- Beşerin Bireyliliği: Kimlik
İnsan bireyinin kendine ve çevresine ilgisi dünyaya dirimli bir varolan, demekki beşer olarak gelmesiyle başlar. İlkin anne göğsünü öğrenir. Sütün kokusuna alışır. Bir müddet sonra, annesine ve kendi uzuvlarına dokunur. Bebekte öne geçen duyumlar, önem sırasına göre, koklama, dokunma, tatma ile işitmedir. Bebek, çocukluğa ve ötesi ergenliğe intikâl ettikce, görme öne geçmeğe başlar. Beşerlikten insan-olmaya geçişle birlikte görme, öteki duyumlara oranla belirgin bir üstünlük kazanır. İnsan, evvelemîrde görerek kendisi ile kendisi-olmayanlar arasında ayırım çizgisini çeker. Kendi dışında kaldığına inandığı çevreyi kişi, gözüyle tarassut ederken, 'iç âlemi'ne yönelttiği bir 'bakış'ı daha vardır. 'İç ortam', organik-biyolojiktir. 'İç âlem'le kastolunansa, organik-biyolojik işleyişler değildir. Bunların ötesindeki bir duruma işâret edilmektedir.
2. İnsanın Bireyliliği: Kişilikleşmiş Kimlik
'İç âlem', dünyada insana mahsûs bir hâldir. Bu sebepten de, fiziğin, yanî bilimin değil, metafiziğin konusudur. Sözünü ettiğimiz âlemiyse, insan, mecâzî bir söyleyişle, 'iç gözü'yle 'tarassut' eder. Bu 'iç göz'e 'basîret' diyoruz. Bilime konu olamamakla birlikte 'basîret', hayatın her safhasında kendini duyurur. Dışımızı 'göz' diye anılan organla, içimiziyse 'basîret' dediğimiz bir yetiyle keşfe çıkarız. Dışımızın tarassutuyla sağladığımız 'bilgi'dir; içimizi seyre dalarak edindiğimiz 'özbilinç'tir. Onunla maddî ve manevî gücümüz ile imkânlarımızın dökümünü ve sınırlarını tanırız. Maddî ve manevî gücü ile imkânlarını esâslı biçimde tanıyan bilinçlenir. Maddî ile manevî gücün ve imkânların dağılımı ile hudutları hususunda bilinçlenmekse, 'kişiliğ'i verir.
Ömür boyu karşılaşmalarımızı, ilk ve son anlama işinde geri götürdüğümüz nihâi mürâcaat mercii diye kabul ettiğimiz orun, 'benim'izdir. 'Ben', en temel varlık sorusu olan kimime verilen cevaptır. Bütün kesintisiz değişmelerin ortasında değişmez, bölünmez son dayanak noktası ben duyuşudur. Bu, aşkın, demekki doğrudan duyu verileri sonucunda edinilmeyen; buna karşılık bütün mümkün algılarımızı, idrâklarımız ile anlamalarımızı olabilir kılan en temel duyuş yahut seziştir.
Beşer biçiminde dünyaya geldiğimizde, ilkin bedenimiz ile çevremizi saran cisimli varolanları algılayarak 'ben'i 'ben-olmayan'lardan ayırtetmeğe koyuluruz. Fakat çevremizdekiler kadar bedenimiz ve varolma şartlarımız dahi süreklice değişir. Bu dur durak bilmez değişmeler ile başkalaşmaları kendi akışları içerisinde kesinlikle kavrayamayız. Bundan dolayı 'akış'ın dışına çıkmak zorundayız. 'Akış'ın dışına çekildiğimizdeyse, kendimizi üstünde bulduğumuz düzlem 'değişmez ben'imiz, başka bir deyişle, 'benliğ'imizdir. 'Ben'imizin değişen, demekki öteki bütün maddi olaylar gibi, sürece tâbi olan cisimli-bedenli tarafımızdır. 'Ben'imizin sürece tâbi bu tarafını dahi, sürecötesi vechesiyle, yani 'benliğ'imizle değerlendirip anlamlandırabiliyoruz. 'Ben'imizin bilinmesine bilinç demiştik. 'Ben'imin ve onu çevreleyen bilcümle varolanların son anlamlandırma taşıyıcısı 'benliğ'imin manâ peçelerini peyderpey aralamak sûretiyle 'kimliğ'imi keşfetmeğe başlarım. 'Kimliğ'ime ilişkin 'bilinc'im, öze ilişkin 'bilinç'tir, yani 'özbilinç'tir. 'Özbilinc'i bulunan kişi, kimlik sâhibidir. Kimliği olanın da, sarsılmaz, bükülmez kişiliği vardır. Zaman ile mekânların değişen ve değiştiren etken ile etkilerinin dışında ve ötesinde kalmağı becerebilen, öte yanda da değişmeleri değerlendirip yönlendirebilen gücü barındıran, bilgi-bilim teorisinin açıklayamadığı 'öz', 'manevi âlem'imizdir. İşte bu manevi âlemimiz, 'kimliğ'imizi oluşturur. Nasıl cisimli-bedenli, morfolojik-fizyolojik 'beşerliliğim', cisimli-bedenli dünyanın parçasıysa, 'manevi cihetim', başka anlatımla, 'salt insan-oluşum' da, 'insanlığ'a ortaktır. Buradan yola çıkarak, duyular ile algıların erişemediği, erişemeyeceği, ben-olmayan kimliklerle irtibât kurmak sûretiyle bildirişebiliyorum.
3. İlk-Topluluk-Örneği: Kadın-Erkek-Çocuk Birlikteliği
Kişinin, başkalarıyla iletişip bildirişmesi, daire daire genişler. Dayanışma ile bildirişme zorunluluğu, toplu yaşama durumuna vucut verir. İlk esâslı toplu yaşayış örneğini kadın ile erkeğin dirim zorunluluklarından doğan birlikteliği sunar. Cinsiyet karşıtlığının oluşturduğu dirimsel gerilimden doğup bütün insani berâberliklerin esâsını, üreme kâbiliyetini hâiz kadın ile erkek birlikteliği teşkil eder. Bu üreme imkânını taşıyan birlikteliğin semeresi olan çocuklar ve onları dünyaya getiren kadın ile erkek, enilk (İng primordial) toplumu vucuda getirirler. Bu ilk —kurmaca yahut yapma değil, doğal— teşkilâtlı topluluk hâlindeki yaşama olayına aile adını veriyoruz. Başta, anne ile baba, bilâhare çocuklar olmak üzre, aile fertlerini birarada tutan, ilkaslî (İng primary) cinsî câzibenin yerini alan 'ülkü birliği'dir. İşte, insanlar arasında bağlaşmayı (İng unison) sağlayan en insanî, başka bir deyişle, dirimlilikten en uzak değer, ülkülerdir (Fr ideal). İnsanın maddî yanı, biyo-fizik olan beşer cephesidir. Biyo-fizik oluşumlarla ortaya çıkıp etkinlik gösteren işleyişler, beşerî özellikleri tayîn ederler. Bir beşerin tüm genetik, fizyolojik ile morfolojik özellikleri, onun bireyliliğini ortaya koyarlar. Bireylilik, tabiatı icâbı, esrârengîzdir. Çünkü, kurucu unsurlarına ayrıştırılabilinmekle birlikte, tekrar canlı bütünlüğüne kavuşturulacak biçimde birleştirilemez. Demekki canlı birey, yaşar hâldeyken çözümleme ile birleştirime koşulamaz.İşte, çözümleme ile birleştirim işlemlerine imkân tanıyıp tanımamak durumu, canlı ile cansız arasındaki epistemolojik ayırım çizgisini teşkîl eder.
4. Dirim Esâslı Bünye - İlahî Kaynaklı Yapılanma
Yalın canlı bireyliliğinin, yanî beşerliliğinin üstünde kişinin insan-olma durumu vardır. Şu hâlde, onun 'ikinci katmanı' salt ilahîdir. Gerçi dirimli zemin katman dahî, sonuçta yine ilahîdir. Ama bu ilk katmanında insan, varlık yapısını sözümona canlı-olmayanlardan hayvanlara dek uzanan hattaki bütün varolanlarla paylaşır. Onun ayrıcalığı, istisnâîliği, insan-olmayı ona bahşeden taşıdığı 'ilahî nefes', demekki 'ruh'tur. İşte taşıdığı bu ruh sâyesinde insan, yalınkat canlı birey olmaktan 'kimlik sâhibi' 'kişi' olmağa geçer. Her canlı bireyin kendine mahsus bir genotipi ile bunun görünüme çıkmış fenotipi vardır. Kişi, bireyliliğini belirleyen genotip, dolayısıyla da fenotip çerçevesinde varolur. Bu, ona kalıtımıyla intikâl eden ham dirimli varoluşudur. İnsan, doğumundan itibâren hazır bulduğu bu 'ham dirimli varoluş'un üstünde ikinci bir varoluşu daha inşâa eder. Birincisi doğal veriyken, ikincisi bir inşâadır (Fr&İng construction). İnsan, ham dirimli varoluşunun üstüne koyduğu tuğlalarla kimliğini inşâa eder. Kimlik inşâatının tamamı kişiliği meydana getirir. 'Kişilik', şu durumda, bütün unsurların 'görünüme-çıkmış-hâli'dir. İnsanın, 'kendini-başkasından-ayıran' unsurlar ile 'kendi-imkân-boyutları' üstüne katlanması sonucunda 'kimliğ'ini kurar. Bu 'katlanma.' (Fr&İng reflexion) işleminde kişi, ne denli yoğunlaşıp derinleşirse, onun kimliği de onca belirginlik, keskinlik ve özgünlük kazanır. Kişinin, kendi maddî ile manevî yapabilirliklerini düşünerek öğrenmesi, özden bilinçlenmesi demektir. Kısaca söylendikte, kişinin, kendi hakkındaki bilgisi, özbilincidir. Bu da, öz bilgisi anlamına gelir.
Bireylilik, dirimli olması itibâriyle, maddîdir. Buna karşılık, kimlik, bir manevî yapıdır. Düşünmeğe, dolayısıyla da bilmeğe dayanır. Bireyliliği ve kimliği düşünerek 'ben'in boyutlarını ortaya çıkarırız. 'Bireylilik' ile 'kimlik', 'ben'in bütünlüğünü, yanî 'benliğ'i verir.
'Ben-olmayan'ı algılayıp tanımak 'bilgi'yi; 'ben'in kendini idrâk edip tanımasıysa, 'özbilinc'i ortaya çıkarır, dendi. Kişi, gelişme sürecinde ilkin beden, demekki maddî varlığını tanıyarak işe koyulur. Bunun ardından bedenötesi, yanî, 'nefs' cihetini inşâa edip tanır. Nefsini geliştiren olgunlaşır.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergâh Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı