Prof. Dr. Teoman Duralı

Nerelerden nerelere?!

"Dörtnala gelip uzak Asyadan

Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim.

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşcesine,

bu hasret bizim"

Nâzım Hikmet: (1902 – 1963) "Dâvet".

Misâfir öğretim üyesi olarak Kuala Lumpurda bulunduğum sıralarda, "Darwin ve sonrasında Evrim" başlıklı konuşma yapmak üzre, beni, 1993 mayısında, Malezyanın kuzey batısında Pinang adasındaki Bilim Üniversitesine dâvet etmişlerdi. Bir saat kadar sürmüş olan konuşmamın ardından sorulara geçildi. Bu sırada yaşı yetmiş beş yahut seksen olabilecek, başında, lâcivert oluşuyla festen ayrılan, Malayların millî serpuşu songkokunun altından göze çarpan kos helvası misâli ak saçlı bir zât, sormak için izin istedi. Bağımsızlık öncesi 'mürekkep yalamış' Malaylarda rastgelinebilecek akıcı ve düzgün usluplu İngilizcesiyle, "ben" dedi, "biyolojiyle, öyle ki doğa bilimleriyle ilgili değilim. Edebiyat hocalığından emekliyim. Türkiyeden bir bilginin geldiğini haber alınca yetmiş küsur yıldır beklediğim fırsatı yakaladığımı düşündüm. Sabırla evrime ilişkin konuşmanızın bitmesini bekledim. Şimdi, konunuzla hiç ilgisi ilişiği bulunmayan soruma geçebilirim. 'Bu, konum değil, bundan hiç anlamam' dahî diyebilirsiniz.

"Küçük çocuktum. Harbıumumî henüz sona ermişti. Boyunduruk altında yaşayan bu uzak diyârlardaki biz Müslümanların tek umut kapısı, Hilâfet merkezi Osmanlı Devleti tükenmişti. Ortalık boz bulutlarla kararmış olduğu o günlerde, bizim buralardan ırakmı ırak illerden birinde, Anadoluda, güneşin yeniden doğduğu haberiyle uyanıverdik bir sabah. Bildiğiniz üzre, o zamanlar haberleşme araçları bugünkülerle kıyâs dahî kabul etmeyecek raddede zayıf ve azdı. Dışımızda olup bitenlerle ilgili tek haber alma imkânımız o zamanlar Singapurda basılan "The Straits Times" idi. Büyüklerimiz biraraya gelip o günün gazetesini mütâlea ederek uzak Anadoluda cereyân eden harbin safhalarını olabildiğince izlerlerdi. Yine hâfızam beni yanıltmıyorsa, o sıralarda, Halîfe hazretlerini kurtarmak ve İslâm ordusuna destek vermek amacıyla karınca kararınca iâne toplanıp bizim buradaki Müslüman Hintli tâcirlerle Hindistan ile Türkistan üzerinden Anadoluya gizlice gönderildiğini hatırlar gibiyim. En azından böyle bir rivâyet ortalıkta dönüp dolaşırdı. Anadoluda savaşan Müslüman Türk ordusunun muzaffer çıkması temennisi, dualarımız ile cuma hutbelerinin eksenini oluşturmaktaydı. Sonra bir gün Müslüman Türk ordusunun istilâcıyı denize döktüğü haberi geldi. Yüzyılların istilâcısı, sömürücüsü, sömürgecisi, zorbası, demekki yenilebiliyordu. Şimdi orası kurtuldu, eh sıra bundan böyle bizlere de gelebilirdi.

"Müslümanlarda erkeklerin uluorta şıkır şıkır oynaması âdetten değildir. Fakat bir ân için her şey unutuldu. Herkes sanki serhoştu. Şehrin sokaklarında Çinlilerin hayret dolu bakışları arasında anneler, babalar, dedeler, dayılar, amcalar, koca koca adamlar, erkekkardeşlerimiz, ahbâp, arkadaş, genç yaşlı, kadın erkek... herkes oynuyordu... sevinçten ne yapıp edeceğimizi şaşırmıştık...

"Peki, sonra ne oldu? İslâmın koruyucusu kollayıcısı, öncüsü, önderi, Halîfeliğin merkezi Türklük, muzaffer kumandanı başta olmak üzre, bizlere, yânî Müslüman âleme niye sırtını döndü? Ne yapmıştık, ne suç işlemiştik ki, yetimliğe mahkûm olalım. Evet, sizden bu sorularıma karşılık bekliyorum; yetmiş küsur yıldır beklediğim cevaplar. Bu beklentimde büyük sayıda Müslümanın ruh hâletine de tercüman olduğumu sanıyorum."

Yukarıdakine benzer başka birçok olayı zikretmek kâbildir: Orta Afganistanın Bamiyan yaylasında 1971 ağustosunda karşılaştığım ak sakallı Türkmen kocası, Istanbuldan olduğumu öğrenince, feri sönmeğe yüz tutmuş gözleri parlayıvererek "Dârüssaadette Halîfe hazretleri âfiyettedirler inşaAllah" deyivermesinden tutunuz da Asyanın en güney ucundaki Singapurda Ondokuzuncu yüzyılın sonları ile Yirmincinin başlarında oraya uğramış Osmanlı Türk savaş gemisinin efsâneleşmiş ziyâretinin hikâye edilişine, Sumatranın kuzeyindeki Açenin başşehri Bandeaçe merkez camiinde okunan mevlitte Osmanlı Türkünün her yıl tekrar anılmasına varana dek örnekleri genişletip çoğaltmak mümkün.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Omurgasızlaştırılmış Türklük' isimli kitabından alıntılanmıştır.)

Ş. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.