Hat san'atı'nın büyük isimleri - 21
Haftalardır Osmanlı/Türk hat san'atının muteber isimlerini anmağa çalışıyoruz. Ancak bugün tanıtacağımız muhterem ve muazzez şahsiyet, sülüs-nesih- rıkā' yazılarını mükemmelliği îtibâriyle son şekline getiren Mehmed Şevkı Efendi'dir. Bugün bile bu üç yazı nev'iyle uğraşanlar onun açtığı yolda ilerlemek gayreti içindedirler (Resim1).
Resim 1: Şevkı Efendi'nin sülüs-nesih kıt'ası.
1829 yılında Kastamonu'nun Seyyidîler (Seydîler) köyünde doğan Mehmed, tüccardan Kastamonulu Ahmed Ağa'nın oğludur. Çok küçük yaşlarındayken İstanbul'a gönderilen Mehmed Efendi, burada dayısı Mehmed Hulûsi Efendi (ö.1874) ve onun dâmâdı Harputlu Hoca Ishak Efendi'nin(ö.1892) terbiyesinde yetişti. Aksaray-Yusuf Paşa'daki sıbyan mektebinde ilk tahsîlinin yanısıra dayısından sülüs-nesih ve rıkā' yazılarını meşk ederek 1257/1841' de oniki yaşındayken hat icâzetini ve Şevkı mahlasını aldı. Hulûsi Efendi, Koca Ragıp Paşa Kütüphânesi birinci hâfız-ı kütübü, Nusretiye Câmii kürsü şeyhi ve haylı hattat yetiştiren feyizli bir hocaydı. Kendisi Mahmud Râci ve Ali Vasfi (ö.1847) efendilerin talebesi olmakla berâber, hat san'atındaki yeri orta seviyedeydi. Bu sebeple, kābiliyetli bulduğu yeğeni Şevkı'ye icâzet verdikten sonra: "Yazıyı ben bu kadar öğretebilirim; seni artık, Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'ye götüreyim. Ona devam ederek hattını ilerlet" demek büyüklüğünü gösterdi. Lâkin Şevkı: "Sizden başka hocaya gitmem" diyerek Hulûsi Efendi'nin hayır duâsını aldı. İşte bu duâ, yazı san'atına ilerde "Şevkı mektebi" denilecek o emsalsiz üslûbu kazandırdı. Çünkü Şevkı Efendi, dayısının arzusuna uyup Mustafa İzzet Efendi'ye (1801-1876) devama başlasaydı, 'Kādıasker mektebi'ne mensup Şefik Bey (1820-1880), Abdullah Zühdi (ö.1879) ve Hasan Rıza (1849-1920) efendiler gibi üstâdlar zincirine, Mehmed Şevkı ismiyle bir yenisi eklenecekti.
Şevkı Efendi Harbiye Nezâreti'nde dâimâ hattatların tâyin edildiği Mektûbî-i Ser-askerî odasına Mart 1848'de memûriyetle girdi. Askerî kâtiplerin yetiştirilmesi için Bayezid'de 1875 tarihinde açılan Menşe-i Küttâb-ı Askerî'ye de rık'a muallimi olarak tâyin edildi, vefâtına kadar her iki vazîfesini sürdürdü.
Sultan II. Abdülhamid'in cülûsundan sonra Yıldız Sarayı'na bağlı olarak açılan Mekteb-i Şehzâdegân'a da 25 Ekim 1877'de Başmâbeynci Osman Bey'in delâletiyle hat muallimliğine tâyîn edildi. Bu mektebe bir müddet sonra pâdişâha yakınlığı olan has bendegânın çocukları da "zâdegân" ismi altında kabul edilmeğe başlandı. Şevkı Efendi burada birçok şehzâde ve beyzâdenin, bu arada velîahd Mehmed Reşad Efendi'nin hocası oldu. Bu vazîfe için cumartesi, pazartesi, perşembe olmak üzere haftada üç gün, bâzan gönderilen arabayla, bâzan da yaya olarak, oturduğu Haseki'den Yıldız'a gider; Saray âdetince tablada getirilen öğle ve akşam yemeklerini yiyerek evine dönerdi. Mektebde işi olmadığı zaman, Yıldız Kütübhânesi'ndeki mushaf, duâ mecmuası ve murakkaa gibi değerli eserleri incelemeye giderdi. Kendisine teveccühü olan Sultan II. Abdülhamid, arasıra şehzâdelerin hat meşklerine bakmaktan hoşlanır, bir yazı siparişi olursa Çit Kasrı'nda Şevkı Efendi'yi doğrudan kabûl ederek ona ihsanlarda bulunurdu. Bu cümleden olarak, 1883'de şahsına rütbe-i sâniye, sınıf-ı mütemâyizî ve üçüncü rütbe mecîdî nişânı tevcih edilince, resmî günlere mahsus sırmalı lâciverd esvabıyla merâsimlere iştirâk etmeğe başladı.
Şevkı Efendi Haseki semtinde, geniş bir bostana baktığı için kendisinin "yeşil oda" olarak adlandırdığı, duvarında şahsî hat icâzetnâmesi ile Şeyh Hamdullah, Hâfız Osman, Kādıasker Mustafa İzzet ve Şefik Bey gibi sevdiği üstâdların yazılarının asılı bulunduğu sedirli yazı odasında, sabah namazı sonrası, vazîfeye gittiği saate kadar yazıyla meşgul olurdu. O zamanlar tâtil cuma günleri olduğu için, o gün sabahdan cuma namazı öncesine kadar talebesiyle meşgûliyetini sürdürür, onlara hat dersi verirdi. Cumadan sonra ise ziyâretine gelen askerî ve sivil erkânın sokağa dizilen arabaları Haseki Câmii kapısına kadar uzanırdı. Öğrencilerini ve ziyâretçilerini yazı odasında değil de, büyük erkân minderleriyle ve levhalarla tefrîş olunmuş selâmlıkda kabûl ederdi.
Şevkı Efendi dayısından aldığı duânın feyziyle, başta Hâfız Osman olmak üzere, onun talebesi Yedikuleli Abdullah ve celî sülüsün alemdarı Mustafa Râkım yazılarını inceleyerek, sülüs-nesih ve rıkā'da 'Şevkı mektebi' ismiyle anılan bir üslûbun sâhibi olmuştur. Kendisi "Yazıyı bana rüya âleminde tâlim ettiler" dermiş. Hayatı boyunca günü gününden âlâ bir ilerleme gösteren Şevkı Efendi, bilhassa 1290/1873'den îtibâren san'atını daha nârin bir üslûpla nihâî mertebesine eriştirmiştir (Resim 2).
Resim 2: Şevkı Efendi'nin 1294/1877 târihli mushafından iki sahîfe.
Kendi şîvesini bulduktan sonra bile, ziyâretine gittiği hocası ve dayısı Hulûsi Efendi, sırada bekleyen fazla talebe olduğunda, bunların meşklerine bakmasını Şevkı'ye havale ederse, gereken harf çıkartmalarını hocasının üslûbuyla yazacak kadar ona hürmetli davranırdı.
Hüsn-i hattı kim için olursa olsun, aynı dikkat ve îtinâ ile yazan Şevkı Efendi talebeye hazırladığı meşklerinde de aynı titizliği gösterirdi. Bu sebeple orta yaşlarından îtibâren on talebeden fazlasını kabûl etmemeğe başlamış, mezûn ettiği talebenin yerine yenisini almak cihetine giderek bu adedi muhafaza etmiştir. Meşk yazdığı talebesine "Bu meşkler emekle yazılıyor, siz de ona göre saklayınız" tavsiyesinde bulunurdu. Pek çok talebesi arasında en ziyâde nam bırakanlar Filibeli (Bakkal) Hacı Ârif, Hâfız Fehmi (1860-1915), Pazarcıklı Mehmed Hulûsi (1835-1908) ve Zıyâeddin efendilerle Ferid Bey'dir (1858-1930?).
Öğrencilerinin icâzet merâsimlerini ekseriyâ Haseki, nâdiren Cerrahpaşa câmilerinde tertîpleten Şevkı Efendi san'at hayatı boyunca 25 mushaf (bunlardan biri, Hasan Rızâ Efendi tarafından tamamlanmış son mushafıdır,1304/1887), sayısız cüz ve evrâd, kıt'a ve murakkaa ile hilyeler yazmıştır. Celî sülüsle on kadar levhası olup zerendûd usûlüyle işlenmiştir (Resim 3). Câmilerde varak altınla hazırlanmış cihâr-yâr takımları da görülmektedir. Fakat celî yazıda Sâmi Efendi mertebesine erişememiştir.
Resim 3: Şevkı Efendi'nin celî sülüs zer-endûd levhası.
Sülüs-nesih karalamalarını (Resim 4), harfleri ekseriyâ birbirine çiğnetmeden, ferah görünüşlü bir temrin şeklinde yazan Şevkı Efendi, talebesi arasında, kullandığı kalem yüzünden iyi çalışamadığını söyleyen bulunursa, harf çıkartmalarını bilhassa kusurlu denilen o kalemle yaparak, mes'elenin kalemden ziyâde yazan elde olduğunu zımnen anlatırdı. Şahsen tanıyanların belirttiğine göre Şevkı Efendi'nin yazıları, kaleminden son derecede îtinâlı ve tekellüflü olarak çıkarmış; pürüzsüz ve şîveli eserleriyle haklı bir şöhrete sahip olmuştur (Resim 5). Bu sebeple, onu anlatmak için: "Yazısı da ahlâkı kadar pürüzsüzdü" denilmiştir. Hele yakın arkadaşı Sâmi Efendi: "Şevkı'nin elinden, istese de fena harf çıkmazdı" cümlesiyle bir gerçeği ifade etmiştir.
Resim 4: Şevkı Efendi'nin sülüs-nesih karalaması.
Resim 5: Şevkı Efendi'nin muhakkak-sülüs-nesih hatlarıyla bir hilyesi.
Ömrü boyunca dört vakit namazı kazâya kalan ve kırklı yaşlarında Hacc'a giden Şevkı Efendi, afif ve müstakîm yaradılışıyla hatırlanır. Kendisine ve evine sâdece resmî maaşını harcar, eserleri için ne verirlerse kabûl ederek bunun tamâmını Kastamonu ve İstanbul'daki muhtaclara dağıtırdı. Vefatında 27 lira parası çıkmış; fakat sonradan ele geçen husûsî defterinde otuz fukarâyı aylığa bağladığı görülmüştür. Şevkı Efendi, son zamanlarında felçli olarak 7 Mayıs 1887'de vefat etti ve Merkezefendi kabristanında dayısı Hulûsi Efendi'nin yanına defnolundu. Kitâbesi, oğlu ve talebesi Mehmed Said Bey (ö.1921) tarafından, Mehmed Şevkı'ye lâyık olmayan bir seviyede yazılmıştır.
XX. asırdaki gelenekli san'atlarımızın hâmîlerinden Dr. Süheyl Ünver (1898-1986) hocamız, anne tarafından Şevkı Efendi'nin torunudur.