Prof. Uğur Derman

Bursa Ulu Cami yazılarına dâir – 2

(Bu makālenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

Geçen hafta neşredilen makālemizde, Ulu Cami yazılarının hüsn-i hat noktasından değerlendirilmesi ele alınmıştı. Sözün bundan sonrasında, Ulu Cami'ye latîf eserler bırakan namlı İstanbul hat üstâdlarının kısa tanıtımıyla bu yazı sonlandırılacaktır.

SULTAN II. MAHMUD (İstanbul, 1785 - İstanbul, 1839)

Şehzâdeliğinde Kebecizâde Mehmed Vasfi Efendi'den (ö.1831) sülüs-nesih yazılarını meşk edip 1222/1807'de icâzet aldı. Padişahlığındaki hat çalışmalarını Mustafa Râkım'la (1758-1826) sürdürdü. Celî sülüs yazılarının dâhî hattat Râkım'ın elinden geçdiği muhakkakdır. 1855 zelzelesinden önce getirildiğini tahmin etdiğimiz Ulu Cami'deki tek levhasının hazırlanışında da Râkım'ın hizmeti büyükdür (Bu hususda bkz. M.Uğur Derman; "Sultan II. Mahmud'un Hattatlığı", Ömrümün Bereketi 2, İstanbul 2018, s.337) (Resim 1).

ABDÜLFETTAH EFENDİ (Sakız adası, 1815- İstanbul, 1896).

Tahmînen 1230/1815'de Sakız adasında doğan Abdülfettah Efendi aslen Rum'dur. Serasker Hüsrev Paşa (1765 ? - 1855) tarafından satın alınarak İstanbul'a getirildi; onun diğer köleleri gibi iyi bir tahsil ve İslamî terbiye gördü. Paşa'nın seraskerliği zamanında Dâire-i Askeriye'de okudu ve bu sırada hüsn-i hat öğrendi. Bir levhasına koyduğu imzâdan anlaşıldığına göre, sülüs-nesihde hocası, Hâfız Mustafa Şâkir Efendi'dir (ö.1284/1867); kendisinden 1832'de icâzet aldı. Lâkin Hatt u Hattâtân'da Mirzâ Habîb, Mustafa Burusevî (ö. 1837?) isimli hattatı tanıtırken (s.167): "Bilecikli olarak tanınırdı. Hacı Fettâh ressamın üstâdıdır." diyerek aklı karıştıran bir ifade kullanmıştır.

Ta'lîk hattını daha sonraki yıllarda Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi'den (ö. 1849) meşk edip 1846'da mezun olan Abdülfettah, henüz gençliğini sürerken, 1831'de Hüsrev Paşa'nın husûsî kâtibliğine getirildi. Bu sırada sıbyan alayı ve tabur kâtiblerine yazı öğretdi. Hüsrev Paşa sadrâzam olunca (1839), Abdülfettah Efendi de sadâret kalemine girdi; İstanbul'da, Anadolu ve Rumeli'nin muhtelif şehirlerinde idârî vazîfelerde bulundu. 1858'den îtibaren İstanbul'daki Darbhâne'de "ser-sikkekenlik" (para ve madalya kalıblarını hâkk edenlerin reîsi) makāmına getirildi. Kendisine "ser-sikkezen" (para ve madalya basımıyla uğraşanların reîsi) veya "sikkezenbaşı" da denilmekdeydi. Hattâ bu konuda şu şirin hâdise rivâyet edilir: Sadrâzam Âli Paşa'yı(1815-1871) ziyârete gitdiği vakit, kendisini karşılayan haremağası, Abdülfettah Efendi'yi tanımadığı için kim olduğunu sorar. O da "Sikkezenbaşı geldi, deyiniz " cevâbını verince, daha evvel adını duymadığı bu meslekden kendince bir mânâ çıkartan haremağası, Âli Paşa'ya gidip: "Efendim, sünnetçibaşı ziyâret-i âlînize gelmişdir" der. Paşa, bu gelişe bir sebeb ararken, huzûruna çıkan kişinin Abdülfettah Efendi olduğunu görünce, vaziyeti derhâl kavrayarak yanında bulunanları: "Fellâhın aklı fikri hep orasında!" sözleriyle tebessüm etdirir!

O yıllarda kāime adıyla çıkartılan kâğıd paraların kalıblarının hazırlanmasında çalışırken, 1860'da filigran îmâlini öğrenmek üzere Viyana ve Paris'e gönderildi. Osmanlı Devleti'nde üst dereceli vazîfeler gördü, nişânlar aldı. 8 Cemâziyelevvel 1314 (16 Ekim 1896) günü Vaniköy'deki yalısında vefat etdi. Kabri, Sultan II. Mahmud türbesi hazîresindedir.

Sultan II. Mahmud'dan Sultan II. Abdülhamîd'e kadar beş pâdişah devrinde eserleri görülen ve takdîr edilen Abdülfettah Efendi'nin İstanbul (Süleymaniye, Bayezid, Yıldız Hamîdiye ve Ertuğrul, Aksaray Vâlide, Yûşâ/Beykoz camileri, Fâtih Türbesi, Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyunu, Beylerbeyi Sarayı ve birkaç çeşme), Edirne, Kastamonu (Şâbân-ı Velî Türbesi), Şam, Girid gibi Osmanlı şehirlerinde levha ve taşa mahkûk kitâbeleri, pûşîde ve perde üstüne işlenmiş celî yazıları ve tuğraları mevcudsa da, bunlardan Türkiye dışında kalanların âkıbeti bilinmemekdedir. Aynca, ser-sikkeken olarak Osmanlı altın, gümüş para, nişan ve madalyonlarının, kâğıd paraların kalıblarının hâkk ve îmâlinde, muâvini Trabzonlu Râsim Efendi'yle (1842-1885) birlikde büyük emeği geçmişdir. Süleymâniye Camii'nin celî sülüs yazılarını yeniden yazarken, Abdülfettah Efendi'nin geniş yer bulamadığını arz eylemesi üzerine, Sultan Abdülmecîd'in kendisine Vezneciler'de istediği gibi büyük sofası bulunan bir konak ihsân etdiği meşhurdur.

Hacı Abdülfettah Efendi, tuğra ressamı olduğu kadar, celî sülüs ve celî ta'lîk yazılarında da kemâl sâhibi bir hattatımızdır. Sultan Abdülmecîd'in şahsî tercîhi dolayısıyla, onun devrinde Mahmud Celâleddin (ö.1829) tavrında celî sülüsle yazmak mecbûriyetinde kalmışsa da, gönlü dâimâ Mustafa Râkım (1758-1826) üslûbundan yanadır. Bu yolda birçok eser verdiği gibi, Râkım'ın seçkin yazılarının da Abdülfettah terekesinden çıktığını Necmeddin Okyay üstâdımdan işitmişdim.

MEHMED ŞEFİK BEY (İstanbul, 1820? – İstanbul, 1880)

Hattı ve fiilen çalışması ile Ulu Cami'deki hizmeti büyük olan Şefik Bey, önce Ali Vasfi (ö.1847), sonra da Kādıasker Mustafa İzzet efendilerden sülüs-nesih; Ali Haydar Bey'den (ö.1870) de ta'lîk meşk etdi. Husûsiyle celî sülüs hattında terakkî etdi. Yazı tavrı ve sür'ati dolayısiyle takdir topladı. Gençliğinde vazifeli olduğu Tahvil Kalemi'nde celî dîvânî hattını da öğrendiğinden, Ulu Cami'deki diğer celî sülüs levhalarının (Resim 2) yanısıra, "Tahassentü" dûasını da celî dîvânî ile yazdı (Resim 3).

Şefik Bey'in Bursa'daki ikāmeti esnasında İstanbul'dan âilesini de beraberinde getirdiği, zevcesi Fatma Pervîne Hanım'ın buradayken vefâtı üzerine kendisi tarafından ona celî sülüs hattıyla 22 Rebiülevvel 1278 (27 Eylül 1861) târihli kabir kitâbesinin yazıldığı anlaşılmakdadır.

KĀDIASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ (Tosya, 1801 – İstanbul, 1876)

Sülüs-nesih yazılarında Çömez Mustafa Vâsıf (ö.1852), ta'lîkde Yesârîzâde Mustafa İzzet (ö.1849) efendilerin talebesi olan Mustafa İzzet Efendi, ilmiye sınıfında da Rumeli Kādıaskerliği'ne kadar yükselmiştir. Neyzen ve bestekâr olarak da kıymeti yücedir. Kendisinin Bursa'ya gelişi hakkında bir mâlumat yoksa da, önde gelen talebesi Şefik Bey, hocasının Ulu Cami'deki büyük levhalarını onun celî sülüs kalıblarından Mücellidbaşı Mehmed Efendi'ye yapıştırma varak altınla işletmiş olsa gerektir (Resim 4 ve 5).

MEHMED NAZİF BEY (Ruscuk, 1846 – İstanbul, 1913)

Küçük yaşlarında iken Ruscuk'dan hicret eden âilesiyle birlikde İstanbul'a geldi. Enderûn-ı Hümâyun'a intisâbında Abdülahad Vahdetî Efendi'nin (1832-1896) talebesi oldu, daha sonra Sâmi Efendi'den (1838-1912) çok istifâde etdi. Âilesi Bursa'ya yerleştiğinden bu şehre gidişlerinden birinde, henüz 22 yaşının mahsûlü olan 1285/1868 tarihli levhası Ulu Cami'deki yerini aldı (Resim 6). "Ketebehû Mehmed Nazif an hademe-i Enderûn-ı Hümâyun" şeklindeki istifli imzası, bu hususda yapılan daha önceki neşriyatta "Şerif" olarak yanlış okunmuştur. Annesinin ve ağabeyi Âkif Bey'in kabir kitâbeleri de Nazif Bey tarafından yazılmış olup Emîr Sultan Camii hazîresindedir.

Nazif Bey, Osmanlı hat san'atının büyük isimlerindendir. Ulu Cami'deki yazısından sonra daha 45 yıl latîf eserler vermeğe ve Erkân-ı Harbiye Matbaası'ndaki ser-hattatlığına devam etmişdir.

AZİZ EFENDİ (Maçka/Trabzon, 1871 – İstanbul, 1934)

İstanbul'a geldikden sonra, Filibeli (Bakkal) Hacı Ârif Efendi'nin (1836-1909) Nuruosmâniye Medresesi'ndeki sülüs-nesih hat meşklerine devam etdi. Karinâbâdî Hasan Hüsnî'den (ö.1914) de ta'lîk öğrendi. Her iki hocasından da icâzet aldı, müzakere yoluyla Sâmi Efendi'den istifâde sağladı.

Meşîhat Dairesi'ndeki vazifesini sürdürüyorken Kāhire'ye dâvet edildi. 1922-1934 yılları arasında, bu şehirde hem Mısır Kralı Fuad'in siparişi olan mushafı yazmak, hem de medreselerde hat öğretiminde bulunmak üzere kaldı. Ulu Cami'deki iki levhası onun latîf eserlerindendir ve kendisinin de şeyhi olan Ken'an Rifâî (1867-1950) tarafından buraya vakf edilmiştir. Bunlardan celî ta'lîk "Ve inneke le alâ hulukın azîm" levhası (Resim 7)'de görülebilir.

Ulu Cami'nin esas hâliyle yazıları yerleştirildikten sonra, zaman içinde ilâve olarak birçok hat levhası asılmıştır. Birkaçı dışında bunların san'at kıymeti zayıfdır, hattâ yokdur. Keşki her önüne gelenin yazdığını hüsn-i hat sanarak, bu ulu mâbede konulmasına yol açılmasaydı, bugün gözleri rahatsız edecek nitelik ve nicelikde yer alan bir takım levhalarla karşılaşmayacakdık. Ne yapalım? Biz de gözümüzü güzel olmayanların karşısında yumar, güzellere de iki kat fazla bakarız!

Prof. Uğur Derman

Resimaltı yazıları:


Resim 1: Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin celî sülüs levhası.


Resim 2: Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin celî sülüs levhası.


Resim 3: Sultan II. Mahmud'un malakârî usulle hazırlanmış celî sülüs levhası.


Resim 4: Şefik Bey'in celî sülüs ile tasarladığı levhası.


Resim 5: Şefik Bey'in celî dîvânî ile tasarladığı levhası.


Resim 6: Hattat Nazif Bey'in gençlik yazılarından biri.


Resim 7: Hattat Aziz Efendi'nin Ulu Cami'deki celî ta'lîk levhası.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.