Sâmi Efendi
Hat san'atı'nın büyük isimleri - 23
Mustafa Râkım'dan sonra celî sülüsü ve tuğrayı, Yesârîzâde'den sonra da celî ta'lîkı şahsında müntehâ noktasına getiren ve san'atkârlığının yanısıra hocalığı ile de temâyüz eden Sâmi Efendi, 13 Mart 1838 günü, İstanbul'un Fâtih semtinde dünyâya geldi. Yorgancılar kethudâsı Hacı Mahmud Efendi'nin oğludur. Kendisine -Kurban Bayramı'ndan hemen sonra doğduğu için- İsmail Hakkı adı konulmuşdur. Mehmed Sâmi ise mahlasıdır. Aksaray'daki sıbyan mektebine devamı sırasında, buranın Boşnak Osman nâmındaki yazı hocasından sülüs-nesih hatlarını öğrenmeğe başladı. Bu iki tarz yazıda başka hocası yokdur. Fıtrî istîdadı, eski üstadların eserlerini tedkîk ederek, san'atında en mükemmel vâdiye girmesine yardımcı olmuşdur. Aradan uzun yıllar geçdikden sonra, Sâmi Efendi, hocasının yazısını görmek isteyen hattat arkadaşlarına, küçümseyip beğenmemek gibi bir hareketde bulunmayacaklarına dâir önceden söz alarak, Boşnak Osman Efendi'nin san'at kıymeti olmayan bu alelâde meşklerini gösterir ve onu Fâtiha ile anmalarını istermiş.
Biraz Arabî ve Fârisî öğrendikden sonra 1853'de 10 kuruş maaşla Maliye Kalemi'ne giren Mehmed Sâmi Efendi, işte bu sıralarda -Bâbıâli tarzı rık'a hattını ilk olarak başlatan- Mümtaz Efendi'den (1810-1871) rık'a, Dîvân-ı Hümâyûn'un hat muallimi Nâsıh Efendi'den (1814-1886) de dîvânî, celî dîvânî yazmasını ve tuğra çekmesini öğrendi. Sülüs celîsini de Mustafa Râkım'ın talebesinden olan Recâi Efendi'nin (1804-1874) tâlîmiyle ilerletdi. Ta'lîk hattını Kıbrısîzâde İsmail Hakkı Efendi'den (1786-1862) meşkedip 1857'de icâzet aldı. Ancak bu hocasının san'attaki mevkıi, o devrin en mâhir ta'lîk-nüvîslerinden Ali Haydar Bey'in (1802-1870) haylı gerisindedir, zâten meşkleri hâricinde yazısı da yok gibidir. Bu sebeble genç Sâmi'nin icâzet alışından sonraki yazılarını gören Ali Haydar Bey ona haber yolladı: "Her ne kadar, hocası da, ben de Yesarîzâde merhumdan hat meşk etdiysek de, ahzimiz beyninde fark vardır. Orada, burada yazılarına rastlıyorum. Maşaallâh çok müstaîd... Gelsin de biraz hat müzâkeresi yapalım!" Lâkin Sâmi Efendi, Ali Haydar Bey'in bu dâvetine icâbet edemedi... Vaktâ ki, İsmail Hakkı Efendi vefat etdi, onun defninden sonra hemen Ali Haydar Bey'in ziyâretine gitdi. Kendisini tanıtınca: "Oğlum,bunca zamandır haber gönderiyorum, neredesin?" sualiyle karşılaşdı ve "Size devam etdiğimi Hocam duyar da belki gücenir diye gelmedim. Lâkin, onu bugün hâk-i gufrân'a tevdî eyledik. Ben de, hemen buraya koşdum. Artık üstâdım sizsiniz" cevabını vererek Ali Haydar Bey'in eline sarıldı. Arkadaşının vefatını duyan Ali Haydar Bey, ağlayarak bu vefâkâr talebeyi bağrına basdı ve celî ta'lîkde kendisine rehber olmağa başladı. Seneler sonra Sâmi Efendi bu hâdiseyi öğrencilerine naklederken: "Hocayla talebeyi ancak ölüm ayırır. Ben hocalarımı terk etseydim, yazıdan feyiz bulamazdım" demişdir. O günden sonra, celî ta'lîk meşk etmek üzere Ali Haydar Beyefendi'ye devama başlayan Sâmi Efendi, yaşlılığında bir gün, derse geç kalan talebesine şöyle çıkışmışdır: "Siz dört adımlık yolu yaya gelmeğe üşeniyorsunuz. Ben, buradan (yani Fâtih'den) Yıldız yolunu boylardım. Saatlerce bekledikden sonra, 'Hoca bu gün yazı göstermeyecek' derler; ben de ardıma baka baka dönerdim!" Bu ifadeden, Ali Haydar Beyefendi'nin konağının Yıldız semtinde olduğu anlaşılıyor.
Resmî vazîfesinde tedrîcen terfî ederek Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi'ne nâmenüvis unvânıyla ta'yîn olunan Sâmi Efendi, 18 Nisan 1878'den îtibâren, Nâsıh Efendi'den boşalan Dîvân-ı Hümayûn Dâiresi Hutût-ı Mütenevvia muallimliğine getirildi. Sonra Nişan Kalemi Hulefalığı'ndan aynı kalemin mümeyyizliğine kadar yükseltildi. Uzun müddet, Topkapı Sarayı'ndaki Enderûn-ı Hümayûn'da ve Çarşıkapısı'ndaki Kara Mustafa Paşa Medresesi'nde talebeye hüsn-i hat tâlîm etdi. Meşrutiyetin îlânından sonra emekliye sevkolundu.
Sülüs-nesihle fazla uğraşmayan merhum, bu yazıları yazan muâsırları arasında, en çok Şevkı Efendi'yi beğenirdi. Kendisi, san'attaki şahsiyetini, hattın en geç ve güç kemâle ermiş şekli olan celîde ortaya koymuşdur. Celî yazılar, umumiyetle siyah kâğıda sarı renkli zırnıkla yazılır, iğnelenip kalıb yapılır ve bunlar müzehhibler tarafından altınla, yâni zer-endûd olarak işlenir. Sâmi Efendi'nin yazılarını, zamânın en iyi müzehhibleri olan Hüsni, Nureddin ve Baha efendiler, kalıbdan tebeşir tozuyla koyu renkli zemîne geçirip altın ile işlerler ve bu levhalar meraklılarınca beğenilerek alınırdı (Resim 1). Zâten onun eserlerinin saltanatı, altınla yazılmış olanlarında daha çok hissedilir; mürekkeble yazılmış yazısı yok denilecek kadar azdır. Taşa mahkûk kitâbelerinden, ilk olarak İstanbul Yeni Câmi çeşme ve sebîlinin kitâbesi hatırlanır. Kendisinden sonra gelen bütün celî sülüs hattatları, bu 12 satırlık kitâbeyi mesleklerinde rehber edinmişlerdir (Resim 2). Ayrıca Bâbıâli Nallı Mescid, Şehzâde Câmii, Kapalıçarşı kapıları (Resim 3), Erenköy'de Zihni Paşa ve Gâlib Paşa (son üçü celî ta'lîk) câmilerinin kitâbeleri görülmeğe değer; bir haylı mezar kitâbesi de yazmışdır. Kamış kalem yerine tek kurşun kalemle çizebilecek kadar celîye hâkim oluşu da zikre değer.
Resim 1: Sâmi Efendi'nin istifli celî sülüsle zer-endûd bir levhası.
Resim 2: Sâmi Efendi'nin celî sülüsle istifli olarak yazdığı Bahçekapısı'ndaki Yeni Cami Çeşme ve Sebili'nin kitâbesi.
Resim 3: Sâmi Efendi'nin Kapalı Çarşı Nuruosmaniye kapısı için yazdığı celî ta'lîk kitâbe.
San'atkârımız, bir yazıyı yazdıkdan sonra, şeklinin hâfızadan silinip kusurlarının gözükmesi için, epey bir müddet ona bakmazdı ve aradan zaman geçince bu yazısını çıkartıp tekrar elden geçirirdi. San'atında onun kadar titiz hattat sayılıdır. Eskiden zer-endûd olarak hazırlanmış yazılarını da, bir daha sipariş olunduğunda, kalıbı üstünden tekrar tashîh ederdi. Zamanla san'atındaki tekâmülü, böylece eserlerinde de görünür. Bir yazı ile aylarca, hattâ yıllarca uğraşdığı vâkîdir. Ammâ ortaya çıkan şâheseri yazıdan anlayanlar hayranlıkla seyrederdi. Bu hususta kendisine âid şu söz pek güzeldir. Bir yazısını altı ayda bitirdiğinin söylenmesi üzerine demiş ki: "Altı ayda yazıldı demezler, Sâmi yazdı derler! Zaman mühim değil!" Eserini bitirdikden sonra, bir de talebesine gösterip: "Bir yerinde bir şey görüyorsanız, Allâh'ı severseniz söyleyin!" diyebilecek kadar da mütevâzıdır.
Kendisine 1310 Ramazan'ında (Mart/Nisan 1893) diş kirası olarak verilen enfes bir İsmail Zühdi murakkaasından aldığı ilhamla, Zühdi Efendi'nin sülüs şîvesinden zevkıne uygun gelenleri seçip Râkım Efendi'nin celî vâdîsine tatbîk ederek, şahsına has bir "Sâmi Efendi şîvesi" ortaya çıkarmışdır. Sülüs yazısının okunmasına olduğu kadar bezenmesine yardımı bulunan hareke işâretlerini ve eserin yazıldığı yılı gösteren rakamları da Sâmi Efendi en mükemmel şekle koymuş; kendisine gelene kadar hiçbir hattat bu işâretleri böylesine güzel ve muntazam yapmamışdır.
Sâmi Efendi, san'at hayatı boyunca birçok talebe yetişdirmişdir. Kışın Fâtih'in Horhor semtinde, yazın da Çengelköy'ünde oturur ve talebesine salı günleri -mûtad olduğu üzere maddî bir karşılık beklemeden- evinde ders gösterirdi. O gün, devrin bütün yazı üstâdları da ziyâretine gelirler ve ev âdetâ bir "medresetü'l-hattâtîn"olurdu. Türk hat san'atına üstâdın kazandırdığı hattatlar arasında en fazla tanınanları Hacı Nazif (1846-1913) ve Tuğrakeş Hakkı (1873-1946) beylerle Hacı Kâmil (1861-1941), Hulûsi (1869-1940), Hasan Rızâ (1849 – 1920), Aziz (1871-1934), Ömer Vasfi (1880-1928), Neyzen Emin (1883-1945) ve Necmeddin (1883-1976) efendilerdir.
Sultan Abdülazîz, Sultan V. Murad, Sultan II. Abdülhamîd (Resim 4) ve Sultan Reşad olmak üzere dört padişahın tuğralarını da en mükemmel şekilde çeken Sâmi Efendi, Bâbıâli'deki resmî vazîfesi esnasında mühim şahıslara verilen menşûrları da celî dîvânî ile yazardı.
Resim 4: Sâmi Efendi'nin Kapalı Çarşı kapısı üzerindeki Sultan II. Abdülhamid tuğrası.
Bulunduğu toplantılara neşe saçan, nükteleri ile herkesi kahkahalara boğan Sâmi Efendi, son bir yılını meflûç olarak geçirip 1 Temmuz 1912'de vefât ederek, cenazesi, ertesi günü Fâtih Câmii hazîresine defnolundu. Kabir kitâbesi talebesi Kâmil Efendi tarafından yazılmıştır (Resim 5).
Resim 5: Sâmi Efendi'nin Fâtih Camii hazîresindeki kabrinin celî sülüs kitâbesi.
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Hem bakkal, hem hattat: Hacı Ârif Efendi (02.02.2018)
- Hüsn-i hat'da örnek bir şahsiyet: Mehmed Şevkı Efendi (26.01.2018)
- XIX. yüzyılın bir celî hattı san'atkârı: Mehmed Şefîk Bey (19.01.2018)
- Bir hattat âilesi: Mahmud Celâleddin ve Esmâ İbret (12.01.2018)
- Mehmed Şâkir Recâi (05.01.2018)
- Büyük bir hattat ve neyzen: Kâdıasker Mustafa İzzet Efendi (29.12.2017)
- Büyük ta'lîknüvîs: Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi (21.12.2017)
- Hem solak, hem çolak bir hattat: Yesârî Mehmed Es'ad (14.12.2017)