Arama

Prof. Uğur Derman
Kasım 19, 2021
Sesli dinlemek için tıklayınız.

17 Kasım 2021 tarihi İbnülemin Mahmud Kemal İnal merhûmun 150. doğum yıl dönümü idi. Bu muhterem şahsiyeti okuyucularımıza tanıtmak için bu haftaki yazımızı kendisine tahsis ediyoruz.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, 1871 yılının 17 Kasım günü babası Mühürdar Mehmed Emin Paşa'nın (1837-1908) Mercan'daki konağında doğmuştur. Çalıştığı muhtelif konularda, tezkire geleneğini daha tafsilatlı biçimiyle yaşadığı çağa kadar getirmekle, kültür ve san'at tarihimize büyük katkılarda bulunan Mahmud Kemal Bey husûsi tahsil görerek yetişmiş, gençliğinden îtibâren kalem erbabı arasına girmiştir. Osmanlı devri Bâbıâli'sinin Eyâlât-ı Mümtâze müdürü, Beylikci ve Âmedci gibi yüksek makamlarında, Evkāf-ı İslâmiye Müzesi İdâre Meclisi riyâsetinde; Cumhuriyet devrindeyse Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ismini alan aynı müzenin müdürlüğünde bulunan (1927-1935) Mahmud Kemal Bey'in bir kısmı basılmadan kalmış olan eserleri, hat koleksiyonu, kütüphânesi ve kıymetli bâzı eşyası -1953 yılında bağışlaması sebebiyle- hâlen İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kütüphânesi'nin ayrı bir salonunda muhâfaza edilmektedir.

İbnülemin Mahmud Kemal Bey de Tuhfe müellifi Müstakîmzâde (1719-1788) gibi hiç evlenmeden, mücerred bir hayat sürmüş, belki bu sebeple arkasında birçok eser bırakabilmiştir. Son Asır Türk Şairleri (İstanbul 1930-1941), Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar (İstanbul 1940-1953) gibi iki mufassal kaynak eserin yazımını bitirdikten sonra, haklarında uzun zamandır malzeme topladığı Son Hattatlar'ı kaleme almağa başlamıştır. Kendi eserlerine, içinde isminin de geçtiği klasik künyeler vermeyi îtiyad edinen merhûm, Kemalü'ş-şuarâ, Kemalü's-sudûr'dan sonra Son Hattatlar'a da Kemalü'l-hattâtîn künyesini uygun görmüştür.

1953 yılının ilk yarısında Haydarpaşa Lisesi'ndeki tahsilimin sonlarındaydım. 5 Mart Pazartesi sabahı Cumhuriyet gazetesinde –ki o yıllarda ideolojilere değil, kültür ve san'ata ağırlık verirdi– geniş bir mülâkatla karşılaştım. İsmini pek az işittiğim, üstelik başından çıkarmadığı takkesiyle başkalarından farklılık gösteren yaşlıca bir şahsın, gazeteci tarafından sorulan suallere verdiği cevaplar naklediliyordu. İbnülemin Mahmud Kemal İnal künyesiyle tanıtılan bu zâtın anlattıkları, alâkamı çekti. Kendisi için aynı gün bir jübile tertiplendiğini de okuyunca, öğleden sonraki derslerimi askıya alıp –hayâtımda ilk defa– İstanbul Üniversitesi binasına girdim ve Hukuk veya İktisad Fakültesi'nin büyük anfisinde yapılan merasime katıldım. Mahmud Kemal Bey, yazma ve basma eserlerinin yanı sıra, hat koleksiyonunu da Üniversite'ye bağışlıyordu. O gün Rektörlük ve Güzel San'atlar Akademisi tarafından kendisine iki levha hediye edildi (Resim 1 ve 2). İbnülemin'in şahsiyetini anlatan dost (Hilmi Ziya Ülken, Ahmed Hamdi Tanpınar, Mükrimin Halil Yinanç) beyanlarından sonra, toplantı Üstâd'ın konuşması (Resim 3) ve sevdiği eserlerin icra olunduğu konser ile nihayetlendi.

Aynı yılın sonbaharı artık üniversite talebesi olduğumda, Mahmud Kemal Bey'le merkez binâdaki kütübhânesine gelip gidişlerinde karşılaşmağa başladım. O zamanlar açık olan Mercan kapısını –yol îtibariyle konağına herhâlde daha kestirmeden gidildiği için– tercih ediyordu. Bakışlarının nedense gazûb oluşu, sanki tâkîb ediliyormuş şüphesiyle birden gerisine dönüp bakması gibi ahvâli, beni yanına yaklaşıp da elini öpmekden alıkoydu.

1955 yılında Hezârfen Üstâd Necmeddin Okyay'ın (1883-1976) talebesi olduktan kısa bir müddet sonra İbnülemin'in yazdığı Son Hattatlar kitabı intişâr etti; hemen aldım ve çok istifâde ettim. Buradaki mâlȗmatın yanı sıra Hazret'in ifâde tarzı da hoşuma gitti. Daha önceden yazdığı Son Asır Türk Şairleri'nin Devlet Matbaası'nda mevcudu kalan son 6 fasikülünü 1956'da alıp derhal okudum; ancak o yıllarda kitabın her tarafını anladığımı söyleyemem.

Pazartesi akşamları Mercan'daki konağında uzun yıllardır devam eden mûsıkî toplantılarına –dâvet olunmadan veya müdâvimlerden birinin tavassutuyla götürülmeden gitmek îmkânı bulunmadığı için– hiç iştirâk edemedim. Kütüphânesine –kendisinin de geldiği bir zamanı kollayıp– ziyarette bulunmak da nasîbim olmadı. Bunlar, biraz da benim çekingen mizâcımdan doğuyordu.

1376 Şevval ayının birinci günü (1 Mayıs 1957), Ramazan Bayramı namazı için Bayezid Câmii'ne gitmiştim. Mekteb arkadaşım (merhum) Said Mutlu'yla (1932-1967) beraber namaz sonrası arka maksȗrede İbnülemin'in oturduğunu gördük ve hemen yanına yaklaşarak elini öpüp ıydini tebrîk ettik, sîmâsı yorgundu ve aşırı sararmıştı. Mûtâdı üzere, kimliğimi sorduğunda, eczâcılık tahsîlimin yanısıra Necmeddin Efendi'nin hat talebesinden olduğumu anlattım. Hemen "Sizi kitaba niçin almadık?" dedi. Kasd ettiği kitabı olan Son Hattatlar'ın intişârında hat meşkıne henüz başlamış bir mübtedî olduğumu söyledim. "Öyleyse Üniversite'deki kütüphâneme gelin de, bizim koleksiyonu ziyâret edin" dedi. "Başüstüne Efendim" cevabıyla müsaadesini aldım. Keşke bayram ertesi hemen gitseymişim... O ay bizim imtihan hazırlıklarının ve vizelerin başlaması yüzünden geciktim. Aradan kısa bir müddet geçti, Hazret'in prostat rahatsızlığından dolayı Cerrahpaşa Hastahânesi'ne yatırıldığını gazetede okudum. Ancak, buradaki ameliyattan şifâyâb olamayan İbnülemin, 25 Mayıs 1957 gecesi vefat etti. 27 Mayıs Pazartesi günü Bayezid Camii'nden öğle namazını müteâkıb cenazesi kaldırıldı. İstimlâkler geçirdikten sonra seyr ü sefere henüz açılan Topkapı'nın yeni kapısından çıkılarak Merkezefendi kabristanına defnedilişinde ben de bulundum. Onunla bir devrin kapandığını bilen ehibbâsının teessürü yüzlerinden okunuyordu. Kendisine, dostlarından Necmeddin Okyay'ın düşürdüğü mücevher vefât tarihi de buna işaret eder:

"Gitti ol devr-i kadîmin bergüzâr-ı bihteri,

Lâyık-ı gufrân ede Rabb-i Rahîm ü Zülcemal.

Düştü bir tarih, güher, İbnülemîn'e Necmiyâ:

Vuslat-ı Yezdân'a mazhar oldun ey Mahmud Kemal".

1376

Vefatını müteâkib, Süheyl Ünver Hocamın delâletiyle –kapalı olan– kütüphânesine giderek İbnülemin Hat Koleksiyonu'nu ziyâret ettim ve merhumun nâçiz şahsıma karşı emrini yerine getirmiş oldum. Daha sonraki yıllarda da zaman zaman buraya gidip mevcut eserler hakkındaki mâlȗmatımı tazelemeyi sürdürdüm. Ancak, İbnülemin'le yakınlığı ve idarede nüfûzu bulunan hocalar, emeklilik veya ölüm sebebiyle Üniversite'den ayrılmağa başlayınca, kütüphânenin bakımı da tavsadı. Bir başka defa, duvarda asılı bulunan Yahya Hilmi (1833-1907) hilyesinin yorgun görünüşü dikkatimi çektiği için yere indirttiğimde –uzun zamandır aldığı rutûbetle– çerçevesi içinden parçalanarak dökülüşünü, kütübhâne memuresinin ise ilgisiz bakışlarını teessürle hatırlarım.

İbnülemin Kütüphânesi 1970'lerin başında İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'ndaki mahallinden çıkartılıp Üniversite'nin Nâdir Eserler Kütüphânesi'ne nakledildi. Sonraki yıllarda buranın yönetimine getirilen sözde kütübhânecilik profesörü bir hanım, İbnülemin'in emânetlerini bölüp parçalamayı kendisine iş edindi, böylece merhûmun hem sözlü, hem de yazılı vasiyeti feci şekilde ihlâl olundu. O profesör emekliye ayrılarak kütüphâneye en büyük hizmetini yapmış oldu! Bundan sonra İbnülemin Kütüphânesi aynı binanın içinde müstakil bir salona taşınarak hürriyetine kavuştu. Şimdilerde bu kütüphânenin kataloğunun hazırlandığını duymakla bahtiyarız.

Süleyman Nazif (1870-1927) tarafından inşâd edilen "Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine" mısraının üstüne Yahya Kemal'in (1884-1958) ilave ettiği "Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine" ile beyte tamamlanan söz yumağı İbnülemin'i çok güzel tarif etmektedir. Yazımızı bu beyitle tamamlıyoruz.

Prof. Uğur Derman


Resim 1: Jübile gününde Güzel San'atlar Akademisi tarafından İbnülemin'e hediye edilen ve meâli "Rütbelerin en yücesi ilim rütbesidir" olan celî ta'lîk levha (Hat: Necmeddin Okyay; Tezhib: Muhsin Demironat).

Resim 2: Jübile gününde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nce İbnülemin'e hediye edilen celî ta'lîk "Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine / Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine" levhası (Hat ve ebrû: Necmeddin Okyay).

Resim 3: İbnülemin Mahmud Kemal Bey jübilesindeki konuşmasını yaparken.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN