Maneviyâtcılar, Positivciler
1. Fizyolojik İşleyişler ile Nefsî (Psychique) Faaliyetler
Nefsî faaliyetlerin tezâhürü ve tekâmülü, kimi türlerin örgütlenişlerindeki karmaşıklaşmanın baş nedeni ve etkenidir. Haddizâtında örgütlenişindeki karmaşıklaşma raddesi, canlı-olmayana bitişik bulunan, dolayısıyla işlemleri kimyevî ve elektrik etkileşimlerde yürüyen DNAsidin 'yinelenme'si (Fr replication) ile protein sentezi süreçleri dışında ve üstünde, hücreden maymungillere dek uzanan çok geniş bir yelpâzenin her parçası ile bölmesinde nefsî faaliyetlerin ya kendilerine ya da benzerlerine rastgelinebilinir. Sinir şebekesiyle donanmış canlıda nefsî faaliyetlerin kendilerine ilişkin örneklerle karşılaşılır. Sinir şebekesinden[1] kaynaklanan yahut etkinliklerini onun çerçevesinde yürüten nefsî faaliyetler positiv özellikli olup bilim bağlamında incelenebilirler. Örgütlenişlerindeki karmaşıklaşmanın en üst mertebesindeki canlılarda sinirle bağıntısı deneysel (Y→Fr empirique) yöntemle doğrudan doğruya tesbit olunamayan nefsî faaliyet, ya öyleymişcesine gösterilip kabul olunur —: positivcilik— ya da maddî- mekanik-ötesi bir âlemin verisi şeklinde benimsenir —: maneviyâtcılık. Nefs, canlıda görülen tekrarlanır yahut tekrarlanmaz cinsten olup mekanik-nedensel etkenlere dayanmaksızın olageldiğine inanılan olaylar yahut süreçlerin tümel denilişidir.[2] Fizyolojik etkinliklerin, nefsî faaliyetleri belirlediğini öne sürenler — : Positivciler— olduğu gibi, ikincilerin, birincilere vucut verdiklerini iddia edenler de —: Maneviyâtcılar— vardır. Her iki tür etkinlikten öncelikle fizyolojik olanın, evrim bağlamında ancak izâhı mümkündür. İmdi, fizyolojik süreçlerle iç içe yürüdükleri oranda nefsî faaliyetlerin anlaşılıp açıklanmaları bile, evrimsel işleyişler çerçevesinde kâbildir. Her iki tarafın da, soyoluş itibâriyle, bir diğerini tevlîd edip beslediği akla yatkın bir iddia olsa gerek. Maddî esâslı mekanik düzlemde iş gören fizyolojik işleyişler, nefsî faaliyetlere uygulanma zeminini hazırlarlarken, ikinciler de birincilere yön ile gâye tayîn ederler. Buradan nitekim, canlı olayların 'görev-görür' cinsten süreçler olma keyfiyeti ortaya çıkar. Nefsî faaliyetler ile fizyolojik işleyişler, yaşamanın bütünlüğünde o derece iç içe girişik görev görürler ki, artık, bunları canlı bireyde birbirlerine karşı konumlanmış zıt unsurlar şeklinde mütâlea etmek yanlıştır. Nefsî faaliyetler olmaksızın fizyolojik işleyişler vucut bulup çalışmazlar; tersi, fizyolojik işleyişler çalışmaz hâle geldiğinde de nefs, yaşama kuvvesini fiile dönüştürebileceği zemini yitirir. Başka türlü söylendikte; bir varolanı canlı kılan yaşama edimlerinin[3] her birinin kuvvesi[4] nefsken, fiile[5] dönüşmüş durumları kendilerini fizyolojik işleyişler biçiminde gösterirler. Şu hâlde 'görünen fiil'[6] olan fizyolojinin 'görünmez arkaplan kuvve'si[7] nefstir. Söz konusu iki unsur, canlı bireyi bir 'dialektik bütünlük'[8] hâlinde oluşturmaktan ziyâde, onu 'yekpâre bütünlüklü'[9] kılar.
Fizyolojik işleyişler, bu-dünyadandırlar. Nefsî faaliyetler de onlarla örtüşmüş hâlde yürüdüklerine göre, canlı bireyin varoluşu bu-dünyadaki-bulunuşuyla çakışır. Canlı bireyin varolma süreci, ebeveyninden zuhuruyla başlar: Doğum. Gerek kendi iç bünyesini ayakta tutmağa gerekse çevresiyle değiştokuşu yürütmeğe matûf fizyolojik etkinliklerin büyük bir bölümünün iş görmez hâle gelip dumûra uğramasıyla sona erer: Ölüm. Fizyolojik etkinliklerin dumûra uğramaları, bir yanda, onlarda meydana gelen bir çeşit malzeme yorgunluğuna, öte tarafta da, nefsin, onları yönlendirip denetleme gücünü yitirmesine bağlanabilir. Canlının varolma süresi, bu iki aşırı uc arasında uzanan bir hattır. Bu hattın dışında canlı için özge bir varolma gerçekliği yoktur.
Nasıl, fizyolojik etkinlikler, nefsin yönlendirmesi ile yönetmesini gerekserlerse, nefsî faaliyetler de, aynı şekilde, fizyolojik etkinlikler yahut süreçler yoluyla canlılık denilen olayı husûle getirirler. Nihâyet, fizyolojik işleyişlerin çözülüp dağılmasıyla birlikte nefs yahut can da 'söner'.
Nefs yahut can, örgütlenişin artan karmaşıklaşmışlık derecesi oranında kendini bireyin yaşamasında gösterir. Karmaşıklık nice yüksekse, nefs de o kadar seçiktir. Öte yanda, bir canlı, tek başına değişik ortam basınçlarına uygun nice özgülce ayrışmış tepkiler gösterebiliyorsa, onun organik-fizyolojik örgütlenmişliğinin o derece karmaşıklaşmış olduğu görülür. Nihâyet, türlerin, örgütlenmişliklerindeki farklılıklar, onların karmaşıklaşmışlık derecesinde kendini gösterir. Her karmaşıklaşmışlık derecesi, kendinden neşet ettiği mukaddeminin özelliklerini tekrarlar. Ancak, mukaddeminde bulunmayan yeni bir yahut birtakım özellikleri de gün ışığına çıkarabilir; tıpkı, kuşun (Aves), kendisinden türediği varsayılan arkeopteriksin (Arch$opteryx lithographica) uçmaya elverir yapısını temelde tevârüs etmekle kalmayıp onda ve genelde sürüngenlerde (Reptilia) rastgelinmeyen sâbit ısıyla mücehhez bulunması gibi. Sâbit vucut ısısı, kuşu, örgütlenişte karmaşıklaşmışlık derecesi bakımından arkeopteriksten farklı kılmıştır. Bu durum, virüslerden, bakteriler ile tekhücrelilerden beşere dek izleyebiliyoruz. Tek istisnâ insandır. Onun beşer yapısı her ne denli, öteki canlılar gibi, başta organik-fizyolojik, ilâveten de nefs özellikleriyle donanmış olsa da, o, bunlardan ibâret değildir. İnsan 'yaka'sı eşsiz benzersizdir. Allahın soluğundan olma ruhun görünür vechesi aklın biçimlediği insanın nevişahsına münhasır eseri kültürdür. Onun da dayandığı iki pâyândâdan biri ahlâk, öbürü de bedia/ esthetiquedir.
İslâm bilginlerinin, hayvanî can da dedikleri nefs, "insanı yaşatan, geliştiren, yediren, içiren, cinsini üreten kâbiliyettir". İnsanın 'can'ı demek olan 'ruh' ise, insandaki anlayış, söyleyiş, düşünüş, hayra yöneliş ile kendini toplumun hayrına adama kâbiliyetidir.[10]
"...Sûfîler, ruhun, bütün varlık âleminde bulunduğunu kabul ederler. Onlara kulak kabartırsak, her şeyin canı vardır. Bu bakımdan hiçbir şeyi incitmemek gerektir. Canlı-olmayan şeylerin, şekillerini muhâfaza etmeleri, onlarda hayatiyetin bulunduğuna delildir. Buna 'Ruh-u Cemâdî' demişlerdir. Nebâtlar, hem varlıklarını muhâfaza ederler hem de büyürler, gelişir, ürerler. Onlardaki bu büyüyüp gelişme ve cinsini sürdürür üreme kâbilyetine 'Ruh-u Nebâti' denir. Hayvanda bunlardan başka bir kâbiliyet daha vardır ki, o da, işitmek, seslenmek, hareket etmektir. Bu kâbiliyete 'Ruh-u Hayvâm' denmiştir. İnsandaysa, bütün bunlarla berâber bir de anlamak, söylemek, gülmek kâbiliyeti vardır. Buna da 'Ruh-u İnsâni' adı verilmiştir... Mevlânânın sûfiyye gibi ıstılâhlara rağbet etmediği, ruh-u hayvâni sözüyle yaşayışı, geçimi sağlayan, daha doğrusu insandaki hayatın maddeye taalluk eden kâbiliyetini kasdettiğini görüyoruz. Ruh-u insâniyle de manevi âleme taalluk kâbiliyetine işâret etmek istediğini bildirmemiz gerekiyor. Maddi hayat, ölümle bitmekle, asıl latife-i rabbâniye olan ruh ise bedenden önce mevcûd olduğu gibi, ölümden sonra da mevcût bulunmaktadır..."[11]
"İnsan, 'Mevâlid-i Selâse', demekki 'Üç Çocuk' denen cansızlar, nebâtlar ve hayvanlar âlemine gelmeden önceyse tabiatlar ve unsurlar âleminde, yani kuruluk, yaşlık, soğukluk, sıcaklık ve toprak, su, yel ile ateştedir. Unsurlara gelmedense, göklerde, daha önceyse Tanrı bilgisindedir. Cansızlar, unsurlara, onlar ise canlılara döner. Hayvanlar bitkileri; insansa bütün bunları yer. İnsanın maddesi, meni hâline gelmeden önce âlemin cüzlerinde dağınık hâldedir. Anne ile baba, çocuğun maddesini unsurlardan ve mevâlidden toplar. Çocuk, anne rahminde de cansızlar, bitkiler ve canlılarla beslenir. Yalnız 'devr'in, tenâsuhla hiçbir ilgisi yoktur. Tasavvufta ve dinde tenâsuh, yani ruhun cesetten cesede geçişi, bâtıl bir inançtır. Külli ruh, bütün zerrelerde mevcûttur. Cansızlarda, varlığını sürdürmek, bitkilerde gelişmek, büyüyüp üremek, canlılarda duymak ve hareket etmek sûretiyle tezâhür eder. İnsani ruhsa, anlamak, söylemek, düşünmek vasıflarını gösterir, dolayısyla da o, 'Lâtife-i Rabbâniyye' âlemindedir."[12]
'Tekâmül Devri'ni bu defa doğrudan doğruya Mevlânâ Celâleddîn Rûmî den (1207 - 1273) dinleyelim:
İnsanın ibtidâdan beri yaratılış hâlleri, yaratılış konakları4
"İnsan, önce cansızlar ülkesine gelmiştir; cansızlardan bitkilere geçmiştir.
Yıllarca bitkilerde ömür sürmüştür de cansızlarla zıtlaşmasını hatırına bile getirmemiştir.
Bitkiden hayvanlığa geçince, bitkiykenki hâlini hiç hatırlamaz olmuştur. (3640) Yalnız bir tek yeşilliğe gönlü akar; hele bir de bahar olup çiçekler açtımı!
Hani çocukların gönülleri annelerine akar gider ya; akar ama annelerini neden severler, neden anne sütünü arzularlar, bilmezler ki.
Bu, her yeni müridin, ey bahtı açık genç, yüce piri pek sevmesine benzer.
Şu cüzî akıl, Aklıkülldendir; bu gölgenin hareketi, o dalın hareketindendir.
(Mürîdin) gölgesi, önünde sonunda (Mürşidin) kendisinde yok olur gider de, (mürît), gönlünün niye meylettiğini, niçin aranıp tarandığını anlar, bilir.
Bu ağaç oynamasa, onun dalı (Mürît) kımıldarmı hiç, a bahtı yâver kişi?
Yine, o bildiğin tanıdığın Yaradanımız, onu (beşeri) tutup hayvanlıktan insanlığa yüceltmedimi?
Böylece o diyâr bu diyâr (bir varlık aşamasından başka birine) dolaştı durdu; ta ki, akıllı, bilgili ve kudretli olana değin.
Önceki akıllarını hatırlamadığı gibi, bu defaki (insan) aklından da geçip yine yollara düşecek, hicret edecektir.
Sonunda bu hırs, arzu, kendini beğenmişlik aklından kaçıp kurtularak en hârika cinsinden binlerce aklı kucaklayabilmekçin.
Uykuya daldı da önceki hâllerini unuttu; gelgelelim onu bu unutkanlıkta bırakırlarmı?
(3651) Tekrar onu uykusundan uyandırırlar ki, önceki hâline acı acı gülsün.
'Uykuda uğradığım o gam neydi, doğru düzgün hâlleri nasıl oldu da unuttum';
'Neydi uykumda çektiğim o azap?' der.
'Nasıl oldu da gerçeği unuttum?'
'Nasıl olur da azab ile hastalığın, vesvese ile düşe yol açan uykunun sonucu olduğunu bilmem?'
Dünya (hayatı), uyuyan kişinin düş görmesine benzer; uyuyan, sanır ki, bu hayâller gerçektir; sürüp gitmektedirler.
Derken, ânsızın ecel sabahı gelir çatar; kişiyi zan, düzmece karanlıktan kurtarır.
Yerini yurdunu görünce gamlandığına, tasalara battığına gülesi gelir.
İyi kötü, düşte bütün gördüklerin, bir bir, mahşer günü meydana çıkar.
Şu dünya uykusunda neler yaptıysan, uyanınca sana beliriverir.
Böylece rüyâda yaptıklarının, kötü olmadıklarını, bunların yorumunun bulunmadığını sanmamanı sağlar.
(3660) A esîre zulmeden şu gülüşün bile, yorum günü ağlayışındır, feryâd edişindir.
Düşte ağlayışın, dertlenişin, gamlanman, bil ki, uyanınca sevinmenle yorulur.
Ey Yûsuf'ların derilerini paralayan! Şu ağır uykudan kurd olarak kalkarsın.
Huyların, birer birer kurd olur da, kızgınlıkla her yanını paralar senin.
Kan, ölümünden sonra da uyumaz, kısâs kalkmaz; öldüm de kurtuldum deme.
Bugünkü kısâs, bir düzendir; o kısâsın çetinliğine karşı oyundur, oyuncaktır.
Bu cezâ, savaşı, fitneyi yatıştırmak içindir; orada verilecek cezâ, adamı hadım kılmaktır; buysa sünnet etmektir."[13]
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergâh Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman DURALI
[1] Fr reseau nerveux.
[2] Fr terme generique.
[3] Fr actes.
[4] Fr potentiel, virtuel.
[5] Fr actuel.
[6] Fr l'actuel visible.
[7] Fr le fond invisible potentiel.
[8] Fr integralite dialectique.
[9] Fr integralite monolithique.
[10] Bkz: Abdübâkî Gölpınarlı: "Mesnevi' şerhi, II. cilt, 412.& 413.syflr, 188. satır.
[11] Abdübâki Gölpınarlı: "Mesnevî' şerhi, IV.cilt, 388. s, 411.satır.
[12] Abdülbâki Gölpınarlı: "Mesnevî" şerhi, IV.cilt, 640. s, 3636. satır.
[13] (I) Mevlânâ Celâleddîn Rûmî: "Mesnevi", IV.cilt, 636. & 637.syflr;
II. "The Mathnawî of Jalaluddin Rûmî", 472.& 473.syflr;
III. Mehmet Muhlis Koner: "Mesnevinin Özü", 647. & 648. syflr.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Canlı bir işleyişler bütünüdür (11.03.2019)
- Kimliğin ana pâyândâsı ‘hâfıza’dır (04.03.2019)
- Beden, ruh ve nefs (25.02.2019)
- Kimlik: İnsan-olmanın esâsı sorunu (18.02.2019)
- ‘İç âlem’ bilimin değil, metafiziğin konusudur (12.02.2019)
- “Düşünüyorum öyleyse varım” (04.02.2019)
- Bilgelikten felsefeye (II) (25.01.2019)
- Bilgelikten felsefeye (I) (14.01.2019)