Bilinebilinirlik ile düşünülebilinirliğin ötesi
1. Tarîf yoluyla dile getirilen, 'söze dökülen' kavram, düşüncedir. Şu durumda dile getirilmemiş, söze dökülmemiş kavram, henüz düşünceleşmemiştir. Bilincinde olmadığımız kavram, 'bizim için' var değildir. Öyleyse dile getirdiğimiz, haberli olduğumuz, bilincinde bulunduğumuz kavram, düşüncemizle örtüşür.
2. İdeadan akla, sezgi dediğimiz, doğrudan doğruya yansıyan kavramın öz anlamı, yanî manâ, yine aklın, aşkın olan hakîkata açılan 'göz'üdür. Yaptığı tarifle akıl varlığı, hakîkî olanı, demekki ideayı, kısmen dahî olsa, 'dillendirir'. Kendini temsil eden kavram aracılığıyla ideayı kısmen biliriz. Kendini temsil eden kavram aracılığıyla ideayı araştırmak aklın transsendental işlemidir. Akıl, transsendental işlemlerinde derinleşip keskinleştiği ölçüde ideanın manâsına yaklaşır. Fakat hiçbir zaman ideayı tüm tümelliğinde kavrayamaz. Akıl, ideaya bunun kendini temsîl etme yetkisini tanıdığı kavram 'kapı'sından geçerek 'yaklaşabilir' ancak.
3. İdeanın, kendi-başına kendikendisi kaldığı düzlem, vâcibivucuttadır. Şu durumda idealar, Mutlak Varlık çerçevesinde mütâlea olunurlar. Ne var ki Mutlak Varlık yahut Vâcibivucut, felsefenin transsendental aklının erişim imkânlarının üstünde yahut ötesindedir. Burası 'gayb'ın[i] yahut 'sırr'ın[ii] hükmündedir. İnsanşumûl mantık kuralları ve gidimli düşünme biçimleri ile yöntemlerinin belirlendiği transsendental aklın hiçbir vechileyle uzanıp erişemeyeceği Hakîkatın bu transsendent kesitinde Küllî İrâde kaderi tayîn eder. Nitekim Tasavvufta, öncelikle de Maktûl Şeyh lakabıyla tanınan Şehâbeddîn Yahyâ Sühreverdî'nin (1154 - 1191), "Kitâb el-Hikmet el-İşrâk" başlıklı eserinde zikrettiği Ceberût ile Melekût, yanî 'Melekeler' âlem kesimleri, birarada, transsendenttirler. Ceberût, 'varlığ'ın 'salt hakîkat' hâlinde belirdiği âlem kesimidir. 'Varlığ'ın bu 'salt hakîkat' hâline Eflâtun, idea demiştir. Melekût kesimindeyse, idea, artık, şaşmaz, kesinkes (Ar yakîn) bir biçim verici, biçimleyici 'meleke' yahut 'kuvve'dir.
4. 'Gayp', 'sınır'dır. İnsanın akıl-zihin işleşiyle, demekki dimâğıyla erişebileceği sahanın dışı yahut ötesi 'gayp'tır dedik. Bilinemezliğin iki vechesi bulunur: İnsanaşkın ile insaniçkin. Birincisi, Hakîkatın melekeler kesimine ilişkinken, ikincisi, insanın gönül-duygu âlemine dairdir. Kimse, nice yakını olursa olsun, karşısındakinin 'iç'inden geçenleri 'okumak' sûretiyle onu bilemez. Bu arada bilgiyi, her vakit denetlenip kanıtlanmış inanç şeklinde tarîf ettiğimizi bir daha hatırlatalım.
İnancın kendisi öznel olmakla birlikte, onun bilgiye dönüştürülmesi, onu 'öznelerarası-nesnel' konuma sokar. Kişinin içinde olup bitenler, onun kendisinde mahfûzdur. 'Mahfûz' olan 'mahrem'dir. Mahremi bilmek, bilgi öğretisince imkânsız olduğu gibi, ahlâkca da sakattır, yanlıştır. Öyleyse kişinin içinde geçenler 'öznel' kalmağa hükümlüdürler.
Mahremlik mesâbesinde mahfûz olan öznedir. Şu durumda bir varolan, varlıkca mahremlik mesâbesinde mahfûz değilse, onun öznelliğinden bahsedilemez. Yapıca özne vasfını gösteren bir varolan, 'iç'ini 'dış'a bilinir kılması varlıkca imkânsızdır. Öznenin kendi varlık bütünlüğünü oluşturan özelliklerinin tümü onun kimliğidir. Görüldüğü gibi, mahremlik, mahfûz-olma, kimlik ile özne, birbirlerininin yerini tutmamakla, demekki birbirleriyle örtüşmemekle birlikte, birbirlerini tamamlarlar. Kısaca mahremlik mesâbesinde içkin-özelliklerini mahfûz tutan, böylelikle kimlik sergileyen varolan öznedir. Özne olan varolan, insan bireyidir. İnsan bireyine kişi diyoruz. Kişinin özellikleri eşsiz emsâlsiz olduklarından, dışarıdan bilinemezler. İmdi o, gayptadır. Kişi, bu anlamda 'yalnız'dır. Nerede ve kime karşı öyledir? İnsanlar arasında ve öteki kişilere karşı bir-başına-kalmış-durumdadır. Gaybında onu 'tümüyle tanıyan' Allahın indindeyse, o, bir-başına-kalmış-durumdan kurtulur.
5. Ben-kişisi ile öteki-ben-kişisi arasında oluşan 'seziş-irtibâtı' dostluk bir sevgi türüdür. Seziş-irtibâtının hâlis tezâhürü, annenin evlâdına duyup gösterdiği şefkat ve kadın ile erkek ilişkisinde görülebilinir. Kadın - erkek ilişkisinde dirimsel-kalıtsal ortak paydadan bağımsız hâlde karşı cinsiyetten iki kişi, bir bütünlük oluşturmak üzre, hem lafzî hem de mecâzî anlamda, tüm çıplaklıklarıyla birleşip imtizâc eder. Bu çeşit dostluğa aşk adı verilir. Tutkuyu, fedâkârlık ile sabrı kapsayan aşk, en yüksek dereceli sevgidir. İkisinin fışkırdığı pınar, 'gönül'dür.
6. Sonuçta, evrim açısından zorunluluk bulunmamakla, birlikte, nihâyet insan olayında tâçlanan karşıt cinsiyetlerin ilşkisinin hikmetisebebi, 'aşk'ta odaklanan 'hâlis dostluk'tur.
7. Hakkında sezginin bile hiçbir şey bildirmediği, bildiremediği Allah'ın 'zât'ıdır. Onun 'zât'ı 'Mutlak gayp'tadır, 'sır'dır. Kendini bizlere, Tebliğinde "Rabbim", "Rahmanım", "Rahimim", "Gafûrum", "Samedim" biçiminde bildirdiği ölçüde Hakkında haberliyiz.
Gaybın bir vechesi olan özne-kişinin 'öz'ü bilinemez, fakat sezilebilinir. Öbür vechesi olan Melekût âlemi de sezilmeğe açıktır. Her iki vechenin sezilirliği felsefe-bilim verisi ilim üretmeyip tasavvufa aid irfânı tevlîd eder.
Sonuc olarak 'gayp', 'bilinebilinirliğ'in; 'mutlak gayb' yahut 'sır' ise, 'düşünülebilinirliğ'in nihâî had hududunu tayîn ederler. Başka bir deyişle, 'gayb'ı bilemezken, 'sırr'ı düşünemeyiz.
1. MANÂ - ANLAM
1. Fiilleşmişlikler yahut fiilleşmeler, Nâsût dünyasına dek varlık öğretisi (Fr ontologie) ile bilgi öğretisi (gnoseologie) ayrımına uğramaksızın bütünlük hâllerini muhâfaza ederler. Fiilin kuvveden çıkmasıyla varlık ile onun bilinirliği de ayrışır. Bilen öznenin, algılamasıyla karşılaşılan şey, bilinen varlık değerini kazanabilir. 'Bilinen varlık', 'varolan'dır. Bir 'varlık', anlamlandırılmışsa, anlamlandırılmışlık da aktarılmış yahut aktarılabiliniyorsa, 'karşılaşılan', artık bir 'bilinen varlık', demekki 'varolan'dır. Varolan ile onun 'anlam' taşıması, sonuçta da 'bilinme'si, olağan yaşamanın akışında çakışan unsurlardır. Bunlardan birini varlık öğretisinin, öbürünü de bilgi öğretsinin konusu kılmamız, felsefî tahlil sunîliğinden öte bir iş değildir.
2. 'Kuvve', 'varlığ'ın, 'varolanlar'a ayrışarak duyulara konu olması imkânıdır. O, kendi uhdesine düşen tüm bilfiilliklerin ilk ve kesin biçimleyicisidir.
Kirazıyla, vişnesi, ıhlamuru, çınarı, söğüdü, köknarı, kestânesi, cevizi, hindistancevizi, zeytini, çamı, kaktüsüyle ve yine bunların dahî alt çeşitleriyle bildiğimiz ve bilebileceğimiz ağaçların istisnâsız hepsi, sözgelişi ana biçimlerini ağaçlıktan alırlar. Bilkuvve 'ağaçlık', bilfiil 'ağac-olma'nın ilkörneğini teşkil eder. 'Ağaçlık' 'varlığ'ı yahut 'kuvve'si, 'otluk', 'çalılık', 'çiçeklik' çeşidinden 'akraba varlıklar' yahut 'varlık-kuvveleri'yle birlikte 'bitki' denilen daha kapsayıcı bir 'varlığ'ın yahut 'varlıkkuvvesi'nin 'şemsiye'si altında yer alır. Varlıklar ve onlara tekâbül eden kavramlar, birbirlerine göre, dar yahut geniş kapsayıcılıktadırlar. Meselâ, 'ağaçlığ'ı dahî kapsayan 'bitki', onun cinsi durumundadır. 'Ağaçlık' da, 'ceviz' yahut 'muz ağaçlığ'ın cinsidir. 'Kiraz ağaçlığ'ıysa, 'ağaçlığ'a bakılırsa, türdür. 'Napolyon kirazı' da, 'kiraz ağaçlığı'na göre, alttürdür. İmdi, nasıl bilfiilleşmiş 'varolanlar', belli bir 'varlık'ta demetlenirlerse, bilkuvve hâlindeki 'varlıklar' da, benzer biçimde, kapsamı bakımından daha kuşatıcı belirli bir 'varlığ'ın başı altında derlenirler. 'Bilen özne' açısından, öncelikle felsefî bilginin üretilmesi bakımından, bilfiil durumundaki varolanlar ile onlara bilkuvve tekâbül eden varlıklar ve tümden bilkuvve olan varlıkların kendi aralarındaki kapsam göreliliği ile bunu oluşturan bağlantıların bilinmesi zorunludur. İşte sözünü ettiğimiz varlıkların akıldaki kavram mütekâbillerinin 'kapsam görelilikleri' ve bunları oluşturan 'bağlantılar'ı tayîn eden, belirleyen kurallar ile işlemler bütünlüğüne, Kantın koyduğu adla, transsendental mantık denmiştir. Transsendental mantık, felsefenin özerk bir alanı olmayıp metafiziktedir. Bu yüzden de metafiziğin içeriğinde kaybolmuş; Aristoteles, Sühreverdî, İbn Arabî, Gazalî, Gottfried Wilhelm Leibniz, Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Edmund Husserl ile Martin Heidegger gibi kalburüstü birkaçı dışında, filosof-bilimadamlarının, genellikle dikkatlerinden kaçmıştır.
Kuvve, henüz yürürlülüğe girmemiş, salt güç durumudur. Hiçbir veçhîle duyumlanamaz, hissedilemez, olsa olsa, düşünülebilinir.
3. İnsan, kendini ve dünyayı akıl yoluyla anlamlandırır. Her tam teşekküllü anlam birimineyse, kavram denir. Onun bir 'öz' anlamı vardır; bir de 'edinilmiş' olanı bulunabilir. Kısmen temsil ettiği ideadan tevârüs ettiği 'öz anlam'ıdır. İşte buna 'manâ' diyoruz. Kavramın manâsı 'tarif olunur.
4. Akıldaki varlık kuvvesi kavramdır. Dünyayla-karşılaşan-insanın, aklındaki varlık kuvvesi uyanıverir. Duyumlamayla birlikte düşünme de başgösterir. Duyumlama, insanın dünyaya yönelik tavrıdır. Bu tavır, kendini etki ile tepki gibi iki tarzda gösterir. Duygulanma-düşünmeyse, kendine dönük, 'içrek' bir fiildir.
5. Dışarıdan ve içeriden gelen akımlar zihinde buluşurlar. Rastlaşmazlar. Buluşurlar. Duygulanma, daha rastgeledir. Orada duyu verileri, zihin tarafından izlenim ve onun ardısıra düşünme şeklinde düzenlenmeden kavramla karşılaşırlar. Sonuçta yerini yuvasını bulamamış duyu verileri, içimizde, deyim yerindeyse, serseri mayın misâli karmakarışık dolanır dururlar. Bu hâle de serhoşluk[iii] yahut delilik diyoruz. Gerek serhoşluk gerekse delilik, duyular ile duyguların karmakarışıklaşması; giderek, vicdân dediğimiz 'içimde işittiğim Allahın sesi'ni 'bölünmüş ben'in 'öteki tarafından geldiği'ni 'sanmam'dır. Başka bir deyişle, bir bedende birden fazla kimliği aynı ânda duyumlamaktır. Duygu-düşünme karışıklığına serhoşlukta kendi isteğimle zemin hazırlarken, delilikte irâdemin dahli yoktur.
6. 'Hakiki varlık' olan ideanın, akıldaki yansımasının 'kavram' olduğu söylenmiştir. Kavramın, zihinde kendine denk düşen duyu verilerinin türevi algılar ile onların devâmı izlenimlerle izdivâca girerek kuvveden fiile geçtiklerinden de bahsolunmuştur. 'Fiilleşmiş kavram', artık, 'düşünce' yahut 'fikir'dir. Kavram, kendine denk düşen izlenimleri anlam içeriğiyle döller. Kavram tarafından işletilen algılar izlenim, müteâkiben tümüyle anlam içeriğiyle doldurulan izlenimler düşünce olur.
7. Kavram, ideanın, Tanrıdan insana yürüyen hatta indirici yahut ayarlayıcılık merkezi görevini gören akıldaki yansımasıdır. Demekki kavram, hakikat âleminin 'transsendent' ile 'transsendental' kesimleri arasında bağdır, bağlantıdır.
Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İlahiyâttan kaynaklanan felsefe sahası: Ahlâk (18.11.2018)
- Metafizik sorunu - II (12.11.2018)
- Metafizik sorunu (I) (05.11.2018)
- İnsan-oluş sorunu (29.10.2018)
- Evrimden kaynaklanmış ideolojik belirlenim (22.10.2018)
- Evrim ile tarih sorunları (15.10.2018)
- Ölümlü olma sorunu (07.10.2018)
- Canlılık sorunu (01.10.2018)