Arama

Prof. Dr. Teoman Duralı
Şubat 18, 2019
Kimlik: İnsan-olmanın esâsı sorunu

"Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen"
("Hoşca bak zâtına; âlemin en seçkinisin sen.
Yaradılmışların gözbebeği insansın sen")

Şeyh Gâlip (1758 - 1799): "Müsemmen"den

  1. Nelik

Hakkında, üstünde konuştuğumuz ne varsa, 'şey'dir. Öyleyse dilbilgisi biçimleri bakımından 'isim', 'sıfat', 'zamir', 'edat', 'zarf, 'fiil', 'bağlaç' gibi bütün unsurlar temelde 'şey'dir. Varlık öğretisi ve bilgi ile bilim teorilerinde geçen 'varlık', 'varolan', 'varolma', 'olay', 'vakıa', 'vaka', hattâ 'özne' ile 'nesne' ve aralarındaki bağlantılar da hep 'şey'dir. Onunla dile getirdiklerimizin bir bölümü gündelik somut yaşayışımızdadır. Somut dediklerimiz, zaman ile mekân koordinatlarında yer alan, duyumlanabilir olup işâret edilebilir değerlerdir. 'Fizik' dediğimiz tâkat/enerji-madde dünyasını oluştururlar. Fizik dünyadaysa, her 'şey' akış hâlindedir. Söz konusu genelgeçer 'akış'a 'süreç' diyoruz. 'Gerçeklik', 'süreç'tir. Onda sürekli olup bitenler vardır. İnsanın dirimlik (İng biotic) yaşayışı[i] süreç verilerinden biridir. Ancak, insan beşerlilikten ibâret değildir. Onun beşerötesi tarafı da bulunur. Bu, onun 'salt insan' cihetidir. Fizik dünyada izine dahî rastgelemeyeceğimiz iyilik-güzellik-doğruluk değerlerini evrene dâhil eden insanın bahse konu 'salt insan' kesimidir. Fizik dünya ile salt insan arasında bağlantıyı insanın beşer ciheti sağlar. Salt insan, beşer üzerinde 'kurulmuş' olmakla birlikte, o, bundan maddeten-uzven türemiş değildir. Öyle olaydı, 'salt insan' da 'sürec' olurdu. Süreç verisi olup süreçte yer alaydı, insan, süreci kendine konu edinip onun üzerine eğilemezdi. İnsan, 'sürec'i durdurarak üç kesitlik bir yapı olan 'zaman'ı üretmiştir. Olup bitmiş, dolayısıyla yaşanmış ânlar kesimi 'geçmiş'i; 'şu ân', demekki yaşanan, 'şimdi'yi; 'henüz-yaşanmamış', öyleyse 'yaşanması-beklenen' zaman dilimi, 'geleceğ'i teşkil ederler. Sayılan kesitlerden bir tek 'yaşanan', demekki 'şu ân' 'gerçek'tir. Ne var ki, onu anlamamızı sağlayan, 'yaşanmış olup da artık yaşanmayan' 'geçmiş zaman'dır. Orası tecrübelerimizin, dolayısıyla bilgilerimizin kaynağı ve haznesidir. Yaşanmış olup da artık yaşanmayanlar, şu hâlde, şimdiyi yaşatırlar. Şimdi yaşananlarsa, bizi yaşanacaklara yöneltirler. Şeridin birinci kesimi koptumu, devâmı yanar, yokolur. 'Geçmiş'i unutmak, 'hayat körlüğü'ne, 'bunama'ya götürür. Bunamışın 'şimdi'si, dolayısıyla da 'geleceğ'i yoktur.

2. Bireylilik

'Geçmiş'i, yanî 'olup bitmiş ânları' zihinde yeniden canlandırma işine 'hatırlama' denir. Hatırlananları muhâfaza altına aldığımız hazneyse, 'hâfıza'dır. Öyleyse hâfıza, insanlaşma sürecinin birinci dereceden âmilidir. Haddizâtında hâfıza, desoksiribonükleik asitten beşere dek bütün canlı işleyişlerde karşımıza çıkar. En basitinden karmaşığına dek canlının, kendi dışındakilerle ilişki kurarken dayandığı 'arkaplan şablonu'[ii] 'hâfıza'dır. Onun sağladıklarıyla canlı, henüz yaşamadığı olaylar ile süreçleri karşılamağa hazırlanır. Olup bitmiş ânlarının tasavvur yükü fazlalaşıp çeşitlendikce, canlının, yeni algıladıkları arasında tercih imkânı da artar. Bu da, onun, 'kendisi-olmayan'lardan farkını berâberinde getirir. İşte bu noktada 'bireylilik' ortaya çıkar. 'Kendisi- olmayanlar'dan ayırılabilen, ayırtedilebilen 'birim-varolan'a 'birey' diyoruz. 'Birim-varolan', öncelikle 'canlı birey'dir. Onu fizyoloji-morfoloji, başka bir ifâdeyle, bilim bağlamında kendine vucut veren kurucu unsurlarına ayrıştırabiliriz. Buna karşılık, ontolojik, yanî metafizik düzlemde, o, Aristoteles" in deyişiyle, temel yahut birinci dereceden cevherdir. Demekki onu daha altta yattığına inandığımız varlık tabakalarına geri götürmeğe yeltendiğimiz takdirde, onun 'varlıklılığ'ını kaybederiz. Bir 'varolan'ın 'varlıklılığ'ına onun 'neliğ'i diyoruz. Kısaca, nelik, 'bu', 'şu' yahut 'o nedir?' sorusuna verilen cevapta kendini izhâr eder. 'Neliğ'in kendini şaşmazcasına belirgin kılan varlık tabakası, canlmınkidir. Her canlı, zamanca ve yapılışca bir kereliktir. Bu sebeple tam anlamıyla birim-varolan, canlı bireyidir. Onu başka yapılar ile zaman doğrultularına taşırsak, onun bireyliliğini dağıtıp bozarız; teknik deyişle onu öldürürüz. Dağıtılıp bozulmuş bir canlı bireyini tekrar işler durumdaki bütünlüğe kavuşturmak, yanî ölüyü yeniden diriltmek imkânsızdır. Fizik tavırlı çalışmalarda canlı, bireyliliğiyle, demekki canlılığıyla değil de, canlı-olmayanmışcasına irdelenir. Oysa metafizik, canlıyı birey bütünlüğünde görüp inceler. Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin düşünce pâyândâsı olan positivcilik, mekanik-fizik doğrultudaki görüşü kendine esâs kabul ettiğinden, canlıyı canlı-olmayandan ayırdetmeksizin görüp ele alır. Mekanik bilim, süreci, ilgisi doğrultusunda durdurur, öncesi ile sonrasından keserek dondurur. Tekrarlanabilinir, ölçülüp biçilebilinir unsurlarına ayrıştırır. Ana örnek, klasik mekanik, matematiğe dayanarak merâmını ifâde eder; tümevarış ile çözümleme yolundan yürüyerek iş görür.

Canlının, nefs taşıyan varolan olduğu daha önce değişik vesîlelerle bildirilmiştir. Nefsin ortaya çıkıp serpilme süreci evrim çerçevesinde vukûu bulmuştur. Nefs, maddeden tamamıyla farklı olarak, ayrıştırılamaz. Bu yüzden çözümlenmeye yatkın olmayıp mekanikvârî tarzda matematik yoldan dile getirilemez. Canlının biyo-fizik-kimya zemîni ayrıştırılıp çözümlenebilir cinsten olmasına karşılık, bireysel özgüllüğün ortaya çıkışı, nefsin şaşmaz işâreti olup bu seviyeden itibâren canlıyı bölüp parçalama işlemleri imkânsızlaşır.

Yalınkat yaşama düzleminde nefsi ve onun evrim basamaklamasında ulaşmış olduğu merhâleyi bizlere ilk bildiren uzuv gözdür. Bir canlı varolanın gözlerinden yayınlanan bakışları onun gerek evrim basamaklamasında gerekse birey olarak türü içerisinde tutturmuş olduğu seviyeyi ele verirler. Meselâ, timsahların, kertenkelelerin yahut kurbağaların, bakışlarında değişen durumlarda bireysel farklılıkları yakalamak imkânsızdır. Bu itibârla onlarda bakışın bulunduğu bile söylenemez. Buna karşılık, sözgelişi, kartalda, yunusta, atta, devede, filde, çoban yahut kurt köpeğinde bireyliliği açıkca tebârüz ettiren bakışla karşılaşırız. Canlının algıladığını, zihninde işleyip bunu gözlerinden yansıtma yetisine bakış diyoruz. Yayınladığı bakışlardan o canlının zekâ seviyesi anlaşılır. İnsana mahsûs ve esâsı dil olan bildirişmeye en yakın iletişim türü bakıştır. Nihâyet canlı, bakışlar doğrultusunda yahut da onlara uygun biçimde davranır. Bu itibârla gözlerinin ifâdesinden canlının, bu arada insanın da, müstakbel davranışlarına dair ipuçları elde etmek dahî mümkündür.

3. Bireyliliğin Ana Belirleyicisi: Genotip

Her canlı bireyini eşsiz kılan etkenlerin başında kendine has genotipinin bulunmasıdır. Genotip, çeşitlilik bakımından zenginleştikce, onun görünüme çıkmış durumunu ifâde eden fenotip daha özgül özellikler gösterir. Bitkiler âleminden bir çama yahut hayvanlardan sözgelişi örümceğe kıyasladığımızda, bir köpek, meselâ, onu hemcinslerinden ayırtetmemize cevâz verecek özellikler taşır. Sâdece biçim itibâriyle tipi değil; hâl, tavır, davranma tarzlarıyla dahî ayrılır. O, hem kendini hem de dışarıdan aldığı duyu verileri aracılığıyla kendi-olmayanı algılayarak, anlayabildiğimizce, en azından, fizik bireyliliğinin farkına varır. 'Olup bitmiş' bir 'ân'ın, hâfızasında bıraktığı izlenimi andırır bir olayla karşılaştığında, yeniyi eskiye benzediği ölçüde tanır; eski olanı da, yeni karşılaştığını andırdığı oranda hatırlar.

Genellikle hayvan, fizik-fizyolojik uyaranlardan uzak kaldığında, kendini uykuda yahut ona yakın bir hâlde bulur. Az önce belirtildiği üzre, canlının genetik dökümü (Fr inventaire) zenginleşip karmaşıklaştıkca, uyku ile benzeri hâllerin, gündelik yaşama süresindeki yeri daralıp oranı düşer. Bir günde kartalın, köpeğin yahut şempanzenin uyuyarak yahut uyuklayarak geçirdiği vakit ile, sözgelişi, bir timsahınkini karşılaştıralım; arada büyük farkın bulunduğunu görürüz. Acıkma, susama gibi iç yahut avın görünmesi çeşidinden dış uyarı olmadıkca, timsah yerinden kıpırdamayacaktır. Oysa kedi, köpek, şahin, kartal, karga, şebek, fok, yunus türünden hayvanların tepkileri artık doğrudan doğruya uyarana bağımlı olmaktan ibâret değildir. Bunlar, çevreleriyle de ilgi kurarlar, ilgilenirler.

Ş. Teoman DURALI

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)


[i] Bu vechesiyle o, 'beşer'dir

[ii] İng background template

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN