Hat san'atı'nın büyük isimleri - 11
Babası Mustafa Efendi Dîvân-ı Hümâyûn çavuşlarının kâtibi olduğu için, daha ziyade "Kâtibzâde" lakabıyla tanınan hattatımız Mehmed Refî' Efendi İstanbul'da doğdu; lâkin târihi bilinmiyor. Ta'lîkı Kādıasker Abdülbâkî Ârif Efendi'den (ö. 1713) öğrenip Durmuşzâde Ahmed Efendi'den (ö. 1717) devam etdirdi. Sülüs-nesih hatlarını da Hâfız Osman çırağı Kevkeb Derviş Mehmed Efendi'den (ö. 1717) meşkedip, hocasının vefatından 39 yıl sonra Eğrikapılı Râsim Efendi'den (1688 –1756) icâzet aldı. Râsim Efendi de, Kâtibzâde'den meşk etdiği ta'lîk hattından icâzet almak isteyince, aynı merâsimde birbirlerine "ketebe" izni verdiler. Bu mes'ûd hâdiseye:
"Yazar tebrîki târîhin bu îkî izn içün hâme:
İcâzet birbirinden aldı îkî kâmil-î dânâ"
1153/1740
(Kalem, bu iki izin için tebrik târihini yazdı: İki kemâl sâhibi âlim, birbirinden icâzet aldı)
beyti ile târih düşürülmüşdür.
Mehmed Refî' Efendi ilmiyye sınıfında aldığı vazîfelerin (Galata, Bursa, İstanbul kādılığı, Anadolu ve Rumeli kādıaskerliği) yanısıra, tabâbetde de "hekimbaşılık" makāmına kadar yükseldi (1759). Tıbbî mevzûlarda da haylı kitab ve risâle kaleme alan Kâtibzâde, bu hizmetini sürdürürken, Haliç'deki sâhilsarayında 7 Cumadelûla 1182 (19 Eylül 1768) günü vefat ederek Fâtih'in Çarşanba semtindeki Kovacıdede kabristanına gömüldü. Kitâbe taşı sonradan kaybolmuşdur.
Birçok kıt'a ve murakkaa yazan Kâtibzâde'nin eserlerine örnek olarak bir ta'lîk karalamasını (Resim-1) ve bir de mâil ta'lîk kıt'asını veriyoruz (Resim-2). Farsça kıt'anın meâli şöyledir: "Vefâ ehlinin yanında olup onları gözeten kimseyi, Allah her hâl ü kârda belâdan korur. Sevdiğinin sana bağlı kalmasını diliyorsan, bu yolda fırsatı kaçırma ki, o da senden vazgeçmesin"
Resim 1: Kâtipzâde'nin ta'lîk karalaması.
Resim 2: Kâtipzâde'nin mâil ta'lîk bir kıt'ası.
Hattatımızın âbideler üstündeki kitâbelerine birkaç örnek olarak, Nuruosmaniye Câmii'nin medrese târihi, Saraçhâne'de Amcazâde Dârülhadîsi önündeki Şeyhulislâm Mustafa Efendi'nin yapdırdığı çeşmenin târihi, aynı zâtın Eyüb Nişancası'ndaki medrese ve mektebinin târihi sıralanabilir.
Önce Said, son kırk yılında ise Refî' mahlasıyla şiirleri bulunan Kâtibzâde'nin aşağıdaki na'ti muhtemelen Mustafa Itrî (ö. 1712) tarafından rast tevşîh olarak bestelenmişdir:
"Bu şeb hurşîd -i evreng-i risâlet geldi dünyâye,
Muhammed Mustafâ'nın nûru saldı âleme sâye.
Donandı âlem-i bâlâ serâser nûr ile ol şeb,
Kadem basdı vücûd iklîmine ol âsüman-pâye.
Aceb mi andelîb nâğme-pîrâ olsa na'tinle,
Meded ey server-i Yesrib, kerem kıl bu Refîa'ye."
(Bu gece risâlet tahtının güneşi dünyâya gelip, Muhammed Mustafa'nın nûru âleme himâyesini saldı. Anılan gece, yüce âlem başdan başa nûr ile donandı. Rütbesiyle göklere erişen, varlık iklîmine ayak bastı. Ey Medîne'nin Efendisi! Meded, bu Refîa'ya kerem kıl. O, Seni medh eden na'tiyle bülbül gibi nağmelense, buna şaşılır mı?)
Tezkire-i Sâlim'de onun şâirliği ele alınırken, hattatlığı için de şu tesbitde bulunulmuş: "İmâd (ö.1614), onun kaleminin îtibarlı eserini görseydi, yazmak için gözünün bebeğini mürekkeb yapardı."
Kâtibzâde'nin mizâha meylinin bulunduğu, Nasreddin Hoca'ya âid olduğu rivâyet edilen Türkçe/Farsça karışımı şu mülemmâ kıt'ayı ta'lîk ile mâil olarak yazmasından anlaşılıyor:
"Reftem becâ-yı Sivriler,
Gördüm dokuz kurd âmedî
Bir kāçını bâtırladım
Bir kāçı tarla mîrevî"
(Sivriler köyüne yürürken, dokuz kurdun geldiğini gördüm. Bir kaçını yaralamışsam da, bir kaçı tarlaya kaçdı).
Kâtibzâde'nin kurutulmuş nilüfer yaprağı üzerine yazdığı bir ta'lîk karalaması da Vakıflar Türk Hat San'atları Müzesi'ndedir (nu. 728).