Arama

Prof. Uğur Derman
Kasım 30, 2017
Ünye'den İstanbul'a bir hattatın hayat hikâyesi: İsmail Zühdi Efendi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Hat san'atı'nın büyük isimleri - 13

Osmanlı Devleti'nin payitaht şehri İstanbul, fetihten bu yana, yalnız siyasî açıdan değil, ilim ve san'at bakımından da "merkez" vasfını her zaman korumuştur. Taşrada yetişen, yahut istidâdı bulunan ilim veya san'at sevdalıları, mutlaka İstanbul'a gelerek buradan feyz almağa çalışırlardı.

İşte, Ünyeli Mehmed Kaptan da Karadeniz'in bu sahil kasabasında dünyaya gelen oğlu İsmail'deki kābiliyeti sezmiş olacak ki, onu, çocukluktan gençliğe geçtiği 1750'li yılların başında, İstanbul'a götürüp orada bıraktı. Bu kapıda saadeti aramaya gelen delikanlı, onu yazı san'atında bulup, İsmail olan ismini -icâzet aldığında kendisine verilen Zühdi mahlası ile birlikte- ebedîleştirecekti.

Yeni çevresinde dinî ilimler öğrenimine başlayan genç Ünyelinin, Kur'ân-ı Kerîm'i, memleketindeyken mi, yoksa burada mı ezberlediği bilinmiyor. Ancak, güzel yazı aşkına hemen kapılmış olmalı ki, o devrin üstadlarından olan Moralı Ahmed Hıfzı (ö. 1767) ve daha sonra Mehmed Emin efendilerden sülüs ve nesih yazılarını meşk etti, onlardan icâzet aldı. Gördüğümüz en eski imzalı eseri, 1175/1761 yılında ince nesih hattıyla yazdığı mushaftır. Bu durumda, icâzetini ve Zühdi mahlasını daha evvelki tarihlerde almış olmalıdır. Zira hattatlar icâzet almadan imza koymak yetkisine sahip değillerdir.

Hüsn-i hattı öğrendiği her iki üstaddan itibaren İsmail Zühdi'nin hattat şeceresi Eğrikapılı Mehmed Râsim (1688–1756), Yedikuleli Abdullah (1670–1731) yoluyla Hâfız Osman'a (1642–1698), oradan da sırasıyla Suyolcuzâde Mustafa (1619?–1686), Derviş Ali (ö.1673), Hâlid Erzurumî (ö.1631'den sonra), Hasan Üsküdarî (ö.1614), Pîr Mehmed (ö.1580) ve Şükrullah Halîfe (ö.1543'den sonra) ve Şeyh Hamdullah'a (1429–1520) kadar uzanır. İsmail Zühdi, Şeyh Hamdullah'ın ve Hâfız Osman'ın en güzel harflerini seçip şahsî zevkini de ilâve ederek, sülüs-nesih yazılarında kendine has bir tavrın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

İstanbul'a gidip gelen nice Ünyeli arasından, çocukları sayesinde sıyrılıp tarihe geçen Mehmed Kaptan'ın, 1758 yılında bir oğlu daha dünyaya geldi. Kaptan, Mustafa ismini verdiği bu oğlunu da -herhalde deniz seferlerinde ufku gözlemenin getirdiği ileri görüşüyle- Ünye'den İstanbul'a bir gidişinde yanına aldı ve onu ağabeyine teslim etti. Genç Zühdi, kısa zamanda hattat olarak yetiştirip 1769'da icâzete lâyık bulduğu kardeşine Râkım mahlasını verdi ve böylece celî yazının emsalsiz üstâdı Mustafa Râkım da san'at dünyasına doğmuş oldu. Râkım Efendi'yi de inşâallah gelecek hafta okurlarımızla buluşturacağız.

Önceleri, imzalarında "hâfız-ı Kur'ân" olduğunu sıkça belirten İsmail Zühdi, Sultan III. Mustafa'nın saltanatı sırasında (1757–1774) Enderûn-ı Hümâyun'un sülüs-nesih-rıkā' yazıları hocalığına getirildikten sonra, vefatına kadar sürdürdüğü bu vazifesi dolayısıyle imzalarında "Kâtib-i Saray-ı Sultânî" yahut "Hâce-i Enderûn-ı Hümâyun" unvanlarını kullanmağa başladı. Ancak, kendisinden bir nesil evvel yaşayan "Eski" İsmail Zühdi'den (ö.1731) ayırt edilmesi için hattatlar arasında "Yeni" veya "İkinci" künyesiyle de anılır. Tuhfe-i Hattâtîn isimli mühim hat kaynağının tarih sınırı olan 1200'de (mîlâdî: 1786) ünlü hattatlardan sayıldığı halde, burada İsmail Zühdi'nin yer almayışı, eserin müellifi Müstakîmzâde Sâdeddin Efendi'nin (1719–1788) gafletinden kaynaklanmış olmalıdır.

Necmeddin Okyay (1883–1976) ve Macid Ayral (1891–1961) gibi iki büyük hat üstadının, bu satırları yazana 1958 yılındaki beyanlarına göre, elinden tashihsiz olarak mükemmel harf çıkartmak hususunda, geçmiş hattatlar içinde İsmail Zühdi'nin benzeri bulunmaz. Eski hattatlar da tashihsiz yazarlar, lâkin arada bünyesi bozuk harflere de rastlanabilir. Zühdi Efendi ise, tashihe gerek duymayacak kadar düzgün harflerle yazmıştır. Hattâ bu sebeple, sülüs ve celîsinde çığır açan kardeşi Mustafa Râkım hakkındaki: "O hattat değildir, kalemi eline alınca yazamaz, berber çırağı gibi traş eder" sözleriyle kendisinin meslek lugatinde "hattı tashih etmek" keyfiyetine yer olmadığını belirtmektedir. İsmail Zühdi'nin, sülüs hattını yazarken –lüzum gördükçe– zevkle tekrarladığı bir husus da, aradaki bazı nokta ve işaretleri, hattâ imzasını is mürekkebi yerine zer-mürekkeple atarak etrafını tahrîrlemesidir; bu hal, görünüşü itibarıyla yazıya cazibe kazandırır (Resim 1).


Resim 1: İsmail Zühdi'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.

İsmail Zühdi'nin sülüs-nesih yazılarındaki tavrı Hâfız Osman'a tâbi olup harflerin incelik ve kalınlıklarında kalemin bütün hakkını verişiyle kendini gösterir. 40 kadar mushaf, mushaf cüz'leri, en'âm-ı şerîf ve delâilü'l-hayrât olarak nesih hattıyla pek güzel eserler vermiştir. Bunun dışında harikulade kıt'aları (bkz. Resim 1) ve murakkaaları da çoktur. Hattâ bunlardan birine 1310/1892 Ramazan'ında "diş kirası" mahiyetinde sahip olan celî hattının büyük ismi Sâmi Efendi (1838–1912), o devre kadar Râkım yolunda celî sülüs yazıyorken, bu murakkaadaki sülüs satırların ilhamıyla celî üslûbuna yeni bir şive getirmiştir.

Klasik tarzdaki sülüs-nesih hilyelerine de rastlanan İsmail Zühdi, yaşadığı devir için hayli ileri bir deneme olan leylek biçimindeki Besmele'siyle de dikkati çeker (Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi- GY 314/40) (Resim 2). Fantezi kabilinden, farklı şekiller içine yazı istiflemeye hoş bir örnek oluşturan bu eseri tahrîrli zer-endûd olarak işleyen müzehhib her kim ise, 1213/1798 yerine sehven 1013/1604 tarihini koymuştur. 1013 hicrî yılında İsmail Zühdi isimli hattat yaşamadığı gibi, bu celî sülüs Besmele, o tarihin yazı üslûbuna da hiç uymaz. Üstelik, yazının etrafındaki tezyînat, 18. asrın sonlarına âit enderun rokokosudur.


Resim 2: İsmail Zühdi'nin zer-endûd bir kuş Besmelesi.

Eskiden "tenezzüh" veya "teferrüc" denilen günlük gezintilerden de hoşlandığı anlaşılan İsmail Zühdi, İstanbul'un mesire mahallerine gittiği zamanlarda bile kalemi elinden bırakmadığını Sâdâbad, Yedikule bostanı, Veliefendi çayırı, Çeşme meydanı gibi yerlerde yazdığını belirttiği eserleriyle göstermiştir.

İsmail Zühdi'nin sülüs hattı meşkettiği meşhur âlim Şânîzâde Atâullah Efendi de (ö.1826), "Şeyhü'l-hattâtîn" olarak andığı hocasının Ortaköy'deki yalılarına gelip haftalarca kaldığını Şânîzâde Târihi'nde (II, 196-196) hasretle yâd etmekdedir. Atâullah Efendi'nin babası Şânîzâde Sâdık Efendi tarafından Ortaköy'ün suya muhtaç bir mahallesine (bugünkü Çevirmeci sokağı üzerinde) yaptırılan çeşmenin 1198/1784 târihli celî sülüs kitabesini de aynı dostluğun tezâhürü olarak İsmail Zühdi yazmıştır. 2006 yılı yazında sokağa düşerek iki parçaya ayrılan bu çeşme kitabesi Beşiktaş Belediyesi deposunda ne yazık ki kaybolmuştur.

Eserleri müze ve hususî koleksiyonlarda baştacı edilen İsmail Zühdi, bilhassa Şeyh Hamdullah'a ve Hâfız Osman'a takliden yazdığı kıt'a ve karalamalarıyla da hayranlık uyandırır. Hat san'atında taklid göz ve el kudretiyle eski bir üstadın hattını -kopya etmeden- aynen yazmak hüneridir ki, hattatlar bunu zevkle uygular ve taklit keyfiyetini imzalarında da belirtmekten haz duyarlar. İsmail Zühdi açık satırlar halinde yazılan kıt'alar dışında, karalama denilen tarzın da taklidini gerçekleştirmiştir. Meraklılarınca bilinir ki, hattatların el melekesini kaybetmemek için yazdıkları bu karalamalarda, harflerin haliyle birbirinin üstüne binmesi, yazı sahasını girift bir hale getirir. İşte, zorlu işlerin meraklısı olan Zühdi Efendi, bu karalama taklîdinde de san'at şahsiyetini göstermiştir (Resim 3).


Resim 3: İsmail Zühdi'nin Şeyh Hamdullâh'ı taklîden yazdığı sülüs karalaması.

Hattatımız, celî sülüsde eski anlayışa bağlı olup, bu yolda yazdıklarına -yukarda andığımız- Ortaköy'deki çeşmenin, EyüpDefterdar arasındaki Sultan III. Selim'in kardeşi Şah Sultan'a ait türbenin (1215/1800) ve Fâtih, Nişancı Mehmed Paşa Câmii mezarlığındaki Hatice hanıma ait kabrin (1219/1804) kitabeleri örnek gösterilebilir; levha şeklinde eserleri de vardır. Şah Sultan türbesi içinde 14 pafta halindeki celî sülüs kuşağı, türbe dışında da birkaç yazısı vardır, hepsi taşa kazınmıştır. Ancak kardeşinin celî sülüste erişdiği mertebe bunların çok ilerisindedir. Esasen Mustafa Râkım da sülüse ve celîsine getirdiği yenilikleri 1220/1806'dan sonra ortaya çıkarmıştır.

İsmail Zühdi -henüz 60'lı yaşlarını sürerken- 1 Şevval 1221'de (12 Aralık 1806) vefat etti ve Edirnekapısı kabristanına defnolundu. Baş taşı celî sülüs, ayak taşı celî ta'lîk hattıyle kardeşi Mustafa Râkım tarafından yazılan kabir kitabesi, hat meraklılarınca hâlâ ziyaret edilmektedir.

Ünye'den İstanbul'a sonradan daha birçok yelkenliler geldi aziz okurlarım. Amma, ne o Dersaadet kaldı, ne de bir daha o kapıyı çalan Zühdi'ler, Râkım'lar geldi...

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN