Tarihimizi 571'de Talasta başlatmıştık. Milliyetimizi enine boyuna bütün vecheleriyle tebârüz ettiren de, İslâm medeniyeti dairesinde yer almış olan, özellikle de Ondokuzuncu yüzyıl sonlarının, Osmanlı Türk kültürüdür. Bin dört yüz otuz üç yıla varan tarihimizi unutarak, daha doğrusu bu tarih bize unutturularak, millî hassalarımızı, kısacası, klasik kültürümüzü yitirirsek ki, durum bunun böyle olduğunu gösteriyor, sâdece bize, kendimize değil, insanlığa da yazık olur. Zirâ çağımızın sermâyecilik merkezli küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyetine karşı biricik anlamlı seçeneği İslâm medeniyeti teşkil edebilir. Yeniden yapılandırılması şart olup adâletin orta yolundan yürümeği yüreğimize, zihnimize aşılayan İslâm medeniyeti davâsının görünürde yegâne önderi, öncüsü ve taşıyıcı mücâhidi Osmanlı Türklüğüdür. Bize uygulanan 'kültür soykırımı' başta olmak üzre, karşılaştığımız tekmil belâların tek sebebi, İngiliz-Yahudî medeniyeti ile onun doğrudan ürünü olan emperyalisme karşı girişilecek canhırac bir mücâdelede İslâm âleminin yanısıra ezilmişlik ve sömürülmüşlükten gayrı kaybedecek bir şeyi kalmamış yeryüzünün tekmil halklarına, toplumlarına örnek ve öncü olmamızı önlemek düşüncesidir. Çağımızın küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyeti ve onun doymak nedir bilmez sermâyecilik düzeni, seçeneksiz hâlde ve şimdiki hızıyla yol almağa devâm ederse, insanlık anlamında, maddî ve manevî kaynaklarımızın, sonuçta da hepimizin yakında tükenmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Avrupa-Amerikanın, kimilerimizin gözlerini kamaştıran parlak görünüşü, infilâk etmek üzre olan bir yıldızın can çekişmesini andırmaktadır. Ömrünün sonuna gelmiş yıldız gerçek boyutlarının kat be kat üstüne çıkarak genleşir. Olağanüstü derecelere varan ışık kütlesine dönüşüp sıcaklığıyla gezegenlerni ve onların uydularını kavurur. Bunca tâkatı besleyecek malzemesi kalmayınca da çökünür (Fr&İng implosion). Sonunda bir ak cüceye dönüşerek çözülüp 'ölür'. Yaşama gücünü yitiren medeniyetler de böyle olurlar. İngilz-Yahudî medeniyetinin gidişi, işte bu tasvîr ettiğimiz manzarayı gözler önüne sermektedir.
Öteden beri medeniyetlerin ve bu arada bizimkinin önde gelen hayat menbaı, doğa, ve geçimini öncelikle hayvancılıktan sağlayan konar-göçer obalar ile tarım ve yine hayvancılıkla meşğûl köylülük gibi, doğal yaşamaya bağlı kalmış insan öbekleri olmuştur. Bahis konusu öbekler, toprağını ve hamurunu alnının teriyle sulayarak emek mahsûlü ekmeğini yiyip toplumu besleyen gerçek emekcilerdir. Bu çeşit (helâl) emekten kopuşla yabancılaşma başgöstermiştir. Bunalımların annesiyse, yabancılaşmadır.
Zamanla şehirleşen medeniyetin ifsâd ettiği insan tabiatını maddeten ve manen yenileyen, tamîr eden tâze kan kırdan, köyden temîn etmek artık git gide zorlaşmaktadır. Konar-göçer, zâten soyu tükenmiş bir insan türüdür. Köylülüğe gelince; o da tarihe karışmak üzre. Ya köy şehirleşmekte ya da köylü şehirlileşmektedir. Yalnızca fennî ve iktisâdî şartlar değil, propaganda da bu yıkıcı süreci alabildiğine hızlandırmaktadır. Salt şehirliden oluşan bir ülke nüfusu, kumandanlardan müteşekkil bir orduyu yahut mühendisten gayrı çalışanı olmayan fabrikayı andırmaktadır.
Bu bölümde bildirdiklerimizin sonuç mesâbesindeki hulâsası: Kudreti geçmişindeki müktesebâtından kaynaklanıp da İslâm medeniyeti çerçevesinde serpilip yeşermiş Osmanlı Türk kimliğini taşıyan bir milletiz. Tarihî belirlenimimizi (Fr determination) Ortaçağ Hırıstıyan ile Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetlerinde asla bulmamış olan bir kültürüz. Doğal yolu izleyen, sağ ve sağlıklı kalır. Sonuçta, tarihi Osmanlı Türklüğünün doğal devâmı olup Batı Avrupa câmiasında yer almayan çağımızın Türklüğü, tekrar manevi değerlere temellenmiş bir âdil iktisât nizâmı oluşturarak milli toplum (sosyal) devletini vucuda getirmek zorundadır. Beşeri insan kılagelmiş tarihin her döneminde ve yeryüzünün tüm köşe bucağında bulunabilir aile, akrabâitaallukât, kabile, aşiret, câmia, cemaat ve benzeri bütün topumsal dayanakları 'çağdaş' diye üstü kapalı anılan 'küresel İngiliz-Yahudi medeniyeti'nin târûmâr ettiği bir devirde medet umabileceğimiz son pâyândâmız imân birliğini esâs almış milli devlettir. Devletin, milli olmasının anlamı, adı anılagelen medeniyetin, eğitim-öğretim, siyâset, iktisâd ile askerlik cephelerinden giriştiği amansız saldırılara karşı koyma irâdesi ile istidâdını bulundurmasıdır.
Prof. Dr. Teoman DURALI
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Sorun Nedir' isimli kitabından alıntılanmıştır.)