Hat san'atı'nın büyük isimleri - 9
İstanbul'un Dolmabahçe semtinde doğan ve orada yaşayan Ahmed Efendi'nin siyâhîliği, ceddinin Afrikalı oluşundan ziyâde, kendisinin aşırı esmerliğinden kaynaklansa gerekdir. Baba adı Sâlih olan Siyâhî Ahmed, akrabası arasında bulunduğu Tophâneli Mahmud Efendi'den (ö.1669) ta'lîk hattını meşk edip icâzete hak kazandı. Hocası Tophâneli Mahmud Efendi de ta'lîk hattını Buhâralı Derviş Abdi'den (ö.1647) meşk etmiş olup, Abdi Efendi memleketinden ayrıldıktan sonra, Isfahan'da bulunan Mîr İmâdü'l-Hasenî'den (ö.1615) bu hattı öğrenerek İstanbul'a yerleşmiştir.
Siyâhî Efendi Osmanlı kalem efendiliğinin (bürokrasisinin) askerî kanadına intisabla, kâtib olarak başlayıp reîsü'l-küttâb (kâtiblerin başı) mevkıine kadar yükseldi; bir yandan da ta'lîk hattı öğretimini sürdürdü.
Şâirliğinden başka, hoşsohbet bir mârifet sâhibi oluşu, onu kibâr meclislerinin aranılır kişisi hâline getirdi. Bunlar arasında en fazla İkinci Kılıç Ali Paşa (ö.1691) ile yakınlığı bulunduğundan, Paşa, 1688 yılında vâli olarak tâyîn edildiği Trabzon'a giderken Siyâhî'yi de berâberine aldı.
Bindikleri yelkenli, hava muhâlefetinden Karadeniz'in Ağva Limanı'na sığınmak mecbûriyetinde kaldı. Paşa ve maiyyetindekiler sâhildeki çadırlarında denizin sükûnetini beklemeğe başladılar. İşte o günlerde Siyâhî Ahmed Efendi civârı gezerken, küçük bir kabristanla karşılaşdı ve orada medfûn olanlara hıtâben: "Bîçâreler, Şile kasabası bu kadar yakındayken, biraz dayanıp kendinizi neden şenlikli bir yere düşürmediniz?" diyerek çadırına döndü. Daha oturmadan kendisinde bir rahatsızlık başladı; o gece vefât edip ertesi günü, daha dün kendilerine seslendiği kabir sâhiblerinin yanına defnedildi. Onun vefâtına Himmetzâde Abdullah Efendi şu târihi düşürmüşdür: "Haşrde rû-sefîd ola, Siyâhî-i elem-dîde, 1099" (Dünyadayken elem görmüş Siyâhî'nin yüzü mahşer günü ak ola).
Hattatımızın tesbît edilebilen 18 talebesi arasında en önde geleni Durmuşzâde Ahmed Efendi'dir (ö.1717) ve ta'lîk hattı, ileriki nesillere bu zât eliyle taşınmışdır.
Ahmed Efendi'nin mâil ta'lîk kıt'alarına zamânımızda nâdiren rastlanmakdadır. Sizlere bunlardan iki örnek sunacağız. İstanbul'da celî ta'lîk kitâbeler yazdıysa bile, imzâsı bulunmadığı için bunları ayırd etmek imkânsızdır. Sultan IV. Mehmed'in (saltanatı:1648-1687) Beşiktaş sâhilinde yapdırdığı çinilerle müzeyyen bir kasrın târih manzûmeleri ve sâir beyitler Siyâhî Efendi'nin eseri olmakla beraber, bu kasır çok evvel yıkıldığından zamânımıza hiçbir şey gelmemişdir.
Siyâhî Ahmed Efendi'den numune olarak vereceğimiz Farsça kıt'alardan ilkinin meâli şöyledir: "Gönlüm, sevdiğimin mahallesinde saplanıp kaldıkça, yolum hertaraftan bağlanmıştır. Bütün cihanı dolaşabilmek kudreti olan deve bile, sevdiğimin mahallesine gelince, dizüstü çöküverdi!" (Resim 1).
Resim 1: Siyâhî'nin 1095 (1683) tarihli mâil ta'lîk kıt'ası.
İkinci örneğimizde, Ahmed Efendi kendi inşâdı olan Farsça bir kıt'ayı ta'lîk hattıyla yazıp zamânımıza armağan olarak bırakmıştır. Meâli îtibâriyle okuyanlara ibret hissi veren bu kıt'anın Türkçesi şöyledir: "Ey yokluk levhasına, varlık yazısıyla kâinatın tasvîrini yazmış olan Allah! Benim gibi alın yazısı siyaha boyanmış olanı rahmetinden mahrum etme ve levh ü kalem yüzü suyu hürmetine ümidsizliğe düşürme!" (Resim 2)
Resim 2: Ahmed Efendi'nin yine 1095 (1683) tarihli bir başka mâil ta'lîk kıt'ası.