Canlı bir işleyişler bütünüdür
1. Maddî - Mekanik-ötesi Varlık Tabakası: Canlılar Âlemi
Olayların mekanik türden olanlarına vakıa denilir. Anaörneği klasik mekanik olan positiv bilim, kendine konu aldığı olayların, vakıa neviinden olmalarına özen gösterir.
Dış etken - etki doğrultusunda tekrarlanır tarzda yürümeyen olaylar, vakıa cinsinden olmazlar. Bunlar, andırışan (Fr analogique) tekrarlanırlıklardan tekrarlanamazlıklara dek uzanan dağılım gösterirler. Andırışan tekrarlanır olayların sahasına inorganik varolanlar yahut canlı-olmayanlar dünyası diyoruz. Adı anılan dünyanın dayandığı zemin, vakıaların yer aldıkları mekanik olaylardır. Açıklama bâbında inorganik yahut canlı-olmayan varolanın süreçliliğine inilir. Bu işlemi çözümleme yöntemi şeklinde niteliyoruz.
Araştırma konumuz 'canlı' olunca, onu bahsi geçen yöntemle aydınlatabiliyorsak da, bu sefer, tümüyle açıklayamıyoruz. Başka bir deyişle, yerinde ve hattâ zorunlu gözüken çözümleme yöntemi bizi sonunda İndirgemecilik batağına saplamamalıdır. Canlılık, maddî-mekanik olaylar katmanından mı türemiştir sorusuna deneylenebilir-denetlenebilinir türden açık cevabımız yoktur. Bildiğimiz, ikisi arasında geçiş sahasının varolduğudur. Nihâyet canlı, hangi örgütlenmişlik seviyesinde durursa dursun, bir işleyişler bütünüdür. Zemini maddî-mekanik olmakla birlikte, işleyişin bütünü, maddî-mekanik-ötesi, demekki organiktir. Başka bir anlatışla, canlılık, maddî-mekanik dünyaya bağımlıdır; fakat aynı zamanda özerktir. Temel kurucu unsurları ve hareket tarzları ile yapılışları bakımından atomlardan tutunuz da yıldızlara dek uzanan bütün maddî-mekanik düzenler, yanî canlı-olmayanlar mütecânis (Fr homogene) bir görünüm sunarlar. Önünde sonunda kendilerinden neşet ettikleri atomaltı temel tânecikler düzeninden hareketle birleştirim yöntemiyle açıklanabilirler. Gelinen yolun tersine gidilerek kendisinden hareket edilmiş olunan atomaltı temel tânecikler düzenine de yeniden ulaşılabilnir. Böylelikle izlenmiş olunan birleştirimin sağınlığı öncelikle çözümleme yoluyla denetlenmiş olur. Buradan yola çıkılarak fizik-kimya bilimlerinde güvenilir, sağlam, sağın yasalar kurmak mümkündür. Hâlbuki bu birleştirim/sentez - çözümleme/analiz yöntemlerini her canlıya uygulamak sûretiyle istenilen topyekûn açıklama seviyesine ulaşılamaz. Doğrudur, bir polimer zincirinin nasıl meydana geldiğini yukarıda bahsi geçen yöntemlerle açıklayabiliriz. Buna karşılık uzak yol göçmen kuşlarından, meselâ leyleklerin, her birinin davranışının yahut organik yapılanışının altında yattığını varsaydığımız temel tânecikler seviyesine inerek topyekûn açıklayamayız. İlk elde, canlılar âlemi, türsel bakımdan mütecânis değildir. Türün dayandığı biçim ile işleyişce örgütlenmişlik seviyesi açısından barîz bir görelilik göze çarpar. Bakteri ile virüs türlerinden kartal, at ile maymununkilere uzanan gittikce karmaşıklaşan örgütlenmişlik seviyeleriyle karşılaşıyoruz. Seviyeler, karmaşıklık derecelerine bakılarak birbirlerine göre sıralanırlar. Karmaşıklık, konu edilen olayların tekrarlanır olup olmamasına bağlıdır. Nice tekrarlanır olayla karşı karşıya kalırsak, denetleme imkânımız da onca artar. Deneylenebilirlik ile denetlenebilirlik bizi güvenilir verilere ulaştırırlar. Bu defalarca deneylenerek denetlenmiş verilere dayanılarak yasalar vazetmek kâbildir.
Örgütleniş esâsı açısından bir türün taşıdığı farklı karmaşıklık seviyeleri, değişik biçimde bireylerin ortaya çıkması sonucunu yaratır. Böyle olana gayrımütecânis tür[1] diyoruz. Öyleyse canlılar âleminde mütecânis olanlardan gayrımütecânis türlere doğru yol alan bir seyir izlenebilir. Gerek biçim karşılaştırmaları gerekse son otuz yıldır girişilen moleküler genetik araştırmalar bizi böyle bir sonuca sevketmektedirler. Gerçekten, gayrımütecânis türler, mütecânis olanlardanmı türemişlerdir, sorusunu, evet, kesinkes öyle olmuştur, şeklinde cevaplamamızı sağlayacak denel verilerden yoksunuz.
Geçmişi deneysel tarzda yeniden canlandırmamız imkânsız olduğundan az önceki soruyu bilimsel anlamda tatmîn edici şekilde cevaplamamız gelecekte de mümkün görünmüyor. Ne var ki canlılar âlemindeki olağanüstü çeşitliliği izâh etmek üzre evrimsel oluş zincirini dile getiren varsayımdan başka elimizde akla yatkın bir açıklama örneğinin bulunmadığı da bir gerçekliktir.
Mütecânislik ile gayrımütecânislik, hep birbirlerine göre mevzilenmiş durumdadırlar. Meselâ balık türleri, kurbağalara göre daha mütecânis biçim ile yapılanış gösterirler. Balıklar, yalnızca su ortamında varlıklarını sürdürebilecek tarzda biçimlenip yapılanmışlardır. Kurbağalar, buna karşılık, hem su hem de kara ortamlarında varolmalarını mümkün kılacak şartları hâvîdirler. Ancak, gerek balık gerekse kurbağa türleri özellikleri bakımından kayda değer derecelerde farklılaşmış bireyleri içermezler. Birkaç birey, bütün bir lüfer türünün tasvîr edilmesi konusunda örneklik edebilir. Oysa yine su ortamında yaşayan, ama bu defa memelilerden olan, yunusu açıklamağa onun bir, iki bireyi örnek teşkîl edemez. Akciğerlerine bağlı solunum sistemi bulunup kanı, her daim, ortamın sıcaklığından farklılık gösteren, yavrularını doğurup belli süre emziren yunus bireylerinin su ortamında yaşamaları zâten başlıbaşına çelişki biçiminde gözükür. Bu çelişkinin çözümüyle yunus bireyleri yaşarlıklarını temin ederler. Çelişkinin çözümü, dolayısıyla da yunus bireylerinin yaşayabilirlikleri, karmaşık evrimsel ile biçimce yapılanmaları ve genetik ile fizyolojik işleyişleri gerektirir. Bunlar da bireyden bireye farklı özellikler şeklinde tecellî ederler. Öyle bireyler var ki, sözgelişi, bunlar, serin, hattâ soğuk suları yeğlerken kimileri ılık olanlardan ayrılmazlar. Kimi yunuslar, kıyıların yahut iç denizlerin sığ sularını tercih ederlerken, başkaları da zamanlarının çoğunu açık denizler ile okyanusların derinliklerinde geçirirler. Bütün bu davranış farklılıklarını çözümlemeci yöntemle genetik ile hormon düzenlerinin kimyevî öğelerine indirgeyerek açıklayamıyoruz. Tıpkı, yine sözgelişi, bir denek kediye çağdaş atonal müzik dinlettirildiğinde onun, bundan rahatsız olup sinirlenmesine karşılık, bir başkasının tınmamasının nedenlerini moleküler seviyelerde bulgulayamamamız gibi.
Canlılar âleminde mütecânisten gayrımütecânise yol alan örgütlenişte karmaşıklığın arttığından söz edilmişti. Gayrımütecânis görünümlü türlerin biçimce, yapılışca, işleyiş ile davranışca farklılaşmış bireylerinin her biri kendine mahsûs bir özellikler bütünüdür. Böyle olan birey 'özerk'tir. 'Kendini türdeşlerinden farklı biçimde sergileme gücünü kendinde bulmağ'a 'özerklik' diyoruz. Özerkliği tarîf etmek üzre başvurduğumuz 'kendini türdeşlerinden farklı biçimde sergileme gücünü kendinde bulmak' önermesiniyse, positiv bilimin taleb ettiği tarzda tanıtlama düzleminde ne doğrulayabiliriz ne de yanlışlayabiliriz. Bahse konu olan, önünde sonunda, duygudaşlık verisi bir önermedir. Demekki bu, kendimde duyumladığım bir özelliğin karşımdaki varolanda dahî vargörmem olayının dile getirilişidir. Öyleyse burada artık bilimin konusu olan öznelerarası deneme-sınama ile ölçme-biçme mutâbakatını hâsıl etmeğe müsâit canlı-olmayan (inorganique) fizik doğayı aşkın bir sahadan bahsediyoruz. Burası 'nefsîliğ'in, psychismein alanıdır. Demekki 'felsefe-bilim'in 'bilim' yakasını terkedip zorlu 'deniz'leri aşarak yeni bir 'kıta'ya 'yelken açıyoruz'. 'Metafizik' adını verdiğimiz bu yeni kıtada karaya çıktığımız ilk kıyı 'yaşama felsefesi'dir. Geçit vermez ormanlardan kendimize yollar açıyor, sıtmalı bataklıkları geçiyor, dondurucu vadileri bin çeşit mihnetle, acıyla aşıp kıtanın kalbine nüfuz ediyoruz: Varlık öğretisi, ontologie.
Varlık öğretisi ne menem bir şeydir? Sarp bir dağın doruğundan aşağılarda uzayıp giden daha alçak tepeler ile düzlükleri tarassut etmek gibi bir şeydir. Sağlam ve sıkı bir mantıkla örülmüş varlık öğretisi örgüsüyle donanmışsanız, aşağılarda uzayıp giden bilim ovalarında, düzlüklerinde kazaya uğramanız ihtimâli, artık, görünmez kaza raddesine indirilmiş olur. Yükselindikce görüş hattı, yanî ufuk genişler. Felsefe-bilimde en geniş görüş hattını, demekki ufku, onun en yüksek doruğu olan varlık öğretisine tırmanarak yakalayabiliriz.
Canlılar âleminde açıklama imkânlarını git gide tükettiğimiz mıntıka psychisme, yanî nefsîlik alanıdır demiştik. Psychisme, uzvî/organik dünyadan gelme sinir sistemi denilen düzenle bağlantılıdır. Kısaca dendikte, sinir sistemi, bireyin, ortamıyla sürdürdüğü zorunlu değiştokuşu ayarlayan hormonal ve elektrik işleyiştir. Sonuçta o da, kalıtım ile bağışıklık düzenlerinde temellenir. Yine de, 'A' kedisi, çağdaş atonal müziğe niye olumsuz tepki gösteriyor da, 'B' olanı göstermiyor sorusuna, bilimsel gerekleri yerine getirir bir cevabı, kalıtsal ile bağışıklık bağlamlarında bulamıyoruz. Nitekim söz konusu seviyede psychisme ile sinir sistemi arasında bir neden - etki bağıntısını da artık kuramıyoruz; başka bir deyişle, neuro-psychisme mıntıkasını terkediyoruz. Bundan böyle, demekki 'sana - bana göre değişen tahmin yürütme sahası'na giriyoruz. 'Sana - bana göre değişen 'tahmin yürütme alanı'na girmekle bilimin sınırlarından çıkmış oluyoruz.
Ancak, bilimin dışında kalan tek mıntıka 'sana - bana göre değişen tahminler'in alanı değildir. Sana - bana göre değişen tahminlerin yanısıra, bilimin iş gördüğü biçimselleştirilmiş mantık ile yönteme uygun düşmeyen özge bir âlem daha vardır. 'İlm'in 'bilim' yakasında olduğu üzre, onun üstünde, hattâ ötesindeki 'irfân' bağlamında da 'sana - bana görelilik' ortadan kalkar. İrfân, bilimin tersine, 'sahiden nesnel'dir. Bilim, nesnenin yüzeyinde ve belirli bir bakış açısında kalır; sâdece sınırlı bir yüzey parçasını tasvîr etmekle yetinir. Çağdaş felsefe-bilimin esâsları ile mantık bağlamını belirleyen Immanuel Kant, biçimselleştirilmiş mantık çerçevesinde nesnenin özünün bilinemeyeceğini ilân etmiştir. Buna karşılık, biçimselleştirilmiş-mantıkötesi düşünme doğrultusunda sezgi verisi irfânî bilgiyle, nesne, bir bütün hâlinde ânında özden 'yakalanır'. Filhahîka irfân, sezgi verisi bilgi çeşitlerinin en üstün olanıdır. Aslında o, bütün bilgi türlerinin tepe noktasını teşkil eder; yücedir. Şu durumda, sezgi verisi bilgi, alelâde gündelik yaşamaya ilişkin olandan başlayıp irfânî hayatınkine dek derecelenir. Gündelik hayat düzleminde sezgileri daha güçlü olan cinsiyet kadınınkidir.
Görüldüğü gibi, alelâde gündelik yaşamanın akışında kullandığımız bilgilerin gerek edinilişleri gerekse uygulanışları bilimsel olanlardan temelden farklıdırlar. Bilimsel bilgiler, doğanın belirli bir kesitini, başta matematik olmak üzre, belli bir biçimsel ifâde tarzı aracılığıyla tanıtmak amacını taşırlar. Sözü edilen ifâde tarzı, deneylerle sınanıp denetlenen akılyürütme zincirinin halkalarını teşkil eder. Deneylerle sınanıp denetlenen akılyürütme zincirini oluşturan halkalar, birbirleriyle mantıkca ilintilidirler. Her halka bir önceki benzerine, o da bir diğer selefine bağlanır. Halkalar gibi, onların vucuda getirdikleri zincir de başkalarıyla râbıtalıdır.
Gündelik düzlemde gerek toplumda gerekse doğada yaşanan tecrübeler, kişiye hayatın girintileri ile çıkıntılarını öğretir. Kişi, bunları iki yoldan öğrenir. Bunlardan birincisi, içine doğduğu toplum katmanlarından; öbürüyse, kendi yaşadıklarındandır. Mensûb olduğu toplumdan gelenekler ile göreneklerle aktarılan adâbımuâşeret kurallarını edinir. Yaşanan tecrübeler ile adâbımuâşeret kurallarının mezclerinden ortaya görgü çıkar. Canlı türlerinin az yahut çok değişerek, dönüşerek çeşitlenmeleri, deminden beri anlattıklarımıza bakılarak, maddî-bedenî olduğu kadar nefsî (psychique) anlamda da vukûu buldukları anlaşılır. Hangisinin öbürünü öncelediği sorusu bilimsel bağlamda cevaplandırılamaz. Bahse konu sorun, benimsediğimiz itikât çerçevesinde çözülebilir ancak.
Nefsin 'ışın'larını 'yayınlayan' gözdür. Az önce açıklanmış olduğu üzre, 'bedenî evrim'e karşı 'nefsî tekâmül'ün hangi basamağında durduğunu o canlı 'tür'e mensup bireylerin 'gözlerinden okuyabiliriz'. Bir amipte göz yoktur; kurbağada vardır, ama bu sefer bakış yoktur. Oysa kedinin, atın, filin, çoban yahut kurt köpeği ile şempanzenin, duygu durumlarını 'gözlerinden okumak' mümkün. İnsana gelince; kişinin nefs seviyesi uyarınca, donuk, özelliksiz bakıştan cevvâl, anlamlı bakışa varana dek uzanan geniş bir yelpâzeyle karşı karşıyayız. Nihâyet, insanda da en güzel ve anlamlı bakış, hikmet merdiveninin en üst basamağına çıkabilmiş olan velîdedir. O, her yanı yönüyle beşerliliği olabilecek en düşük seviyede tutmak suretiyle hâlis, kâmil insandır.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kimliğin ana pâyândâsı ‘hâfıza’dır (04.03.2019)
- Beden, ruh ve nefs (25.02.2019)
- Kimlik: İnsan-olmanın esâsı sorunu (18.02.2019)
- ‘İç âlem’ bilimin değil, metafiziğin konusudur (12.02.2019)
- “Düşünüyorum öyleyse varım” (04.02.2019)
- Bilgelikten felsefeye (II) (25.01.2019)
- Bilgelikten felsefeye (I) (14.01.2019)
- Geriye bakış: Felsefenin annesi, bilgelik (07.01.2019)