konuşabilen ve iki tarafın yanlışlarını da taraflara açıkça söyleyebilen dikleşmeden, dik duruşlu bir Erdoğan Türkiyesi'ni yenilgiye uğratmak için; Amerikan ve NATO ve AB dünyası ve diğerleri, menfaat ve tahakküm siyasetlerine karşı tehdit oluşturan Erdoğan'a karşı, entrika planları niye devreye sokulmasın? Çünkü, emperyalist dünyada ve onların hele de Müslüman toplumlar içinde, 100 yılı aşkın bir geçmişleri olan laik ve yerli uşaklarının beyinlerinde oluşan korku şudur: 'Müslüman dünyasının dünya siyasetinde hasretini çektiği bir güç odağı yükseliyor.'

Gelir seviyesinin geçmişe göre çok yükseldiğini ve modern otoyollar, köprüler, tüneller, hastaneler, fabrikalar ve hele de teknoloji alanında, 60 yıldır sözü edilen ama bir türlü yapılamayan ilk otomobil, İHA, SİHA, TCG uçak gemisi, SİHA tipi, AKINCI, KIZILELMA, insansız savaş uçakları, savaş helikopterleri, tanklar ve dünyayı hayrete düşüren ve hayran bırakan savunma sanayi alanındaki diğer gelişmelerden, Müslüman halklar gurur duyarken, emperial güçler de rahatsız olacaktır elbette.. Çünkü, bu gelişmeler, dünya çapında dostlar için hayranlık, düşmanlar için korku kaynağı oluşturuyor.

Kılıçdaroğlu'nun, Rusya- Ukrayna Savaşı konusunda iktidara geldiklerinde 'Kremlin'le değil, Avrupa ile işbirliği yapacakları'na dair sözleri bile her şeyi izah ediyor.. Kaldı ki, Kılıçdaroğlu'nun iddia ettiği gibi, Erdoğan Türkiyesi, 'Ukrayna- Rusya arasındaki savaşta, bir taraf da tutmuş değil.. (Davutoğlu, Türkiye'de iktidar makamlarından ayrılmak zorunda kaldığında, Amerikan makamlarının, 'Davutoğlu'yla çok iyi bir işbirliği içindeydik, üzüldük..' deyişlerinin mânâsını şimdi daha iyi anlıyorum..') Ve, Erdoğan Türkiyesi, Amerika, AB ülkeleri ve NATO ile birlikte hareket etmediği gibi, Rusya ile de birlikte hareket etmiyor ve dünyada savaşan bu iki ülke ile de konuşabilen tek lider Erdoğan...

Bunu Fransa Başkanı Macron bile itiraf etti, geçenlerde; 'İki taraf arasındaki bu savaşla ilgili olarak her iki tarafla da konuşabilen tek liderin Erdoğan olmasından memnun musunuz?' diye taş da atmaya çalışarak..

*

Üstelik de, muhalefet adayı olarak ileri sürülen Kılıçdaroğlu'nun, devamlı NATO ve Batı vurgusu yapması, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda, -iki taraf arasında bir denge unsuru olmaya çalışan Erdoğan siyasetini terk edip- Ukrayna'nın yanında yer alacaklarına ve Suriye, kendisiyle ortak sınırları olmayan Amerika, İran ve Rusya arasında fiilen bölünmüş iken, Türkiye'nin 400 yıllık bir geçmiş beraberliği ve 900 km.'dan fazla bir ortak sınırı ve sınırın öte tarafında da Türkiye için tehdit teşkil eden PKK ve uzantısı terör mekanizmalarının bulunmasına göz yumarak, Suriye'den çekileceklerine dair açıklamaları bile, 14 Mayıs seçimlerinin öneminin niçin dünya çapında sonuçları olacağı ihtimaline götürmesin bizi?..

*

Seçimlerin eşiğinde..

Bir de, Amerika, AB ve NATO dünyasının seçim kazanmasını umutla bekledikleri Kılıçdaroğlu'nun bazı sözlerine de kısaca değinmekte fayda var..

Kılıçdaroğlu'nun 'idol' olarak edindiğini defalarca belirttiği Ecevit'in, 1977 sonunda, siyasî hayatında bir 'utanç tabelâsı' halinde duran ve Adalet Partisi'nden 11 m.vekilini 'satın alıp, herbirisine bakanlık vererek, Demirel Hükûmeti'ni düşürdğü ve başbakan olduğu 'Güneş Motel Rezaleti'ni hatırlatacak şekilde, 6-7'li hattâ 9'lu Masa entrikalarıyla, C. Başkanı seçilirse, 8 kişiye Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı makamı ve ittifak ettiği partilere de güçlerine göre en azından 1 bakanlık vereceğini vaad eden Kılıçdaroğlu, bir taraftan da, Londra'lı kapitalistlerden ülkeye, 300 milyar dolar 'temiz para' getirdiğini ve dahası, yurt dışına kaçırıldığını ileri sürdüğü 468 milyar doları ülkeye geri getireceğini vaad ediyor, o para babaları, bu KK Bey'i niye bu kadar seviyorsa. Bu kişi, geçen sene de, 'Merkez Bankası'nın 128 milyar doları eridi- gitti, buharlaştı..' derken, bu yalanı tutmadı. Merkez Bankası'nın şu anda da 115 milyar dolarının olduğu açıklanıyor. Öyleyse, daha büyük rakamları söyleyerek toplumu uyuşturmaya unutturmaya çalışması gerekiyor. 'Yalanları unutturmak için, hep, daha büyük yalanları söyle!' dememiş miydi, Adolf Hitler'in ünlü Propaganda Bakanı Goebels?

*

Bu arada, KK Bey, geçtiğimiz günlerde, seçim öncesinde, kendisi hakkında gerçek dışı birtakım ses ve görüntülerin ortaya çıkarılabileceğinden söz ederek, bunlara itibar edilmemesini, esasen bu gibi yapmacık seslendirme ve görüntüleri çürütecek teknolojilerin de olduğunu da bir 'gözdağı vermek' havasında söyleyiverdi.. Anlaşılan, KK Bey, Deniz Baykal hakkında ortaya çıkan utanç verici kasetlerden sonra istifa etmesiyle, bugünkü konumuna geldiğini hatırlayarak, kendi başına da bir külah geçirilebileceğinin korkusuna kapılmıştı..

Özellikle de KK Bey, Amerika'ya gittiğinde, özellikle 8 saat kimseye görünmeden, nerede olduğu ve kimlerle konuştuğu üzerine ortaya atılan iddia ve ihtimallerin başını ağrıtabileceğini hatırlamış gibiydi ki, önceden böyle bir açıklama yapmak gereğini duymuştu..

Ama, daha ilginç olan ise, KK Bey, kendisi hakkında böyle uyduruk ses veya görüntüler çıkarsa, bunun mümkün olduğuna örnek olarak, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde, Erdoğan için de öyle iddiaların ileri sürüldüğünü de belirtiyordu. Yani, Erdoğan için söylenenlerin de uyduruk olduğunu itiraf ve kendisine de zımnen öyle oyunlar kurulabileceğini ifade ediyordu. Halbuki, o yıllarda, KK Bey değil miydi, o iddiaları gerçekmiş gibi, Meclis Kürsüsü'nden de medya organlarında ve muhtelif konuşmalarında da yıllarca anlatıp duran?

Şimdi, kendisine de bir tuzak kurulabileceği korkusuna kapılınca, Erdoğan'dan özür dileyecek bir dürüstlük gösterip, helâllik dilenseydi, -aradan o kadar zaman geçmiş olsa bile- yine de, anlayışla karşılanabilir ve hattâ alkışlanabilirdi, belki..

Ama, KK Bey, geçen gün de, Boyabat'ta 'Biz buradan çok az oy aldık, alıyoruz. Ama, bunun için sizi değil kendimizi suçlayacağız..' diyor ve 'Çünkü biz Ankara'da oturup oralardan konuştuk..' diyordu.

Biz derken, açıkça söyleme de, sözünü ettiği 'Biz' zamirinin içindeki asıl hükmî şahsiyet, taa başta, ilk ve ikinci Şeflerinden itibaren, bütün bir 100 yıllık dönemin asıl iskeletini oluşturan CHP idi. Ve bütün ülke bir Boyabat idi. KK Bey, benzer konuşmaları, Doğu ve Güneydoğu'daki uygulamaları için de sorabilir miydi, ekranlardan? (Kapalı kapılar ardında HDP'ye ne sözler verdiğini ise, söylemeye- açıklamaya cesaret edemiyor; HDP'nin S. Sakık gibi bazı etkili isimlerinin 'Açıkla!' diye talep etmelerine rağmen..)

Ama, K. Kılıçdaroğlu, partisinin geçmişteki nice zulümleri için özür diliyormuş gibi yaparak helâlleşmekten söz ederken, geçenlerde, 'Biz, kendimizi de suçlayalım, CHP yanlış yapmadı mı? diye soruyor ve 'Sabahattin Ali'yi kim öldürttü? CHP... Nâzım Hikmet'i kim hapsetti? CHP...' diyor ve böylece, 'Dervişin fikri, neyse zikri de odur' sözünce, CHP'nin 100 yıllık zulümlerinden bahsederken, sadece bu iki örneği söyleyebiliyordu, kendi ideolojik aidiyetinin yarası olarak..

*

Evet, ülke bir seçime giderken, herkes hür iradesiyle, hayatının aslî değerleri ne ise, o ölçülere göre bir yarının kurulması için, oy verecektir- vermelidir. Kapitalistler, marksistler, kavmiyetçiler- ırkçılar, laikler, faşistler, komünistler, teröristler, Amerikancılar, IMF'ciler, evet, her birisi geleceğin şekillenmesi için, bir damla mesâbesinde de olsa, bir oy vererek sorumluluk almaya çalışacaktır.

*

Herhalde, 'Ben Müslümanım diyen insan da, inanç değerlerini yarının şekillenmesi etkili, daha da etkili olabilmesi için, 'bu çorbada bir fiske tuz da benden!..' diyebilmeli.. Bu idrak ve şuûrla, inşaallah hayırlı yarınlarda buluşmak ümidiyle..

Selahaddin Eş Çakırgil

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN