Prof. Uğur Derman

“Bir levhanın hatırlattıkları”na zeyl...

Geçen hafta "Bir Levhanın Hatırlattıkları" başlığıyla iki merhum muhteremin (Mahmud Kemal İnal ve Fuad Şemsi İnan) birbirlerine karşı tahammülsüz davranışlarından bahs etmiştim. Lâkin aradan geçen kısa müddet zarfında yeni birkaç vesîkaya rastlayınca, konuyu tamamlamak üzere bir "zeyl" ile tekrar okurların karşısına çıkmak lüzûmunu duydum.

Mehmed Âkif Bey'in (1873-1936) dostlarından merhum Hasan Basri Çantay (1887-1964) Âkifnâme isimli kitabını hazırlamağa niyetlenince (s.15-19), Âkif'i çocukluğundan îtibâren yakından tanıyan İbnülemin Mahmud Kemal İnal'a (1871-1957) da başvurmuş. O da, verdiği cevapda Âkif'in hayâtının bu devresine ışık tutan ve Son Asır Türk Şâirleri'ndeki Mehmed Âkif bahsinde (s.91-93) yer almayan bâzı mâlûmatı aktarmış. 1937 yılında yazıldığı anlaşılan mektubunda, İbnülemin: "Geçen sene Mısır'da bulunduğum esnâda Âkif'le görüştük. Hasta olarak İstanbul'a geldikten sonra da mükerreren ziyâret ettim" cümlesiyle, geçen makālemdeki "Eğer görüşseydi mutlaka yazardı" yanlış hükmünü düzeltmiş oluyor. Ancak, kendisi böyle bir şeyden bahsetmediği cihetle, benim de bu yanılgıya düşmem tabiîdir.

Şimdi biz yine İbnülemin'in "hasm-ı bîamân"ı Fuad Şemsi İnan (1883-1974) faslına girelim. Geçenlerde, bir başka müşkülümü çözmek için Son Asır Türk Şâirleri'nin indeksini karıştırıyordum. Bilmem neden, aklıma Fuad Bey takıldı. "Acaba bu kitabta bir vesîleyle onun adı geçiyor mu?" düşüncesiyle şahıs isimlerini taradım, fakat rastlamadım. Kitabı, sondan başa doğru sayfalarını çevirerek kapatırken Halil Nihad (Boztepe, 1880-1949) bahsinde (Son Asır Türk Şâirleri, s.322-323) gözlerim "Üç sene evvel hükûmetimizin müsaadesiyle Mısır'a, daha sonra Hicaz'a azîmetim vesîlesiyle yazdığı manzûme, pek ince nükteleri, pek zarif mazmunları hâvîdir. Ne kadar suhûlet ve sür'at ile yazıldığını da her mısrâ îlân ediyor" cümlesine takıldı (s.1227) ve sayfanın dibinde yer alan numaralı hâşîyeyi de hemen okudum: "O sırada erbâb-ı garazdan biri –ne maksada mebnî ise– bir gazeteye şu sözleri yazmışdı: 'Mahmud Kemal, dün Mısır'a gitmişdir. Orada kendi sâhasında çalışabilecek bir iş arayacak ve bulamazsa oradan Kudüs'e geçecekdir'. Hakka hamdederim ki ben, memleketimde kanâat ve rahat ile yaşayan ve herkesin hürmetine nâil olan bir âdemim. Ben, yabancı ellere başvurup iş aramam. İş, kendi memleketimde beni arar. O fıkrayı yazan kim ise, beni galiba kendi zannetmiş."

Fıkrayı yazanın hüviyetini aşağıda açıklamak üzere, biz kaldığımız yerden devam edelim: Şâir, nâzım, mütercim ve müdekkık hüviyetiyle gerçek bir değer olan Halil Nihad Bey birçok emsâli gibi nisyâna terkedilmiştir, artık tanınmamaktadır. Mizâha mâil ifâdesiyle, başta "dil" olmak üzere, yapılan inkılapların aksaklıklarını hicveden binbeşyüz beyit hacmindeki Ağaç Kasîdesi'ni (İstanbul 1947) bugünün nesillerine mutlaka duyurmak gerektiğine inanıyorum.

Hicaz'dan avdetinde, İbnülemin için onun söylediği manzûmeyi Son Asır Türk Şâirleri'nde bulabilirsiniz (s.1230-1231). Tamamı 27 beyit tutan bu latîf mısralar İbnülemin'i tebrik maksadıyla yazılmış olmakla berâber, iki paragraf önce naklettiğim hâşiyede ortaya atılan iftira, şâirimizin sözlerinde ağırlık noktasını teşkil etmektedir. Sual tarzındaki "mı verir?" redifli manzȗmenin bâzı beyitlerini aktararak konumuza girelim:

"Maasselâme edilmiş Hicaz'dan avdet
Ziyâret etmeğe lâkin, zaman aman mı verir?

Gidiş değil yalnız ha, duyuldu hem de geliş,
Bu türlü hâcı oluş kâr mı, yâ zıyan mı verir?

Değildi, Kâbe'ye niyyet müdebbirâne bir iş,
Aceb felek size bir ders-i imtihan mı verir?

Ne mazhariyyetiniz var sizin de ey Üstâd,
Aleyhinizde bulunmak hasûda şan mı verir?

Nasıl yayıldı haber böyle çarçabuk, bilsek,
Ki kim verir bunu; yâran mı, düşmenân mı verir?

Gâvur bu jurnali vermekde menfaat görmez,
Ümîd-i hacc ile hicranlı müsliman mı verir?

Bilinmek elzem olur böyle işde cinsiyyet,
Ne dersiniz, acabâ bay mı, bayan mı verir?

Azîmet etdi ve yâhud da avdet etdi deyû,
Çıkıp minâreye bir kaltaban, ezan mı verir?

O mel'ûnun yakasından tutup da sormalıyım:
'Ki harcırâhı cebinden senin baban mı verir?'

Bu râh-ı Hak'da berâber imiş fuad şemsi,
Çıkan havâdisi bilmem, o bed-zeban mı verir?

..............

Diyordular ki, giderken vapur oturdu şapa,
Bu bir uğurlu kademden aceb nişan mı verir?

..................

Hicâz'a zâtını îsâl eden vapur bacası
Bu günkü âteş-i âhım kadar duman mı verir?

...............

Cenâb-ı Âkif'i görmüşsünüz, ne mutlu size,
Hudâ onun gibi bir yâr-ı mihriban mı verir?

Tavâfa niyyetimiz safdır âb-ı zemzemden
Gelip el öpmeğe ammâ işim zaman mı verir?

Recâyı affederim, armağan ümîd etmem
Zamâne hâcısı yârâna armağan mı verir?"

Görüldüğü gibi, çıkarılan mesnedsiz havâdisin faturası da bed-zebân (kötü dilli) sayılan Fuad Şemsi Bey'e kesilmiş. Haydi diyelim ki, bu hususda İbnülemin'in peşin hükmü zâten biliniyor; peki, onun tâbiriyle "Halîl-i âlî-nihad" (yüce huylu dost) olan Boztepe, niye böyle bir iftirâya âlet edilmiştir? Kaldı ki, ömrünün son oniki yılında yakından tanıdığım Fuad Şemsi, eğer bir kimsenin aleyhinde bulunacaksa –karşısındaki hangi rütbede olursa olsun– bu davranışını onun yüzüne karşı söylemekden âdetâ haz duyardı; böyle gıyâbında çekiştirmek, onun ahlâk anlayışına sığmazdı.

Şimdi de İbnülemin'in damarına basarak onu çileden çıkarmak için bu yalan haberi kimin uydurup kaleme aldığını fâş edelim: 1957 (veya 58) yılında, Üstâd Necmeddin Okyay'ı Toygartepesi'ndeki evinde ziyârete gelen gazeteci ve târih yazarı İbrâhim Hakkı Konyalı (1896-1984), söz o yakınlarda vefat etmiş bulunan İbnülemin'den açılınca, galiba Son Posta gazetesine İ.Atis müstear adıyla bu asılsız havadisi bizzat yazdığını, sonradan bu işin fâilini öğrenen İbnülemin'in, kendisini artık gerçek adıyla değil de, "mel'un Konyalı" olarak andığını ve bu hâlin ömrü boyunca devam ettiğini gülerek anlatırken ben de orada bulunuyordum.

Sözün nihâyetinde şuna dikkatinizi çekmeliyim: Manzûmenin Son Asır Türk Şâirleri'ndeki neşrinde Fuad Bey'in adı küçük harflerle "fuad şemsi" şeklinde dizilmiş; kitabın indeksinde onun isminin yer almayışına da herhalde bu "küçültme işlemi" sebep olmuştur! Şimdi siz bu garâbete dizgi hatâsı mı, yoksa İbnülemin'e hâs bir intikam tarzı mı dersiniz?

Resim 1: Fuad Şemsi İnan Emirgân'daki evinde bulunan kütübhânesinde (1972).

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.