1. İLAHÎ KAYNAKLI RUH; BEDEN İLE RUH ARASINDAKİ KÖPRÜ OLAN NEFS
'Nefs' (S Atman), âlemşumûl 'ruh'un (S Brahma), taştan, topraktan, insana dek her çeşit bireye değişen raddede düşen payıdır. Bu çeşit varolanlar, canlı-olmayanların tersine, dışarıdan etkide bulunan etkenlere bağlı bulunmayıp kendiliklerinden, yanî kendi içlerinden etkili olan etkenlerce, biçim değiştirir, hareket edip savunurlar. Canlıda, şu hâlde, işleyişleri, canlılığı yürüten, yönlendirip yöneten 'can'dır. Can ise, nefs demektir. Can, bedenden, yanî maddeden elini eteğini çektimi, o beden işleyiş yetisini yitirir, demekki cansız kalır. Beden, haddizâtında canı, yanî nefsi uyanmış ve onun tarafından yönlendirilip yönetilen bir maddî kalıptır. Canı tarafından terkolunmuş beden, öteki canlı-olmayan maddeler gibi, sâdece dış etkenlerin etkisindedir. Vaktiyle canlı olup artık cansız olan bedenlereyse, insanda, 'ceset'; hayvanda 'leş'; bitkide ağaçsa 'kütük', ot neviindense 'sap' yahut 'kalıntı' denir.
Kimliğinin bilincinde olan her insan bireyi kişidir. İnsanın kişiliği ömür boyunca değişir. Neye göre değişir? Değişmeyen bir arkaplana göre. Bu arkaplan, ne menem bir şeydir? Gösterilebilinir cinsten maddî bir değer değildir. Geriye ne kalıyor? Düşünce kalır. Şu hâlde, kimliğimizin bilincine düşüncemiz ile duygumuzda ulaşırız. Duyumlama, duygulanma ile düşünme yetisi bir kere dumura uğradımı, kimlik silinir, kişilik çöker. Düşünme yetisinin, daha genel bir deyimle, zihin melekelerinin dumura uğraması hâlinde, bedenin fizyolojik faaliyetleri sürse bile, insanın kişiliği ortadan kalkar. Bu durumdaki insan, bitkisel hayattadır. Artık, karşı karşıya bulunduğumuz, insan değildir, tabîî. Bu, salt dirimli varolan niteliğiyle, beşerdir.
2. KİŞİNİN KİMLİĞİNDEN TOPLUMUN KİMLİĞİNE
Bireylilik, kimlik bütünlüğünü yitirmeksizin daha alt unsurlara ayırıştırılamaz özerkce işler hâldeki temel varolandır. Böyle bir temel varolanın büyüklüğü önemli değildir. Bu, tek insan da milyolarca kimseden oluşmuş bir toplum da olabilir. Aileden başlamak üzre, her seviyedeki insan topluluğu, belirli bir kimlik özelliği sunduğundan, 'kişilikli birey'dir. Aile yahut oymak (kabîle) ile boy (aşîret) gibi 'geniş aile' yahut 'uzak akrabâ toplulukları' esâsta kan bağına dayanır. Hattâ boyların birleşmesinden —boylar federasyonu— oluşan devletlerin toplumlarında, yanî milletlerde bile, 'ülkü'lerin yanında, kan bağı, hükmünü hâlâ icrâa eder. Kan bağının, tümden toplum oluşturma etkinliğini yitirdiği devlet, dolayısıyla da millet aşaması, 'imparatorluk'tur. Burada, birbirleriyle kan bağı bulunmayan bireyler ile insan toplulukları biraraya gelir. 'Kan-bağı-birliği' yerini, 'ülküler birliği'ne dayalı devlet, hayvanîlikten en uzak, böylelikle de en insanîleşmiş siyâsî-toplumsal teşkilâtlanma çeşididir. Kan bağına, demekki dirim temellerine geri götürülemez ülkü ilişkileriyle bağlaşmış kişilerden oluşmuş siyâsî toplum teşkilâtı imparatorluk devletidir. İmparatorluk, bir ülkü devletidir. Bu hukukî hâkimiyet anlayışına imperium denilmektedir. İmperiumun Türklerde çok eski bir geçmişi vardır.[1] Buna karşılık, bir yahut birkaç akraba oymağının vucut verdiği genel siyâsî-toplumsal teşkilâtlanma, kavim devletini verir. Buna da dominium[2] anlayışı denir.
İmparatorluk, hânedâna dayalı hükümdârlıkla idâre olunabileceği gibi, cumhuriyet düzenine de sâhib olabilir. Hükümdârlık, uzun geçmişi bulunan bir hânedânın ve esâslı bir asilzâde zümresinin siyâset ile sanat kılavuzluğu doğrultusunda yol alıyorsa, devlet ile toplum sağlam zemine basıyor demektir. Hükümdâr, milletin, dünden esinlenerek yarına bilgi ve umutla yürümesine imkân sağlayan manevî kudret kaynağının bir kişide odaklaşmasıdır. Böyle bir kişinin, belli bir hükümdâr soyu demek olan hânedâna mensûb olması —yakın çağlarda en seçkin ve oturmuş hânedânlara örnek olarak Osmanlıları, Romanovları, Hohenzollern ile Habsburgları zikredebiliriz— zorunludur. O, devletin başı olmak üzre dünyaya gelir. Bununçin yetiştirilir. Cumhuriyetlerde devletin başına geçirilecek kimseyi bulmak kolaydır. Biraz mübâlağalı söyleyecek olursak, icâbı hâlinde, sokaktan devşirdiğiniz adamı devletin başına getirebilirsiniz. Cumhurbaşkanlığına özel bir eğitim söz konusu değildir. Nitekim, bu yüzden, cumhuriyetin tersine, hükümdârlığın teşkili müşkil bir işdir.
3. TOPLUMUN ASLÎ KURUCU-YÖNLENDİRİCİ ETKENİ: EĞİTİM-ÖĞRETİM
Kişi, yetişirken örnek görmek ihtiyâcındadır. Eğitimin nihâî gâyesi, özellikle medenî toplumlarda, edepli, âdâbımuâşeret kâidelerini vâkıf namuslu, gözü tok, haysiyetli kişilerin yetişmesini sağlamaktır. Kişi, evvelemîrde ebeveynini, bilâhare öteki aile büyükleri ile öğretmenlerini görerek böyle yetişir. Örnekler silsilesinin son halkasını toplumun yahut devletin önde gelen şahsiyetleri —'devlet erkânı'— teşkil eder. Bunların başında hükümdâr gelir. Hükümdâr, az önce söylediğimiz gibi, dünyaya gelişiyle birlikte devletadamı olmak gâyesine yönelik eğitilip öğrenim görür. Milletini idâre etmekle kalmayıp onun tekmil tarihî müktesebâtını, maneviyâtı ile fikriyâtını temsîl eder. Çağlar boyu edinilmiş değerler ile yarınlara bağlanmış umutların kesiştiği canalıcı nokta vasfındaki kişi, hükümdârdır. Fazlaca akıllı, kâbiliyetli olmasa bile, devlet başkanı sıfatıyla nasıl davranması gerektiğini ve böyle bir makamı işgâl eden biriyçin olağanüstü önem taşıyan teşrîfât kâidelerini hani neredeyse içgüdüleriyle bilir. Onun akıl ile kâbiliyetce eksiklikleri, teşekkül etmiş güngörmüş kurumlar ile onların tepe noktasındaki, soylular zümresinden çıkagelmiş, mükemmelce yetişmiş kimselerle kapatılabilinir. Toplum ile devletin bu en üstün yetenekli seçkinler zümresi, halk katından öznel kaygılar ile önyargılara dayanılmaksızın seçilen ve parlak bir eğitim ile öğrenimin imbiğinden geçirilmiş gençlerle takvîye olunabilinir. Böylelikle seçkinlik, kendi içinde kapalı kalmaktan kurtarılıp dışarıdan süreklice beslenen bir hazîne hâlini alır. Seçkinlikçin kâbiliyet, topluma hizmet, kendine hâkim olmak, kendini bilmek, iyi yetişmiş olmak gibi özellikler, baş orunu tutarlar. Soy sop, asla ölçü sayılmaz.
4. BEŞERİ BELİRLEYEN GEN İŞLEYİŞİNE KARŞILIK, İNSANIN TEMEL DAYANAĞI: KÜLTÜR MİRÂSI
- Dirimli kalıtım yerine, kültür mirâsı, dikkatin odağı kılınmalı. Seçkinler zümresi, hem halktan, hem divândan, yanî klasik kaynaklardan akıp gelen toplum-kültür mirâsının merkez derleme merciidir. Bu mirâs tarafından yoğrularak yaşar ve onun kurucu unsurlarını işleyerek onu yeni ufuklara taşır. Böyle bir zümre tarafından yönlendirilip yönetilen toplum veya devlet aristokrasi[3] yahut meritokrasi[4] siyâsî düzenindendir. (2) Geçmişten şimdiye bazı önde gelen devletlerin tarihinde temâyüz etmiş aristokratik yahut meritokratik devirler yaşanmıştır.. Bu devirlere, dolayısıyla da tarihe adını kazımış birçok üstün devletadamı, filhakıka geçmişte adâletleriyle yer etmiş olmayabilir.Tam tersine, zâlimlikle de kendini göstermiş, özgün olmuş olabilir. Ama bu kişilerin ortak paydaları evrensel çapta çığır açmış olmalarıdır. İşledikleri zulümle tarihe damgasını basanlar, olumlu yönde örnek oluşturmazlar. Ne var ki, olumsuzluk da örnektir. 'Olumsuzluk', yapılmaması yahut kendinden kaçınılması gerekene örnek teşkil eder.[5] Bu sayılan dönemler ile benzerlerinde adı anılan önderlerin sevk ile idâresindeki devletler, imparatorluk seviyesine yükselmiş, fikir, sanat, askerlik, hukuk ile iktisât sahalarında üstün başarılar elde etmişlerdir. Sonuçta o toplumlar, belirgin tarihî kimliklerini kazanmışlardır.
Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.